14 Ocak 2014 Salı

SAKIN ÜMİTSİZ OLMAYIN


            Allah'ın Kuran'da insanlara emrettiği ahlak modelinin en önemli özelliklerinden biri insanın -hangi şartla karşılaşırsa karşılaşsın- hiçbir zaman ümitsizliğe ve olumsuz bir düşünceye kapılmamasıdır. Ümitvar olmak Kuran ahlakının bir gereğidir. Namaz kılmak gibi, oruç tutmak gibi Allah’a karşı ümitvar olmak da Müslüman’ın üzerine farzdır. Aksi yönde ümitsiz bir bakış açısını ise Rabbimiz Kuran’da yasaklamış, bunun ancak iman etmeyenlerin bir özelliği olduğu bildirilmiştir.

 “Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez” (Yusuf Suresi, 87)

            Allah, Kendi rahmetinden umut kesenlerin ancak inkar edenler olduğunu bir başka ayetinde bizlere şu şekilde bildirir:

Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı 'yok sayıp inkar edenler'; işte onlar, Benim rahmetimden umut kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azab onlarındır. (Ankebut Suresi, 23)

            Bazı insanlar istedikleri bir şeyi elde edemeyince, sevdikleri bir şeyi yitirince veya başlarına beklemedikleri kötü bir olay geldiğinde ümitsizliğe kapılırlar. Bunun yanında, ahirette bağışlanmayı, cehennemden kurtulmayı, cennete gitmeyi ümit etmek akıllarına bile gelmez. Hatta ahiret hakkında doğru, Kurani bir bilgiye sahip olmadıklarından cenneti ümit etmenin ne demek olduğundan bile haberleri yoktur.
            Tüm bunların sebebi Kuran'dan habersiz, Kuran'ın gösterdiği doğru yoldan uzak bir yol tutmalarıdır. Alışageldikleri günlük hayatın telaş ve karmaşası içinde başlarına gelen her olumsuzluk onlar için bir üzüntü ve karamsarlık nedeni olur. Kuran’ın öğrettiği bakış açısından uzak yaşayan insanlar gelişen bu olaylar karşısında sarsılır, gittikçe de daha karamsar ve ümitsiz bir ruh haline bürünürler. Ümitsizlik onların bütün enerjilerini, güçlerini, heyacanlarını ellerinden alır. Üzerlerine hüzünlü, kasvetli, endişeli ve bitkin bir hal gelir. Güzel beklentiler, yerini, hep bir olumsuzluk endişesine hatta felaket beklentisine bırakır. İman edenlerin Kuran sayesinde kazandıkları İlahi ilimden, öğüt ve tavsiyelerden habersiz oldukları için şeytanın tüm vesveselerine kulak verir, sayısız endişe, kuruntu ve tasalara kapılırlar. Kendilerine Kuran gönderildiği halde ondan yüz çevirmenin karşılığını hem bu dünyada hem de ahirette maddi ve manevi olarak görürler.
            Ümitsizlik, imansızlığın ya da zayıf bir imanın göstergesidir. Olayları Allah'ın yarattığını, herşeyin bir kader üzerine geliştiğini kavrayamamış olmanın bir sonucudur. Bu, Allah'ın Kuran'da önemle dikkat çektiği bir hatadır. Çünkü ümitsizliğin altında Kuran'a muhalif bir ruh ve düşünce tarzı yatmaktadır. Bu da Allah'ın yasakladığı bir tavırdır. Kuran'a baktığımızda Allah'ın birçok ayette insanlara tevekküllü olmayı, ümitvar olmayı, her olayı hayır gözüyle karşılamayı tavsiye ettiğini görürüz.
            Kişinin kendisi için hazırlanan kadere teslim olması, yaşadıklarında her zaman hayır araması, üzülmemesi, ümitsizliğe kapılmaması ve her şartta şükredici bir kul olması Kuran'a göre en güzel ve en doğru davranış olacaktır:

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler". (Tevbe Suresi, 51)

            Allah bütün evreni, gezegenleri, güneşi, ayı, ağaçları, okyanusları, insanları, hayvanları, kısacası canlı cansız herşeyi yaratan olduğu gibi, bütün olayları da en ince detaylarına kadar yaratandır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. (Enam Suresi, 102)
   
            Müminler her ne olursa olsun, şartlar ne kadar imkansız gibi gözükürse gözüksün Allah'tan ümitlerini asla kesmemelidirler. Zira dünya bir imtihan yeridir. Bu imtihan içinde insan, ömrü boyunca pek çok zorluk ve sıkıntılarla denenir. Hastalanır, işinde başarısız olur, arabasıyla kaza yapar, yaralanır, önemli bir sınavı kazanamaz, sevdiklerini kaybeder, iftiraya uğrar… Bunlara günlük koşuşturma içinde karşılaşılan engeller ve zorluklar da eklendiğinde esaslı bir denemeden geçirilmiş olur.
            Allah’a tevekkül eden bir Müslüman ümitsizlik içinde olan kimselerden çok farklı, hatta tam zıt yönde bir ruh hali yaşar. Olaylar beklediği gibi gelişmese de, önemsediği bir şeyi yitirse de, hasta olsa da, yakınlarını kaybetse de bunların hepsinde hayır görür. Başına her ne gelirse gelsin ilk olarak hemen bunun sonsuz akıl ve merhamet sahibi Allah’ın takdiri olduğunu düşünür ve Allah’ın mutlaka büyük bir hikmetle yarattığına inanır. "...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır..." (Bakara Suresi, 216) ayetinde işaret edildiği gibi dıştan bakıldığında şer gibi görünen bir olayın ardında Allah’ın aslında kendisi için bir hayır ve güzellik gizlediğini bilir.
            Çünkü insanın başına her ne gelirse Allah'ın dilemesiyle gelir. Allah’ın izni olmaksızın bir yaprak dahi kımıldamaz. Hiçbir şey tesadüf eseri veya  rastlantı sonucu oluşmaz. Hiçbir varlık Allah’tan bağımsız, müstakil bir güce sahip değildir. Canlı cansız her şey Allah'ın kontrolündedir ve O’nun takdir ettiği kader dahilinde hareket eder. Dolayısıyla insanın yaşadığı her olay en ince ayrıntısına kadar Allah’ın bilgisi ve izni dahilinde meydana gelir. Etrafımızda gördüğümüz görmediğimiz her türlü canlıyı mükemmel bir tasarımla yaratan, her birine hayat veren Allah'tır. Herşeyi yaratan Allah, yeryüzünde yaşayan ve yaşamış olan her insanı ve her birinin kaderlerini de ayrı ayrı yaratmıştır. Bizden binlerce kilometre uzakta, bambaşka bir kıtada, dünyanın diğer ucundaki bir ülkede yaşayan bir insanın yaşadığı en ince detaylar da Allah'ın kontrolünde gelişmektedir. Allah herşeyi ve her mekanı görmekte, her sesi işitmektedir. Dahası, zaten "mekan", "ses", "görüntü" gibi kavramları bizzat yaratan Allah'tır.
            Bu durumda, herşey Allah'ın kontrolünde iken, kişinin başına gelen bir olay karşısında ümitsizliğe kapılması çok yanlış bir hareket olur. Çünkü o olay, kişi istese de istemese de, mutlaka olacaktır.
            Bir an sonrasının dahi ne olacağı, kişinin ne ile karşılaşacağı belli değildir. Bu noktada tek bilinebilecek olan, kişinin yaşayacaklarının, daha o doğmadan sonsuz evvel öncesinden belli olduğudur. Daha doğru bir ifadeyle, insanın yaşayacağı her an "zamansızlıkta" belirlidir. Kişi, günü, saati geldiğinde o olayı mutlaka yaşayacaktır. Bu, onun kaderidir. Allah'ın belirlemiş olduğu kader mutlaka işleyecektir. Bu gerçekle ilk defa yüz yüze gelen insan "peki, o zaman ne yapabilirim?" diye düşünebilir. Madem herşey kaderde hazır olarak yaratılmıştır ve tümünü Allah bilmektedir; bu durumda kişinin nasıl davranması gerekir?
            Mümin, Allah’ın yarattığı kadere teslim olacak, bununla birlikte karşılaştığı olaylar karşısında elinden geldiğince sebeplere sarılacak, tedbir alacak, olayları hayır yönünde yönlendirmek için çalışacak, ama tüm bunların kader içinde gerçekleştiği ve Allah’ın en hayırlısını önceden takdir ettiğinin bilinci ve rahatlığı içinde olacaktır.
            Bu gerçeğin bilincinde olan bir Müslüman şartlar ne olursa olsun sonsuz merhamet sahibi Rabbimize güvenip dayanmanın huzurunu yaşar. Haline şükreder, Allah’tan hep hayır umar, iyilik ve güzellik umar. Ümit ve beklentilerinin esas hedefi ise ahirettir. Çünkü bu dünya hayatı gelip geçicidir. Ahiret ise sonsuza dek kalacağımız asıl yurdumuzdur. Allah kaderimizde yarattığı olaylarla bizleri dünyada hayra sevk ettiği gibi ahiretimiz için de güzellik diler. Dolayısıyla her olayın hikmetini dünyada görüp anlayacağız diye bir kural yoktur. Allah dilerse bu hikmetleri dünya hayatımızda gösterir, dilerse ahirette karşımıza çıkarır. Ama her halukarda bir Müslüman’ın kalbi Allah’a karşı ümit doludur. Hata yaptığında, bir günah işlediğini düşündüğünde de yine bu ruh halini kaybetmez. Hemen Allah’a samimi kalple tevbe ederek, bu tevbesinin kabulünü Allah’tan umut eder. Daha takva olmayı, daha güzel ahlaklı olmayı, Allah yolunda daha çok hizmet etmeyi, daha samimi, daha sevgi dolu, daha iyi, daha sağlıklı, daha güzel ve nurlu olmayı Allah’tan daima umut eder. Hepsinin üzerinde Rabbimiz’in rızasını, rahmetini ve cennetini büyük bir ümitle arzu eder. Bu ümitvarlık onun kalbinde büyük bir sevinç ve heyecan meydana getirir. Ruhunu, içini açar. Allah aşkıyla coşmasına, neşelenmesine ve gayretlerinde şevklenmesine vesile olur. Ümitvar olmanın Allah'ın bir emri olduğunu, aksinin Allah'ın beğenmediği bir ahlak olduğunu bilmek ve Allah'ı dost edinip, O'nun rızasını kazanmaya çalışmak gerekir.
            Samimi olarak iman eden bir kimse Allah'ın müminlerin dostu ve yardımcısı olduğunu, onlara karşı sonsuz şefkatli ve merhametli olduğunu, Allah'ın salih kullarını hem bu dünyada hem de ahirette büyük bir mükafatla müjdelediğini ve Allah'ın kesinlikle vaadinden dönmeyeceğini bilir. Allah’ın kendisi için hep hayırlı ve güzel olanı dilediğini, kendisine rahmet ve hidayet kapılarını açtığını, önüne sayısız ecir fırsatı serdiğini görür.
            Kuran'ın pek çok ayetinde Allah'ın mümin kullarına bu güzellikleri müjdelediğini görürüz:

"İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır. Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler." (Tevbe Suresi, 20-21)