Bütün ibadetlerin özü ve aslı
Allah’ı anmak ve O'nu hatırlamaktır. Eğer zikir olmazsa, diğer
ibadetler de tam yapılmamış olur. Allah anılarak ve Allah'ın rızası düşünülerek
yapılmadıktan sonra, diğer ibadetler, karşılıksız birer amel haline
gelebilirler. Kuran'da, peygamberlerin vasıfları anlatılırken, en çok onların
Allah'ı zikretmelerine dikkat çekilir. Sad Suresi 30. ayette, "Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik.
O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi" denir.
* Allah’ı zikretmek mümini ahlaken
çok güzelleştirir.
* İçinde kötü düşünceye yer
kalmaz.
* İnsanların üzerindeki
unutkanlık ve gafleti yok eder.
* Müminin bilincini, imani
şevkini ve iradesini canlı tutar.
* Müminin sürekli olarak
Allah’a yönelip dönmesini sağlar.
* Allah’ın huzurunda olmak
ve O’nu en güzel isimlerle yüceltmek, Allah’la güçlü bir manevi bağlantı
sağlar.
* Sadece Allah’ın anılması,
O’nun yüceltilmesini ve bütün eksikliklerden münezzeh tutularak O’nun
birlenmesini sağlar.
* Allah’ın yarattığı nimetler
için O’na şükredilmesine ve Allah’ın rızasının kazanılmasına vesile olur.
* Tevbe ederek insanın aczi
için Allah’tan bağışlanma dilemesine vesile olur.
* Huşu içinde Allah’ı zikreden
birinin imanda derinliği, samimiyeti, ihlası ve Rabbimiz’e olan yakınlığı
artar.
* Bu ahlaktaki bir insanın ise
Kuran ahlakına uygun olmayan bir tavır göstermesi Allah’ın izniyle mümkün
değildir.
Maneviyatın yüksek tutulabilmesi
için Allah’a çok fazla güvenmek, olayları her zaman Kuran ahlakına uygun bir
tarzda değerlendirmek ve Allah’ı her zaman gizli ve açık zikretmek çok
önemlidir. Allah'ı her an akılda tutmak, O'nun ayetlerini tefekkür etmek
insanın aklının ve şuurunun sürekli açık olmasını sağlar. Böyle olunca da, kişi
Kuran'ın emirlerine ve yasaklarına uymada büyük titizlik gösterir. Allah’ı
zikreden kişi hayırlı işleri işlemeye güç kazanır. Allah'ı sürekli zikreden bir
insan kendi aczini daha iyi idrak eder, hiçbir konuda kendine ait bir güce ve
iradeye sahip olmadığını daha iyi fark eder. Bunun sonucu olarak, Allah'a
sürekli dua eder ve talep içerisinde olur. Yalnızca Allah'tan ister, her konuda
Allah'a başvurur, kendini tamamen Allah'a teslim eder. Hiçbir konuda kendine
müstakil ve bağımsız bir kişilik verip, büyüklenmez. Hareketleri, davranışları,
konuşmaları Allah'ın koruması altında olur. Böylece Allah ona her an nasıl, ne
şekilde davranması gerektiğini, en doğru hareketi, en güzel sözü ilham eder. Allah’ı
sürekli anmak mümini doğru yola yöneltip iletir. Ona, ayette müjdelendiği gibi "insanlar arasında yürüyeceği bir nur
verir." (Hadid Suresi, 28) Allah’ı zikretmek Allah’ın razı olduğu güzel ahlaka
kavuşmayı sağlayacak olan anahtardır.
İnsan yaratılış olarak zayıf bir
hafızaya, hemen dağılan dikkate, gaflete kapılmaya müsait bir yapıya sahiptir.
Yüce Allah’ın imtihan olarak özel yarattığı bu durumdan insan ancak dikkatini
sürekli olarak açık tutarak kurtulabilir. Bunun için, Rabbimiz’in her an, her
saniye bizimle birlikte olduğunu, bizi gördüğünü ve işittiğini bilmek, her işi
düzenleyip denetimi altında tutanın O olduğunu unutmamak, tüm hayatımızın
belirlenmiş bir kader doğrultusunda yaşandığını hatırlamak, yapılan her işte,
görülen her görüntüde Allah’ın sonsuz aklını, hayranlık uyandırıcı sanatını ve
O’nun Yüce Kudretini tefekkür etmek, her zaman tevekküllü ve teslim olmak,
Allah’ı tesbih etmek ve yüceltmek gerekir.
Yüce Allah’ı tanımanın, kavramanın
ve O’na imanda derinleşmenin bir sınırı yoktur. Bir insan Yüce Allah’a yakın
olmak ve O’nu daha iyi tanımak için ne kadar fazla çaba harcarsa, ne kadar
fazla düşünürse, imanı, aklı ve Allah korkusu o derece güçlenir. Bu nedenle
Allah yolunda hizmet etmek için büyük çaba harcayan ve O’na yakınlaşmak için
derin tefekkür eden müminler, Allah’tan çok korkan ve Allah’a bütün kalbiyle
bağlı olan insanlardır. Müminlerin Allah’ın hükümlerini uygulama konusunda
gösterdikleri titizlik ve vicdanlarını kullanma konusunda gösterdikleri
hassasiyet Rabbimizin sevgi ve rızasını kazanmakta ve O’na yakınlaşmakta en
etkili vesilelerdir. Nitekim Yüce Rabbimiz iman edenleri Zatı’na yakınlaşmaya
Kuran’da şöyle davet etmektedir:
“Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na
(yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda ceh edin (çaba harcayın), umulur
ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide Suresi,
35)
SAKIN
ALLAH’I UNUTMAYIN
İnsanın, Allah'ı anmada gösterdiği
gevşeklik, O'na olan yakınlığını azaltır. Din ahlakını yaşamayan insanlar
Allah'ı hiç anmadıkları, günlerce akıllarına bile getirmedikleri için
helal-haram demeden günahın her türlüsünü işlemeyi, Allah'ın emirlerine riayet
etmemeyi bir yaşam biçimi haline getirmişlerdir.
Müminler ise gerek sözleriyle
gerekse zihinlerinden geçirdikleri düşünceleriyle hayatlarının her anında
Allah'ı anıp zikretmelidirler. İnsanın kimi zaman gafletle Allah'ı aklından
çıkarması, imanlı bir kişinin dahi bilerek ya da bilmeyerek çeşitli hata ve
günahları işlemesine sebep olabilir. Çünkü Allah’tan gafil olarak geçirilen bir
süre içinde, insanın olayları doğru algılayıp değerlendirmesinde bozukluk
olacaktır. Dahası iyiyi kötüden ayırt etmesinde, hareket, davranış ve
konuşmalarında Kuran’ın sınırlarını gözetecek bir bilinci korumasında önemli
aksaklıklar meydana gelir.
Kuran ahlakına uygun olmayan her
türlü tavır bozukluğunun altında yatan neden, Allah’ı anmada gösterilen
gevşekliktir. Allah'ın hükümlerine karşı duyarlılığını yitiren kişi bazen
olmayacak hatalar yapar. Sonradan bu hatalarını düzeltince, bunları nasıl yaptığına
kendisi de şaşırır. Bu tür hatalar, Allah'ı unutmanın önemini hatırlatan uyarı
ve işaretlerdir. Gafletin süresi ve derecesi arttıkça yapılan yanlışların
sayısı ve büyüklüğü de artar. Allah'ı anma konusunda gösterilen gafletin
sıklığı ve sürekliliği ise kişinin imanı için büyük bir tehdittir. Allah’ı
zikretmeyen imandan uzaklaşmaya başlar. Kuran okumak ve Allah’ı zikretmek imanı
kuvvetlendirir.
Şayet insan Allah’ı anmaktan uzaklaşır
da tamamen dünyaya dalarsa, Allah’ı sık sık unutursa huzursuzluklar,
terslikler, sıkıntılar o kişinin peşini bırakmaz. Adeta gölgesi gibi onu takip
eder. Neye elini atsa, hangi işe girse bir bereketsizliktir gider. Dolayısıyla
böyle gaflet içinde yaşayan insanların biraraya geldikleri evlerde de
Rabbimiz’den uzak davranmanın bir soğukluğu ve mutsuzluğu olur. İnsan Allah'ı
anmaktan uzaklaştıkça, kendi başına, yapayalnız ve yardımcısız kalır. Doğru
düşünebilme, doğru karar verebilme yeteneğini kaybeder. Yaptığı işler başarısız
olmaya, ters gitmeye başlar. Çünkü Allah'ın yardımı, desteği olmadan hiç kimse
hiçbir sorunun üstesinden gelemez. Hiçbir sorunu Allah'tan bağımsız olarak
kendi gücü ve iradesi ile çözemez. Kuran'da övülen, takva sahibi bir mümin
haline gelemez. Çünkü o daha başta Allah'ı unutarak en büyük hatayı yapmış ve
gafillerden olmuş olur.
Bir mümin için Allah'ı anmak önemli
bir ibadettir. İman eden bir insan günlük hayatın karmaşası içinde Allah'ı
geçici de olsa aklından çıkarmaz, Allah ile olan manevi bağlantısını bir an
bile koparmaz. Böyle bir durumu vicdanı kabul etmez, Allah’a olan sevgisi ve
bağlılığına asla bunu yakıştırmaz. Aksi takdirde yukarıda saydığımız
sıkıntılarla karşı karşıya kalacağının bilincindedir.
Kuran'da bu konuya, Allah'ın Hz.
Musa'ya olan hatırlatmasında da dikkat çekilmiştir:
Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve beni zikretmede
gevşek davranmayın. (Taha Suresi, 42)
Allah, Firavun'a giderek onu hak
dine davet edecek olan Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun'a Kendisini zikretmede
gevşek davranmamalarını hatırlatmıştır. Zira onları Firavun'un karşısında asıl
başarılı kılacak olan Allah'tır. Bunun yanında Allah'ı az anmak münafıkların
bir özelliğidir. Bu durum Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı
aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman,
isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az
anarlar. (Nisa Suresi, 142)
Mümin gün boyunca yaşadığı her
dakikayı, Allah’ı daha fazla anarak, Allah’ın rızasını, rahmetini ve cennetini
kazanma gayesi ile geçirir. Sonsuz ahiret hayatının yanında bir ‘göz açıp
kapatmak kadar kısa’ olan dünya hayatının sadece imtihan yönünden bir değeri
olduğunu, bu imtihan ortamını Allah’ı en çok razı edebileceği şekilde geçirmesi
gerektiğini bilir. Bu bilinç de müminin akıllı, olgun, vicdanlı ve Allah’tan
korkarak hareket etmesine, her anını Allah’ı anarak geçirmesine vesile olur.
Kuran’da her an Allah’ı düşünerek ve O’nun rızasını arayarak hareket etmenin mümini
Allah’ın rahmetine kavuşturacağı şöyle bildirilmektedir:
“…Allah’ı çokça zikredin; umulur ki felaha (kurtuluşa ve umduklarınıza)
kavuşmuş olursunuz.” (Cuma Suresi, 10)
İnsan Allah’ın karşısında acizliğini
ve sahip olduğu herşeyin Allah’ın lütfu ile kendisine verildiğini
unutmamalıdır. Allah bize kesintisiz nimet sunmaktadır. İçtiğimiz sudan, nefes
almamıza, akıllı olmamızdan sahip olduğumuz şuura, meyvelerden seveceğimiz
hayvanlara daha saymakla bitiremeyeceğimiz çok fazla nimet bulunmaktadır. Bunun
bilinciyle kul olduğunu bilen bir insanın zikri de hem samimi hem de derin
olur. Karşılaştığı her nimeti kendisine verenin Allah olduğunu bilir, gördüğü
her güzellikte Allah'ı düşünüp O'na şükreder. Her an Allah’ın kontrolünde ve
O’na emanet olduğunu bilmenin rahatlığını yaşar.
Allah tüm evreni, insanı, hayvanları
ve bitkileri benzeri olmayan bir sanatla yaratmıştır ve hepsinde pek çok
mucizevi özellikler bulunmaktadır. Bunlar üzerinde düşünüp Allah’ın eşsiz ve
üstün yaratma gücünü görmek müminlerin kalbinde müthiş bir heyecan oluşturur. Müminler
Allah’ın üstün yaratışını ve Yüceliğini durmaksızın anarlar.
Allah’ın her an, her saniye bizimle
birlikte olduğunu, bizi gördüğünü, işittiğini, bizi içten ve dıştan tüm
hücrelerimize kadar sarıp kuşattığını bilmek, her şeyin bir kader doğrultusunda
aktığını hatırlamak, her baktığımız şeyde Allah’ın sonsuz aklını, hayranlık
uyandıran sanatını, biz kullarına olan şefkatini, merhametini, affediciliğini,
sevgisini, hediyelerini, ikramlarını, lütuflarını görmek ve O’na teslim olmak
en büyük nimetlerden biridir. Bunun aksini kişinin vicdanının hiçbir şekilde
kabul etmemesi gerekir.
Allah’ı anmak sadece nimet ve
güzelliklerle sınırlı değildir. İmtihan ortamında olduğumuz için zahirde
aksilik gibi görünen birçok olay üst üste gelebilir. Hastalık olur, kaza olur,
sevdikleri vefat eder, işini kaybeder... İşte bunların hepsinde, karşılaştığı
her olayda da insanın Allah’ı anması gerekir. Çünkü Allah’ın yarattığı her
şeyde mutlaka bir hayır vardır, ardında bir hikmet gizlidir. Müminler başlarına
gelen her olayın özel bir hikmet üzerine yaratıldığının bilincinde oldukları
için, her zorlukla birlikte yine Allah'ı zikredip O'na tevekkül ederler. Dolayısıyla
hayatlarının her anında, yaşadıkları her olayda Allah'ı düşünüp, Rabbimiz'in
ismini anarlar.
Müminler hayatlarının her anında
Allah’ın rızasını gözetirler. Allah’ın kendilerini her an işittiğinin,
gördüğünün, kalplerinden geçenleri dahi bildiğinin şuurunda oldukları için hep
O’nu hoşnut etmeye çalışırlar. Her an aralarında Allah ile bir bağlantı vardır.
Allah’ı en güzel isimleri ile zikretmek müminlerin Allah’la olan bağlantısını
arttıran en güzel vesilelerden biridir. Müminler Allah’ı zikretmeyi büyük bir
içtenlikle yerine getirirler. Kalplerindeki derin Allah sevgisi, doğal olarak
konuşmalarına da yansır.
Müminlerin Allah'a bağlılıkları o
kadar kuvvetlidir ki, her ne işle ilgilenirlerse ilgilensinler Allah'ı
zikretmekten uzaklaşmazlar. Kuran'da, "(Öyle)
Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru
namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar,
kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı)
günden korkarlar." (Nur Suresi, 37) ayetiyle müminlerin Allah'ı
zikretmede gösterdikleri kararlılığa dikkat çekilmektedir.
Müminlerin bu kararlılıkları, "Bunlar, iman edenler ve kalpleri
Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca
Allah'ın zikriyle mutmain olur." (Rad Suresi, 28) ayetiyle bildirilen
gerçeği kavramalarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Kuran'da, Allah'ı çok
anmanın, müminlere kesin olarak başarı ve üstünlük sağlayan imani sırlardan
biri olduğuna da dikkat çekilmektedir:
Ey iman edenler,
bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklılık gösterin ve Allah'ı
çokça zikredin. Ki kurtuluş (felah) bulasınız. (Enfal Suresi, 45)
Bu gerçeğin şuurunda olan müminler
günün her saatinde, her şart ve durumda kalpleriyle veya dilleriyle Allah'ı
anıp Rabbimiz'in şanını yüceltirler. Ayetlerde şöyle bildirilir:
Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; kendilerine isabet
eden musibetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve rızık olarak
verdiklerimizden infak edenlerdir. (Hac Suresi, 35)
Allah, kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur
üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri
katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.
(Zümer Suresi, 22)
…Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O’ndan derileri ürperir.
Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır.
İşte bu, Allah'ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir… (Zümer
Suresi, 23)
“...Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar
fıska sapanlardır.” (Tevbe Suresi, 67)
“Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini
unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir.
(Haşr Suresi, 19)
ALLAH'I ANMAK NE
ŞEKİLDE OLUR?
Müminler, Allah'ın her an kendilerini gördüğünü ve işittiğini,
karşılaştıkları her olayı Allah'ın yarattığını bilirler. Bu nedenle Allah'ı bir
an olsun akıllarından çıkarmazlar. Yaşamlarının her anında hem kendileri içten Allah'ı
düşünüp anarlar, hem de diğer müminlerle olan sohbetlerinde Rablerinin
yüceliğini, büyüklüğünü, kusursuz yaratışını, sanatını zikrederler. Allah’ı
anmak hiçbir kurala, hiçbir şarta bağlı değildir. Bir kişi Allah’ı, istediği
her zaman anabilir. Müminlerin her an Allah'ı zikreden insanlar oldukları
Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve
göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:)
"Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin
azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
Kuran’da bildirildiği üzere mümin ayaktayken,
otururken, yan yatarken Allah ile sıcak, yakın, özel bir dostluk bağı
kurabilir. Her fırsatta, örneğin kendisine güzel bir yemek sunulduğunda, yemeği
yapan kişiye “Allah eline sağlık versin” demek, sabah uyandığında “Allah
hayırlı bir gün nasip etsin” demek, izzet ikram, ince düşünce gördüğünde karşı
tarafa “Allah razı olsun” demek, bir güzellik karşısında “MaşaAllah, Allah ne güzel
yaratmış” demek, sonra yapacağı bir iş için, “İnşaAllah Allah dilerse, Allah’ın
izniyle” demek de Allah’ı anmaktır. Sevgi duyduğumuz veya çile çektiğimiz her
şey Allah’ı anmaya, O’na yönelmeye, şükretmeye bir vesile olmalıdır. Allah'ı
anmak, karşılaşılan herşeyi, meydana gelen her olayı Allah'ın yarattığını
bilmek, Allah bana bununla ne göstermek istiyor diye düşünmek, Allah'ın
yaratışındaki hikmetleri anlamaya çalışmak, her an Allah'ın yüceliğini
kavrayabilmek için çaba göstermek ve tüm bunları diğer insanlara da anlatmakla
olur. Örneğin dıştan bakıldığında zorluk gibi görünen bir olayla
karşılaştığında tevekkül ederek sabreden insan, o an Allah'ı andığı için bu
şekilde davranabilmektedir. Allah'ı anan insan Allah'ı ve O'nun gücünü hiçbir
zaman unutmaz ve daima isabetli davranır.
Allah'a adanmış bir hayat, elbette
Allah'la yakın bir diyalog kurulmadan mümkün olmaz. Bu diyaloğun yolu ise,
"zikir" yani Allah'ı anmadır. Mümin, "Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin" (Ahzab Suresi, 41)
hükmü uyarınca, günlük hayatının her aşamasında zikir ve dua halinde olmalı,
verilen nimetlere karşı için için şükretmeli, hataları dolayısıyla bağışlanma
dilemeli, yapacağı işler için yardım istemeli ve sık sık Allah'ı tesbih edip
yüceltmelidir. Mümini, Hz. İbrahim gibi "Allah'la dost" kılacak olan
ibadet, bu zikirdir. Bir ayette, zikrin nasıl yapılması gerektiği şöyle
bildirilir:
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir
sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete
kapılanlardan olma. (A'raf Suresi, 205)
Allah’ın zikri tek başına, iki
kişiyle, ya da bir topluluk içinde de yapılabilir. Şüphesiz kişinin kendi
başına kaldığında yaptığı zikir de çok önemlidir. Çünkü bu ruh hali, onun gün
içindeki tüm hareketlerine yansıyacaktır. Böylece mümin, Allah ile olan yakın
bağlantısını hiç kaybetmeyerek karşısına çıkan imtihanları rahatlıkla aşacak,
yaptığı tüm hareketleri ecir kazanma niyetiyle yapacaktır.
MALLARINIZ VE ÇOCUKLARINIZ SİZE ALLAH’I UNUTTURMASIN
Allah fitne olarak belirttiği mal ve çocuklar
konusunda uyarı yapmış, müminlerin uyanık olmaları gerektiğini şöyle bildirmiştir:
Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı
zikretmekten 'tutkuya kaptırarak-alıkoymasın'; KİM BÖYLE YAPARSA, ARTIK ONLAR
HÜSRANA UĞRAYANLARIN TA KENDİLERİDİR. (Münafikun Suresi, 9)
ALLAH’I ANMAK EN BÜYÜK
İBADETTİR
Tüm insanların yapmaları gereken en
önemli ibadetlerinden biri Allah’ı anmaktır. Kuran'da, …Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklardan ve kötülüklerden alıkoyar.
Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı
bilir. (Ankebut Suresi, 45) ayetiyle, Rabbimiz'i zikretmenin en büyük
ibadet olduğu bildirilmektedir. İman eden insanlar Kuran'da Allah'ın bildirdiği
bu gerçeği bildikleri için hayatlarının tamamını Allah'ı anarak geçirme gayreti
içerisinde olurlar.
ALLAH’I
ZİKRETMEK ŞİFADIR
Allah’a iman insanların moralini
yükseltir ve moral de sağlığa katkı sağlar. Allah'a olan inanç, başka herhangi
bir moral etkiden çok daha güçlüdür. Allah'a olan inancın ve ibadetlerin insan
sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etkisi
vardır. Hiçbir inanç, Allah'a olan inanç gibi zihne huzur veremez. Peki neden
iman ile insan ruhu ve bedeni arasında böyle özel bir ilişki vardır? Bunun
nedeni insan bedeninin ve zihninin "Allah'a iman etmeye göre ayarlı"
olmasındandır. Kuran'da "...Haberiniz
olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur" (Rad Suresi, 28)
ayetiyle haber verilen bir sırdır. Allah'a inanan, O'na dua eden, O'na güvenen
insanların diğerlerinden hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha sağlıklı
olmalarının nedeni, yaratılışlarına uygun davranmalarıdır. İnsanın yaratılışına
aykırı olan felsefe ve sistemler, insanlara hep acı, hüzün, sıkıntı ve bunalım
getirmektedir.
Ruh her zaman sevgilisini anmayı,
onun yarattıklarını düşünmeyi ister. Ruhun isteğini yerine getirmeyip nefsani
yollarla suni mutluluklar aramak ruhu sıkar, bedeni hatta hücreleri bile
rahatsız eder. Çünkü kalpler Allah’ın zikriyle huzur bulur. Zikir insanın beyin
hücrelerine kadar işleyerek tüm bedeninde müthiş bir huzura sebep olur. Allah’ı
zikretmek hem ruha hem de bedene bereket getirir. Allah’ı zikretmek kalplere
şifadır.
BİR
ŞEY UNUTTUĞUNUZDA ALLAH’I ZİKREDİN
İnsan birçok eksiği ve kusuru olan
bir varlıktır. Çünkü yaratılmıştır ve yaratılmışlara özgü bir acizlik
içerisindedir. Eksiklikten ve kusurdan münezzeh olan ise sadece Allah'tır.
İnsanın Allah karşısında ne kadar aciz ve çaresiz bir durumda olduğunu
anlayabileceği eksikliklerinden bir tanesi de unutkanlıktır.
Unutkanlık, bunu yapan kişi dünyanın
en zeki insanı bile olsa, oluşmasına kesinlikle engel olamadığı bir acizliktir.
İnsanların Allah'a ne kadar muhtaç olduğunu anlayabilmesi için sadece bu
acizliğini düşünmesi yeterlidir. Çünkü insan bir bakıma, hafızasıyla birlikte
bir anlam taşır. Nerede doğduğunu, kim olduğunu, nerede yetiştiğini,
inançlarını, yaptıklarını, nasıl bir hayat yaşadığını, zevklerini,
alışkanlıklarını tüm bilgiler hafızasında olduğu için bilir. Ancak ağzından
çıkan cümlesinin sonunu bir anda insana unutturan Allah, tek bir anda
geçmişiyle ilgili herşeyi de unutturabilir. İnsan, kendisine malik olabilmesi
için Allah'ın her an hafızasında canlı tuttuğu bilgilere muhtaçtır. Allah
onlardan tek bir tane bile eksiltme yaptığında insanın bu bilgiyi geri getirmek
için yapacak hiçbir şeyi yoktur. İşte Kuran'da böyle bir acizlik durumunda,
insanların Allah'a sığınmaları ve Allah'tan yardım dilemeleri emredilir:
...Unuttuğun zaman
Rabbini zikret ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir
başarıya yöneltip-iletir." (Kehf Suresi, 24)
İnsanın unuttuğu şeyi
hatırlayabilmesi ve herhangi bir konuda başarı sahibi olabilmesi sadece
Allah'ın dilemesiyle mümkündür. Bu nedenle insanın bu tip bir acizlik
karşısında yapabileceği tek şey Allah'ın kendisini daha yakın bir başarıya
iletmesini dilemektir.
İNSAN SADECE ALLAH'I ZİKREDEREK HUZUR
BULUR
Tüm insanlar gerçek mutluluğu
yakalamanın yollarını ararlar. Her birinin mutlu olmak için bir hedefi vardır.
Kimi zengin olduğunda, kimi iyi bir işe girdiğinde, kimi sevdiği insanla
evlenebildiğinde, kimi istediği estetik ameliyatını yaptırabildiğinde, kimi
üniversiteyi kazandığında mutlu olacağını düşünür. Amacına ulaştığında ise
aradığı mutluluğu ya bulamaz ya da çok kısa süreli ve kendisini tatmin etmeyen
bir mutluluk olduğunu görür. Bu sefer başka bir hedefe sarılır. Onu elde
ettiğinde mutlu olabileceğini düşünür. Oysa bugüne kadar bu yollarla gerçek
anlamda mutluluğu yakalayabilen bir insan olmamıştır. Bunun nedeni ruhlarını
tam anlamıyla rahatlatamamalarıdır. En mutlu olduğunu düşünen insanın bile,
içini sıkan, düşünmekten kaçındığı, ona huzursuzluk veren sayısız konusu
vardır. Gerçek mutluluk, huzur, iç neşesi ve rahatlık sadece Allah'ın zikriyle
mümkündür. Allah bu gerçeği ayetinde şöyle bildirir:
Bunlar, iman
edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; KALPLER
YALNIZCA ALLAH'IN ZİKRİYLE MUTMAİN OLUR. (Rad Suresi, 28)
Ayette haber verildiği gibi Allah’ı
zikretmek müminin kalbine ve ruhuna ferahlık verir. Bu, Allah'ın Kuran'da bize
bildirdiği çok önemli bir sırdır. Birçok insan bu gerçekten habersiz, yukarıda
söz ettiğimiz şekilde yaşar. Dünya nimetleriyle tatmin bulmaya çalışır. Asla
ölmeyecekmişçesine, hesap günüyle karşılaşacağını düşünmeden hırsla dünyaya ait
değerlere sahip olmak için uğraşır. Ancak bu, büyük bir aldanıştır. Bu
insanların sahip oldukları hiçbir şey gerçek bir huzur ve mutluluk kazandırmaz.
Dünya hayatına duyulan hırs, insanları mutsuzlaştırmaktadır. Allah, her
fırsatta Allah'ın zikrinden yüz çeviren bu insanların, dünya hayatlarında da
mutlu olamayacaklarını, sürekli sıkıntı içerisinde yaşayacaklarını Kuran'da
şöyle bildirmektedir:
Kim de Benim
zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu
kıyamet günü kör olarak haşr edeceğiz. (Taha Suresi, 124)
Bu kimselerin yanında Allah'ı anmak,
onlara Kuran'dan sorumlu tutulacaklarını, ahiret günü, dünya hayatında tüm
yaptıklarından Allah'a hesap vereceklerini hatırlatmak bu kimselere büyük bir
rahatsızlık vermekte, hatta öfkelenmelerine neden olmaktadır. Allah inkar
edenlerin bu özelliğini şu sözlerle bildirmektedir:
Sadece Allah anıldığı
zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O'ndan başkaları
anıldığında hemen sevince kapılırlar. (Zümer Suresi, 45)
Dünya hayatında insanların zevk
alabilecekleri pek çok nimet vardır; ancak bunların hiçbiri onlara Allah'ı
zikretmenin verdiği gerçek huzur ve mutluluğu vermez. Her biri, ancak Allah'ın
zikriyle birlikte bir anlam ve güzellik kazanır. Çünkü insan tüm bunlardan
hoşnutluk duyabilecek bir ahlaka, ancak Allah'a teslim olarak, herşeyin,
Rabbimiz'in yarattığı ve O'nun kontrolünde olan nimetler olduğunu bilerek
ulaşabilir.
Allah kullarının, Kendisinin
bilincinde olarak aslında cennet gibi bir hayat yaşamalarını ister. İman insana
neşe, sevinç, estetik anlayışı, bereket ve pırıltı verir. İman insanın her
yolunu açar. Çünkü Allah’ı dost edineni Allah’da dost edinir ve her adımında
onun önünü açar.
İnsanların bir kısmı Allah’ı
hatırlayarak yaşarlarsa, güzelliklerden, müzikten, eğlenceden, eğlence
yerlerinden, zevklerden, sevinçlerden, keyiften uzak kalacaklarını zannederler.
Bilakis Allah’ı hatırlayarak yaşamakla asla bir şey kaybedilmez; aksine insan
hayatında daha önce sahip olmadığı güzel duygular ve duyular kazanır. Yüzlerce
yeni güzel bakış açısı, derin ve daha çok dünyadan zevk alan bir görüş kazanır,
iç huzuru, sevinç, neşe, mutluluk, keyif, bereket kazanır. Nasıl ki renk körü
bir insana kırmızının rengini bir türlü anlatamazsınız; o rengi ne kadar tarif
etmeye çalışırsanız çalışın kişi o algıyı elde etmedikçe, o tonu bir türlü
kavrayamaz. İşte imanın insana verdiği duyularda böyledir. İman etmeden bu
duyuların güzelliğini, coşkusunu, iç huzurunu, derinliğini hangi kelimelerle
anlatmaya çalışırsanız çalışın, yaşamadan kişinin bunu anlaması mümkün
değildir. İşte Rabbimiz insanlara ‘Gelin Bana şükredin, Beni hatırlayın, yalnız
samimi olun ve Beni sevin’ diyor.
Müminin kalbi dünya nimetlerine
sahip olmaktan ya da boş sohbetlerden dolayı değil, ancak Allah'ı zikretmekten,
Kuran okumaktan ve bulunduğu ortamda Allah'ın anılmasından huzur bulur. Kalpler
sadece Allah anıldığında rahatlayarak huzur bulur. Allah’ı zikredenin içi
nurlanır. Müminleri mutlu kılan, onlara huzur ve ferahlık veren, Allah'a karşı
duydukları derin sevgi ve bağlılıkları ve kalplerinin her an Allah ile birlikte
olmasıdır. Bu ise, Allah'ın samimi imanlarına karşılık müminlere bir lütuf
olarak verdiği bir nimeti ve rahmetidir.
Mutluluğun kaynağı Allah’ı anmaktır.
Yalnızca Allah'a gönülden bağlanan, O'nun şefkatinin, merhametinin, kendileri
üzerindeki korumasının şuurunda olan müminler mutmain bir yaşam sürebilirler.
Gördüğü her olayda, duyduğu her konuşmada Allah'ı zikreden, Allah'ın
yaratışının delillerini görerek O'nu anan bir insanın kalbine Allah, bu iç
rahatlığını verir. Dolayısıyla insanların iç rahatlığını veya huzur ve
mutluluğu başka yerlerde aramaları boşunadır.
Şunu unutmamak gerekir ki, samimi
bir Müslüman Allah’ı huzur veya bereket bulmak için değil; Allah’ın rızasını,
sevgisini kazanmak için anar. Rabbimiz buna layık olduğu için, en büyük gerçek
Rabbimiz olduğu için anar. Bu güzellikler de ona Allah’tan bir lütuf olarak
gelir.
EVİNİZDE
AİLENİZLE, DOSTLARINIZLA BİRLİKTEYKEN ALLAH’I NE KADAR ANIYORSUNUZ?
Bazı evler vardır tek kelime bile
Allah’tan bahsedilmez ama futboldan, magazinden, dizilerden, alış verişten,
tatil yerlerinden uzun uzun saatlerce konuşulur. Olaylar, insanlar, haberler
üzerine yorumlar yapılır. Hastalıklardan, eksikliklerden, yanlışlıklardan
şikayet edilir. Bunlar çoğu zaman sıkıntı, endişe ve hüznün hakim olduğu
evlerdir. Çünkü iman zaafiyeti içinde olan ve Allah’ı anmayan, O’nun nimetlerine
şükretmeyen insanlardaki manevi boşluğu hiçbir şey dolduramaz. Bu insanların
kalplerindeki, ruhlarındaki sıkıntı, korku, endişe ve hüzün, yaşadıkları ortama
aynısıyla yansır. Ve bunun devamı olarak da karşılıklı gerginliklerin
yaşandığı, huzursuz, bereketsiz ve kasvetli bir ev ortamı meydana gelir.
İnsanların çoğu bu durumun maddi imkanların geniş veya dar olmasıyla ilgili
olduğunu düşünme eğiliminde olsalar da, çevrelerinde gördükleri sayısız örnek
aslında bu düşüncelerinin yanlış olduğunu kendilerine ispatlar. Zira söz konusu
huzursuzlukların, imkanları son derece geniş bir evde yaşandığını veya bunun
aksine, maddi anlamda mahrumiyetlerle dolu bir evde bu kasvetten eser
olmadığını görmek mümkündür. Çünkü huzur, mutluluk, nur ve bereket maddiyatla
değil, tamamiyle maneviyatla ilgili nimetlerdir.
Öyle evler vardır ki, bu evler gece
gündüz Allah’ın isminin anıldığı evlerdir. Allah’a dua eden, her durumda
şükreden, tertemiz Müslümanların yaşadığı evlerdir. Bu evlerde Allah’ın adının
anılmasından kaynaklanan bir nur, sıcaklık, huzur, ferahlık ve bereket vardır.
Allah bir ayetinde bu evlerde Kendi nurunun bulunduğunu şöyle haber verir:
Allah,
göklerin ve yerin nurudur… (Bu nur,) Allah'ın, onların yüceltilmesine ve
isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir; onların içinde sabah akşam O'nu
tesbih ederler. (Nur Suresi, 35-36)
Müminlerin yaşadığı evler için
Allah, "Allah'ın yüceltilmesine ve
isminin zikredilmesine izin verdiği yerler" demektedir. Çünkü “Allah’ın
nuru”, bu evlerdedir. Ayette açıkça bildirildiği gibi bu nurun kaynağı ve
sebebi Allah’ın güzel isminin anılması, daima hatırlanmasıdır. İşte bu evlerde
iman edenler karşılıklı sohbet etmekte ve Allah’ı anmaktadırlar. Müminler için
karşılıklı sohbet sırasında Allah’ın anılması son derece önemli bir ibadettir. Enfal
Suresi'nin 2. ayetinde denildiği gibi onların "Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir". Bu yüzdendir ki
müminlerin Allah’ı anmaları basit bir konuşma değil, son derece içli ve samimi,
her kelimesi hikmet yüklü, Kuran ayetlerinden örneklerle donatılmış ihlaslı
sohbetlerdir.
Gerçek bir mümin, aklın, maddi ve
manevi güzelliğin, temizliğin, güzel ahlakın hakim olduğu ve içinde sürekli
olarak Allah’ın zikredildiği ortamlardan zevk alır. Ancak, Allah’ın birçok
sıfatının tecelli ettiği evlerde rahat hareket edebilir. Kalbi ve ruhu ancak
böyle bir ortamda huzur bulur. Bu ortam da yalnızca müminlerin bulundukları
ortamdır. Kuran’a göre buralarda, “arınmayı
içten arzulayan” adamlar vardır. (Tevbe
Suresi, 108)
Kuran’a göre müminler için en büyük
ibadet, Allah’ı zikretmektir. Bunun yeri ve zamanı yoktur, müminlerin arasında
her ortamda Allah’ın anıldığı sohbetler oluşabilir. Müminlerin sohbetleri
birbirinden çok farklı konularda olabilir, sonuçta her konuşma, her sohbet
muhakkak Allah’a bağlandığı için müminin sohbetinde 'boş konuşma’ olmaz.
Allah’tan bahsedilmeyen, sonucunun Allah’a bağlanılmadığı bir sohbet insanın
ruhuna sıkıntı veren boş bir konuşmaya döner. Bu yüzden müminler, örneğin güzel
ve estetik bir ev gördüklerinde bunun üzerinde sohbet ederler, çünkü güzel ve
estetik evler cennet nimetlerindendir. Bu konuda sohbet etmek müminin şevkini
ve cennete olan isteğini kamçılar. Mühim olan bu evin, dünyanın geçici bir
metaı olduğunu, yok olmaya mahkum olduğunu, Allah’ın bu görüntüyü müminleri
denemek amacıyla yarattığını unutmamaktır. Çünkü inkarcılar da böyle bir ev
hakkında saatlerce konuşabilirler. Müminin farkı, tüm konuşmalarında Allah’ı
anmasıdır. Çünkü "kalpler yanlızca
Allah’ın zikriyle mutmain olur." (Rad Suresi, 28) Allah müminlere has
vasıfları sayarken "ne ticaret ne
alışveriş onları Allah’ı zikretmekten... tutkuya kaptırıp alıkoymaz" (Nur
Suresi, 37) demiştir.
KURAN’DA
ALLAH’I ZİKREDENLERE MÜJDELER VERİLMEKTEDİR
(Öyle)
Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru
namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar,
kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı)
günden korkarlar. Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve
onlara Kendi fazlından arttıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.
(Nur Suresi, 37-38)
Şüphesiz,
Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar,
gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden
kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve
sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan)
korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler
ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan
kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar;
(işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab
Suresi, 35)
ALLAH KURAN’DA
KENDİSİ’NİN ZİKREDİLMESİNİ EMREDİYOR
Ey
iman edenler, Allah’ı çokça zikredin. (Ahzab Suresi, 41)
Rabbini,
sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara
yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (A’raf Suresi, 205)
Kendileri
Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi
olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir. (Haşr Suresi, 19)
Ve
sabah, akşam Rabbinin adını zikret. (İnsan Suresi, 25)
Namazı
bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin… (Nisa
Suresi, 103)
Öyleyse
(yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) Bana şükredin ve
(sakın) nankörlük etmeyin. (Bakara Suresi, 152)
PEYGAMBER
EFENDİMİZ (S.A.V.) ALLAH’I ÇOK ZİKREDERDİ
Allah Kuran'da, iman edenler için
peygamberlerin yaşamlarında güzel örnekler olduğuna şu şekilde dikkat
çekmiştir:
Andolsun,
sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için
Allah'ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)
Peygamberimiz
(sav), şu veya bu şekilde daima zikirle meşguldü. Allah ile birlikte
olmanın en iyi yolunun O'nu zikretmek olduğunu söylerdi. Peygamberimiz
(sav), Allah'ı zikretme konusunda Kuran'daki bu uyarıları kendi hayatında
mükemmel bir şekilde uygulamıştı. Hadis rivayetlerinde, otururken,
ayaktayken, yürürken, yerken, uykudan evvel, abdest alırken, elbiselerini
giyerken, yolculuğa çıkarken, mescide girerken, kısacası bütün
durumlarda Allah'ı anmayı ihmal etmezdi. Kuran-ı Kerim'de şöyle
buyrulmuştur:
Onlar,
ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin
ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler..." (Al-i İmran Suresi,
191)
"Rabbini,
sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle,
yalvara yalvara, için için zikret..." (A'raf Suresi, 205)
PEYGAMBER EFENDİMİZ
(S.A.V.)’İN ALLAH’I ZİKRETMENİN ÖNEMİ HAKKINDA SÖYLEDİKLERİ
"Başka
gölge bulunmayan kıyamet gününde Allah yedi sınıf insanı kendi gölgeliğinde
gölgelendirir. Bunlardan birisi kimsenin bulunmadığı yerde Allah'ı
zikredip Allah korkusundan gözleri yaşaran kimsedir." (Buhari-Müslim)
"Allahu
Teala dedi ki: Kullarım Beni zikredip, dudaklarını Benim için kıpırdattığı
müddetçe Ben kulumla beraberim. Kulum tenha bir yerde Beni zikrederse,
Ben de onu kendi Zatımla anarım. Cemaatte andığı vakit, Ben de onun
bulunduğu cemaatten daha iyi bir cemaatte onu anarım. Kulum Bana
bir karış yaklaşırsa Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum Bana yürüyerek
gelirse ben ona koşarak gelirim, yani isteklerine süratle icabet
ederim." (Buhari)
"Amellerinizin
en hayırlısını, Allah Katında en makbulünü ve derecelerinizi en
çok yükseltecek olanını, altın ve gümüş infak etmekten daha değerli,
düşman karşısında ölmekten ya da öldürülmekten daha hayırlısını
size bildireyim mi? Daima Allah'ı zikretmenizdir." (Tirmizi)
"Biriniz
uyuduğu zaman şeytan onun ense köküne üç düğüm atar. Her bir düğümü attığı
yere, "Gecen uzun olsun, yat, uyu!" diye eliyle vurur. Şayet o kimse
uyanarak Allah'ı anarsa, düğümlerden biri çözülür. Abdest alırsa, bir düğüm
daha çözülür. Bir de namaz kılarsa, şeytanın attığı bütün düğümler çözülür ve
böylece neşeli ve huzurlu bir şekilde sabahlar. Allah'ı anmaz, abdest alıp
namaz kılmazsa uyuşuk ve tembel bir halde sabahlar." (Buhari, Müslim, Ebu
Davud, İbni Mace)
"Bir kimse
geceleyin karısını uyandırır da beraberce veya her biri kendi başına iki rek'at
namaz kılarlarsa, Allah'ı çok anan erkekler ve Allah'ı çok anan kadınlar
arasına yazılırlar. (Ebu Davud, İbni Mace)
"Sabah
namazından sonra cemaatle birlikte güneş doğuncaya kadar Allah’ı anmak benim
için dünya ve dünyada bulunan bütün nimetlerden daha sevimlidir; keza, İkindi
namazından sonra cemaatle birlikte güneş batıncaya kadar Allah’ı anmak da dünya
ve dünyada olanlardan daha sevimlidir, benim için buyurdu." (Camiüssağır)
"Rabbini
zikredenle etmeyenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir." (Buhari)
Resulullah
sallallahu aleyhi ve sellem:
- "Müferridler öne
geçti" buyurdu. Bunun üzerine sahabiler: - Müferridler ne demektir, ya
Resulallah? diye sordular. Resul-i Ekrem de:- "Allah'ı çok anan erkeklerle kadınlardır" buyurdu. (Müslim, Tirmizi)
- Ya Resulallah! İslamiyet'in emirleri çoğaldı. Bana sıkı sıkıya yapışacağım bir şey söyle, dedi. O da:
- "Dilin hep Allah'ı zikretsin!" buyurdu. (Tirmizi, İbn-i Mace)
1- Allah'ın rızasını kazandırır,
2- İnsandaki ibadet arzusunu artırır,
3- İnsanı şeytandan korur,
4- Kalbi yumuşatır,
5- Günah işlemeyi önler. (T.G/390)
"Zikrin en faziletlisi Lailahe İllallah'tır." (Tirmizi, İbn-i Mace)
"Her namazdan sonra kim otuz üç defa sübhanallah, otuz üç defa elhamdülillah, otuz üç defa Allahu ekber der, yüze tamamlamak için de la ilahe illallahü vahdehu la şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve ala külli şey'in kadir derse, günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile affedilir." (Müslim, Nesai)
- "Sizden biri her gün bin sevap kazanmaktan aciz midir?" diye sordu. Yanında oturanlardan biri:
- Bir kimse her gün bin sevabı nasıl kazanır? diye sordu. Resul-i Ekrem şöyle buyurdu:
- "Yüz defa sübhanallah der, ona bin iyilik yazılır veya bin günahı bağışlanır." (Müslim, Tirmizi)
- "Yanından ayrıldığımdan beri hep burada oturup zikirle mi meşgul oldun?" diye sordu. O da:
- Evet, diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselam şöyle buyurdu:
- "Senin yanından ayrıldıktan sonra üç defa söylediğim şu dört cümle, senin sabahtan beri söylediğin zikirlerle tartılacak olsa, sevap bakımından onlara eşit olur: Sübhanallahi ve bi-hamdihi adede halkihi ve rıza nefsihi ve zinete arşihi ve midade kelimatihi: Yarattıkları sayısınca, kendisinin hoşnut olduğunca, arşının ağırlığınca ve bitip tükenmeyen kelimeleri adedince ben Allah'ı uluhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O'na hamdederim." (Müslim, Ebu Davud)
Bir adam
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem'e hitaben:
"Bir
topluluk Allah'ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını
sarar; Allah'ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekinet iner ve Allah Teala
onları yanında bulunanlara över." (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn-i Mace)
"Allahu
Teala‘nın zikredildiği yerlere, melekler rahmet saçar." (Ebuşşeyh)
Üç kimse şeytan
ve avanesinden korunur: Allah'ı geceli gündüzlü zikreden, seher vakti istiğfar
eden, Allah korkusundan ağlayan. (Ramuz: S/266)
Şu üç şey,
Allah'a yönelişin alametidir: Kalbi tefekküre dalmak, dili zikre adamak, bedeni
ibadete adamak. (T.G/591)
Doğru kimsenin
üç alameti vardır: İbadetlerini gizli yapar, karşılaştığı musibetleri gizler,
daima zikirle meşgul olur. (Menakıb)
Şu dört şey
verilene, çok şey verilmiş olur: Allah'ı zikreden dil, Allah'a şükreden kalp,
sağlam bir vücut, mümin, iyi huylu eş. (T.G/435)
Beş şeyi
aklından çıkarma: Başına gelen musibetin Allah'tan olduğunu, dilini tutmayı,
Allah'ın vadine inanmayı, ölüme hazırlıklı olmayı, her yerde çokça Allah'ı
zikretmeyi. (T.G/387)
"Günahlarından
rücu edip Allah'ı zikirle yarışanlar yarışı kazanmışlardır, zikir onların günah
yüklerini sırtlarından attı ve hafif olarak mahşer yerine geldiler."
(Tirmizi)
"Kul,
kendini Allah'ın azabından kurtarmada zikrullahtan daha müessir bir ameli
işlememiştir." (Tirmizi, İbn-i Mace)
"Allahu
Teala’ya muhabbetin alameti zikrullahı sevmek, nefretin alameti zikrullahı
sevmemektir." (Camiüssağır)
"Gafillerin
arasında Allahu Teala‘yı anan, ölüler arasında canlı gibi, kuru ağaçlar
arasında yeşil ağaç gibi, harpten kaçanlar arasında harbeden asker
gibidir." (Ebu Nuaym)
"Kim bir
yere oturur ve orada Allah'ı zikretmez (ve hiç zikretmeden kalkar) ise
Allah'tan ona bir noksanlık vardır. Kim bir yere yatar, orada Allah'ı
zikretmezse, ona Allah'tan bir noksanlık vardır. Kim bir müddet yürür ve bu
esnada Allah'ı zikretmezse, Allah'tan ona bir noksanlık vardır." (Ebu
Davud)
"Dikkat
edin, dünya ve içindeki şeyler mel'undur. Allah'ı zikretmek ve ona vesile olan
şeyler ile öğretici ve öğrenici olmak müstesnadır." (Tirmizi)
"Tenhada
Allahu Teala‘yı zikreden, kafirlerle tek başına savaşan gibidir." (Şirazi)
Zikrin faydası
beştir:
"Allah’ım,
seni zikretmekte, sana şükretmekte ve senin ibadetini iyi yapmakta bana yardım
et!" (Ebu Davud)
Marifetnamedeki
hadis-i şeriflerde şunlar buyurulmaktadır:
Zikir Allah‘tan
bir nimettir, şükrünü eda ediniz. Her şeyin bir sonu vardır. İnsanoğlunun sonu
da ölümdür. Zikre devam edin; çünkü dünyada size en kolay gelecek, ahirette en
fazla ihtiyaç duyacağınız şey zikirdir.
Kim ki, Allah'ı
zikretmenin sevgisine kavuşmuştur. Allah da onu sevgisine mazhar kılmıştır.
Mevlanın kuluna
bağışı ona zikrini ilham etmesidir.
Her şeyin bir
parlatıcısı vardır. Gönlün parlatıcısı da Allah'ı zikirdir.
Hak Teala’nın
dediği o zikirdir ki, ifadesiyle, onu size
vaadetmiştir. Zira, Onun sizi anması, sizin Onu zikretmenizden daha büyük, daha
güzel, daha tam ve daha mükemmeldir.
Gerçekte şeytan
burnunu insanın yüreğine koyar. Eğer o yürek Mevlayı zikrediyorsa hemen ters
yüz olup kaçar. Eğer o yürek Mevlayı unutmuşsa, onu parça parça çiğneyip yutar.
Bir kimse
Allah’ı zikirden daha fazla kendisini kurtuluşa erdirecek iyi bir amel
işleyemez.
Mevlayı
zikreden, düşmanı tarafından öldürülmek üzere peşine düşülen ve tam ele
geçecekken sağlam bir kale bulup hemen oraya sığınarak, düşmanından kurtulan
kişi gibidir ki, o mü'min kul, kendini şeytandan ancak Allah‘ı zikirle korur.
Yüce Rabbimiz
kudsi hadislerinde şunları buyurmuştur:
"Ya Musa,
seninle beraber olmamı istersen, beni zikredenin yanında ol! Kim Beni nerede ve
ne zaman ararsa bulur." (İbn-i Şahin)
"Zikrimle
meşgul olup Ben'den istemeye vakit bulamayanlara isteyenlerden daha çok
veririm." (Buhari)
“Bir kul benim
zikrimle meşgul olmasından dolayı kendi ihtiyaçlarını talep etmeyi unutursa
ben, o kuluma kendisi istemezden evvel nimetlerimi ihsan ederim.” (Tirmizi)
"Ey
kullarım, Benden başkasıyla niçin meşgul oluyorsunuz? Oysa Ben, sizi
arzuluyorum. Uzun bir cefa değil midir ki bu? Takva sahibleri olan iyilerin
Bana kavuşma arzularından, Ben daha arzuluyum onlara kavuşmaya. Kulumun Beni
zikri çok olursa Ben, ona aşık olurum ve o da Bana aşık olur. Böylece de Beni
bulmuş olur." (Marifetname - S. 429)
Musa (a.s.)
Cenab-ı Hakka hitaben;
"Ya Rabbi!
İstiyorum ki kullarından kimi sevdiğini bileyim de ben de onu seveyim"
dedi. Cenab-ı Hak:
"Beni çok
zikreden kulumu gördüğün vakitte bil ki ben onu severim. Beni zikretmeyenleri
de gördüğünde bil ki ben ona buğz ederim." (Darekutni Efrad’da ve İbn
Asakir Hz. Ömer’den rivayet etmişlerdir.)
"Ey
ademoğlu! Ben kulumun zannında, kendimleyim. Halbuki Beni andığı an onunlayım.
Beni tek başına zikrederse, onu Zatımda Rahmetimle anarım. Beni bir toplulukta
anarsa, Ben de onu daha hayırlı bir toplulukta anarım. Ey Ademoğlu! Beni ancak
Benden başkasını unutan zikreder. Başkasını unutarak Beni zikret ki, aradaki
perdeyi açarak seni anayım. Beni dilinle an ki, seni rızamla anayım. Beni
kalbinle an ki, seni Bana kavuşturarak anayım, Beni küçülerek an ki, seni üstün
kılarak anayım. Beni bollukta an ki, seni darlıkta anayım. Beni mücadele ile an
ki, seni müşahede ile anayım. Beni kulca an ki, seni Rab'ca anayım. Beni fena
ile an ki, seni Beka ile anayım. Ey ademoğlu! Beni unutuyor ve başkasını hatırlıyorsun
hep. Beni zikreden hayırlı bir dille ikram olunmuşken kalbin başkasıyla meşgul.
Eğer Beni bilseydin benden başkasını anmazdın. Ey ademoğlu! Beni zikretmekle
şükretmiş, Beni unutmakla küfretmiş olursun. Ey ademoğlu! Zikrimle nimet bul ve
Benimle ferahla. Ey ademoğlu! Kulumda benim zikrim galip durumda olunca; o
Bana, Ben de ona aşık olurum. Ey ademoğlu! Kim benim zikrimle meşgul olursa,
ona Benden isteyenlere verdiğimden daha üstününü veririm."
PEYGAMBER
EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN BİLDİRDİĞİ FAZİLETLİ ZİKİR VE TESBİHLER
"Kulun
yaptığı her iyilik kıyamet günü teraziye konur. Yalnız "Lailahe
İllallah" kelimesi konmaz. Eğer onu teraziye koysalar, yedi
kat gökten, yerden ve onun içindekilerden ağır gelir." (Taberani)
"Günde yüz
kere “La ilahe illallah diyen kimsenin, kıyamet gününde yüzü ay gibi parlar."
(Taberani)
"La ilahe
illallah diyen bela ve sıkıntılardan kurtulur." (Bezzar)
"La ilahe
illallahı çok söyleyerek imanınızı tazeleyin!" (Taberani)
"Amellerin
kıymetlisi La ilahe illallah demektir." (Hakim)
"La ilahe
illallah demek 99 belayı önler. Bunun en aşağısı sıkıntıdır." (Deylemi)
"Benim ve
diğer Peygamberlerin dediği en üstün şey, La ilahe illallah sözüdür." (Tirmizi)
"La ilahe
illallah diyenin günahları silinir, yerine o kadar sevap yazılır." (E.
Ya’la)
"La ilahe
illallah cennetin anahtarıdır." (İ. Ahmed)
"La ilahe
illallah diyen, sözünde sadık ise, bütün günahları affedilir." (İ. Gazali)
"İhlasla
La ilahe illallah diyen Cennete girer. İhlasla söylemek, söyleyeni haramlardan
alıkoymasıdır." (Taberani)
"La ilahe
illallah" diyen, dünyayı dinden üstün tutmadıkça, Allahu Teala’nın
gazabından ve azabından kurtulur. Dini bırakıp dünyaya (haramlara) sarılırsa,
Allahu Teala, ona; "Yalan söylüyorsun" buyurur. (Hakim)
Şu beş şeyi dilinizden düşürmeyin:
Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu ekber, La ilahe illallah ve La havle vela
kuvvete illa billah. (Taberani)
"Sübhanallah"
diyen Uhuddan daha büyük sevaba kavuşur. "La ilahe illallah" ve "Allahu
ekber" demek de böyledir. (Beyheki)
"Bir kimse
her gün yüz defa, la ilahe illallahü vahdehu la şerike leh, lehü'l-mülkü ve
lehü'l-hamdü ve hüve ala külli şey'in kadir, (Allah'tan başka ilah yoktur;
yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd O'na mahsustur.
O'nun gücü her şeye yeter) derse, on köle azad etmiş kadar sevap kazanır; ona
yüz iyilik sevabı yazılır; yüz günahı bağışlanır; bu zikir o gün akşama kadar o
kimsenin şeytandan korunmasını sağlar. Bu zikri ondan daha fazla tekrarlayan
kimse dışında hiç kimse daha faziletli bir iş yapmamış olur." Resul-i
Ekrem sözüne şöyle devam etti: "Bir kimse günde yüz defa sübhanallahi ve
bi-hamdihi derse, onun günahları deniz köpüğü kadar bile olsa hepsi bağışlanır.
(Buhari, Müslim, Tirmizi, İbn-i Mace)
"Bir kimse
on defa, la ilahe illallahü vahdehu la şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü
ve hüve ala külli şey'in kadir, derse, İsmail aleyhisselam'ın soyundan dört
kimseyi hürriyetine kavuşturmuş gibi sevap kazanır." (Buhari, Müslim,
Tirmizi)
"Dile
hafif, mizana konduğunda ağır gelen ve Rahman olan Allah'ı hoşnut eden iki
cümle vardır: Sübhanallahi ve bi-hamdihi sübhanallahi'l-azim (Ben Allah'ı uluhiyyet
makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O'na hamdederim. Ben Yüce
Allah'ı uluhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tekrar tenzih ederim.)
(Buhari, Müslim, Tirmizi, İbn-i Mace)
Ebu Zer
radıyallahu anh şöyle dedi: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
"Allah'ın en çok hoşlandığı sözü sana bildireyim mi? Allah'ın en çok
hoşlandığı söz, sübhanallahi ve bi-hamdihi demektir", buyurdu. (Müslim)
"Allah
indinde en kıymetli söz, "Sübhanallahi ve bihamdihi"dir." (Müslim)
"Bir kimse
sübhanallahi ve bi-hamdihi (Yüce Allah'ı tesbih ederim ve O’na hamd ederim) derse,
cennette onun için bir hurma ağacı dikilir." (Tirmizi, İbn-i Mace)
"Kim sabah
akşam yüz defa sübhanallahi ve bi-hamdihi: Ben Allah'ı uluhiyyet makamına
yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O'na hamdederim" derse, onun
söylediklerinin bir mislini veya daha fazlasını söyleyen kimse dışında hiçbir
şahıs, kıyamet gününde onun söylediğinden daha faziletli bir zikirle
gelemez." (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)
"Sübhanallahi
velhamdülillahi vela ilahe illallahü vallahu ekber (Allah eksik sıfatlardan
beridir. Hamd Allah’adır. Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür) demek,
benim için, üzerine güneş doğan her şeyden daha kıymetlidir." (Müslim,
Tirmizi)
"İsra
gecesinde İbrahim Aleyhisselam'a rastladım. Bana şunu söyledi: Ya Muhammed!
Ümmetine benden selam söyle ve onlara cennetin toprağının çok güzel, suyunun
tatlı, arazisinin son derece geniş ve dümdüz, ağaçlarının da sübhanallahi
ve'l-hamdü lillahi vela ilahe illallahü vallahu ekber'den ibaret olduğunu haber
ver." (Tirmizi)
Cennette ağaç
yoktur. Tesbih, tahmid, temcid ve tehlil okuyarak, [Yani (Sübhanallahi velhamdü
lillahi ve la ilahe illallahü vallahu ekber) diyerek] oraya çok ağaç dikiniz.
(Müj. m. 302)
"En üstün
tesbih Sübhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahü vallahu ekber’dir."
(Müslim)
"Cennet
hazinesi olan, "Sübhanallahi vel-hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahu
ekber, vela havle vela kuvvete illa billah" demeye devam edenin ağaçtan
yaprak döküldüğü gibi günahları dökülür." (Ramuz)
"Sübhanallahi
velhamdülillahi vela ilahe illallahü vallahu ekber" in beş özelliği: Bunu
okuyan, çok zikredenlerden olur, bu cümleler çok faziletlidirler, bu cümleler
onun, cennette dikili ağacı olur, bunun sebebiyle günahlar dökülür, bunu
okuyana Allah azap etmez. (T.G/395)
"Temizlik imanın
yarısıdır. el-Hamdü lillah duası mizanı, sübhanallahi ve'l-hamdü lillahi zikri
ise yer ile göklerin arasını sevap ile doldurur." (Müslim, Tirmizi)
"Allahu
Teala’nın indinde, tekbiri, tahmidi, tesbihi ve tehlili sebebiyle Müslüman
olarak ihtiyarlayan bir müminden daha efdal kimse yoktur." (İ. Ahmed)
"Farz
namazların ardından okunan zikirleri okuyan -veya bunları yapan- kimse hiçbir
zaman zarara uğramaz. Bunlar otuz üç defa sübhanallah, otuz üç defa
elhamdülillah, otuz dört defa Allahü ekber demektir." (Müslim, Tirmizi, Nesai)
Sa'd İbni Ebu Vakkas radıyallahu anh şöyle dedi: Resulullah
sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında bulunuyorduk. Bize:
Resul-i Ekrem
sallallahu aleyhi ve sellem bir gün sabah namazını kıldıktan sonra, Hazret-i
Cüveyriye namaz kıldığı yerde oturmakta iken erkenden evden çıktı. Kuşluk vakti
tekrar eve döndü. Cüveyriye radıyallahu anha'nın hala yerinde oturmakta
olduğunu görünce:
Sana, arşın
altından, cennet hazinelerinden bir söze delalet edeyim mi? Şöyle dersin:
"La havle vela kuvvete İlla billah" (Allah'tan başka ne men edecek ve
ne de yapacak bir kuvvet vardır.) O zaman Allah buyurur ki: "Kulum teslim
oldu ve selamet buldu." (Ramuz el-Ehadis-1, s. 166/3)
"La havle
ve la kuvvete illa billah okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi
sıkıntıdır." (Hakim)