Allah'ın
Kuran'da insanlara emrettiği ahlak modelinin en önemli özelliklerinden biri
insanın -hangi şartla karşılaşırsa karşılaşsın- hiçbir zaman ümitsizliğe ve
olumsuz bir düşünceye kapılmamasıdır. Ümitvar olmak Kuran ahlakının bir
gereğidir. Namaz kılmak gibi, oruç tutmak gibi Allah’a karşı ümitvar olmak da
Müslüman’ın üzerine farzdır. Aksi yönde ümitsiz bir bakış açısını ise Rabbimiz
Kuran’da yasaklamış, bunun ancak iman etmeyenlerin bir özelliği olduğu
bildirilmiştir.
“Allah’ın rahmetinden umut
kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit
kesmez” (Yusuf Suresi, 87)
Allah,
Kendi rahmetinden umut kesenlerin ancak inkar edenler olduğunu bir başka
ayetinde bizlere şu şekilde bildirir:
Allah'ın ayetlerini ve O'na
kavuşmayı 'yok sayıp inkar edenler'; işte onlar, Benim rahmetimden umut
kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azab onlarındır. (Ankebut Suresi, 23)
Bazı insanlar istedikleri bir şeyi
elde edemeyince, sevdikleri bir şeyi yitirince veya başlarına beklemedikleri
kötü bir olay geldiğinde ümitsizliğe kapılırlar. Bunun yanında, ahirette
bağışlanmayı, cehennemden kurtulmayı, cennete gitmeyi ümit etmek akıllarına
bile gelmez. Hatta ahiret hakkında doğru, Kurani bir bilgiye sahip
olmadıklarından cenneti ümit etmenin ne demek olduğundan bile haberleri yoktur.
Tüm bunların sebebi Kuran'dan
habersiz, Kuran'ın gösterdiği doğru yoldan uzak bir yol tutmalarıdır.
Alışageldikleri günlük hayatın telaş ve karmaşası içinde başlarına gelen her
olumsuzluk onlar için bir üzüntü ve karamsarlık nedeni olur. Kuran’ın öğrettiği
bakış açısından uzak yaşayan insanlar gelişen bu olaylar karşısında sarsılır,
gittikçe de daha karamsar ve ümitsiz bir ruh haline bürünürler. Ümitsizlik
onların bütün enerjilerini, güçlerini, heyacanlarını ellerinden alır.
Üzerlerine hüzünlü, kasvetli, endişeli ve bitkin bir hal gelir. Güzel
beklentiler, yerini, hep bir olumsuzluk endişesine hatta felaket beklentisine
bırakır. İman edenlerin Kuran sayesinde kazandıkları İlahi ilimden, öğüt ve tavsiyelerden
habersiz oldukları için şeytanın tüm vesveselerine kulak verir, sayısız endişe,
kuruntu ve tasalara kapılırlar. Kendilerine Kuran gönderildiği halde ondan yüz
çevirmenin karşılığını hem bu dünyada hem de ahirette maddi ve manevi olarak
görürler.
Ümitsizlik, imansızlığın ya da zayıf
bir imanın göstergesidir. Olayları Allah'ın yarattığını, herşeyin bir kader
üzerine geliştiğini kavrayamamış olmanın bir sonucudur. Bu, Allah'ın Kuran'da
önemle dikkat çektiği bir hatadır. Çünkü ümitsizliğin altında Kuran'a muhalif
bir ruh ve düşünce tarzı yatmaktadır. Bu da Allah'ın yasakladığı bir tavırdır.
Kuran'a baktığımızda Allah'ın birçok ayette insanlara tevekküllü olmayı,
ümitvar olmayı, her olayı hayır gözüyle karşılamayı tavsiye ettiğini görürüz.
Kişinin kendisi için hazırlanan
kadere teslim olması, yaşadıklarında her zaman hayır araması, üzülmemesi,
ümitsizliğe kapılmaması ve her şartta şükredici bir kul olması Kuran'a göre en
güzel ve en doğru davranış olacaktır:
De ki:
"Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet
etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül
etmelidirler". (Tevbe Suresi, 51)
Allah bütün evreni, gezegenleri,
güneşi, ayı, ağaçları, okyanusları, insanları, hayvanları, kısacası canlı cansız
herşeyi yaratan olduğu gibi, bütün olayları da en ince detaylarına kadar
yaratandır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
İşte
Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır,
öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. (Enam Suresi, 102)
Müminler her ne olursa olsun,
şartlar ne kadar imkansız gibi gözükürse gözüksün Allah'tan ümitlerini asla
kesmemelidirler. Zira dünya bir imtihan yeridir. Bu imtihan içinde insan, ömrü
boyunca pek çok zorluk ve sıkıntılarla denenir. Hastalanır, işinde başarısız
olur, arabasıyla kaza yapar, yaralanır, önemli bir sınavı kazanamaz,
sevdiklerini kaybeder, iftiraya uğrar… Bunlara günlük koşuşturma içinde
karşılaşılan engeller ve zorluklar da eklendiğinde esaslı bir denemeden
geçirilmiş olur.
Allah’a tevekkül eden bir Müslüman ümitsizlik
içinde olan kimselerden çok farklı, hatta tam zıt yönde bir ruh hali yaşar.
Olaylar beklediği gibi gelişmese de, önemsediği bir şeyi yitirse de, hasta olsa
da, yakınlarını kaybetse de bunların hepsinde hayır görür. Başına her ne
gelirse gelsin ilk olarak hemen bunun sonsuz akıl ve merhamet sahibi Allah’ın
takdiri olduğunu düşünür ve Allah’ın mutlaka büyük bir hikmetle yarattığına
inanır. "...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için
hayırlıdır..." (Bakara Suresi, 216) ayetinde işaret edildiği gibi
dıştan bakıldığında şer gibi görünen bir olayın ardında Allah’ın aslında
kendisi için bir hayır ve güzellik gizlediğini bilir.
Çünkü insanın başına her ne gelirse
Allah'ın dilemesiyle gelir. Allah’ın izni olmaksızın bir yaprak dahi
kımıldamaz. Hiçbir şey tesadüf eseri veya rastlantı sonucu oluşmaz.
Hiçbir varlık Allah’tan bağımsız, müstakil bir güce sahip değildir. Canlı cansız
her şey Allah'ın kontrolündedir ve O’nun takdir ettiği kader dahilinde hareket
eder. Dolayısıyla insanın yaşadığı her olay en ince ayrıntısına kadar Allah’ın
bilgisi ve izni dahilinde meydana gelir. Etrafımızda gördüğümüz görmediğimiz
her türlü canlıyı mükemmel bir tasarımla yaratan, her birine hayat veren
Allah'tır. Herşeyi yaratan Allah, yeryüzünde yaşayan ve yaşamış olan her insanı
ve her birinin kaderlerini de ayrı ayrı yaratmıştır. Bizden binlerce kilometre
uzakta, bambaşka bir kıtada, dünyanın diğer ucundaki bir ülkede yaşayan bir
insanın yaşadığı en ince detaylar da Allah'ın kontrolünde gelişmektedir. Allah
herşeyi ve her mekanı görmekte, her sesi işitmektedir. Dahası, zaten
"mekan", "ses", "görüntü" gibi kavramları bizzat
yaratan Allah'tır.
Bu durumda, herşey Allah'ın
kontrolünde iken, kişinin başına gelen bir olay karşısında ümitsizliğe
kapılması çok yanlış bir hareket olur. Çünkü o olay, kişi istese de istemese
de, mutlaka olacaktır.
Bir an sonrasının dahi ne olacağı,
kişinin ne ile karşılaşacağı belli değildir. Bu noktada tek bilinebilecek olan,
kişinin yaşayacaklarının, daha o doğmadan sonsuz evvel öncesinden belli
olduğudur. Daha doğru bir ifadeyle, insanın yaşayacağı her an
"zamansızlıkta" belirlidir. Kişi, günü, saati geldiğinde o olayı
mutlaka yaşayacaktır. Bu, onun kaderidir. Allah'ın belirlemiş olduğu kader
mutlaka işleyecektir. Bu gerçekle ilk defa yüz yüze gelen insan "peki, o
zaman ne yapabilirim?" diye düşünebilir. Madem herşey kaderde hazır olarak
yaratılmıştır ve tümünü Allah bilmektedir; bu durumda kişinin nasıl davranması
gerekir?
Mümin, Allah’ın yarattığı kadere
teslim olacak, bununla birlikte karşılaştığı olaylar karşısında elinden
geldiğince sebeplere sarılacak, tedbir alacak, olayları hayır yönünde
yönlendirmek için çalışacak, ama tüm bunların kader içinde gerçekleştiği ve
Allah’ın en hayırlısını önceden takdir ettiğinin bilinci ve rahatlığı içinde
olacaktır.
Bu gerçeğin bilincinde olan bir
Müslüman şartlar ne olursa olsun sonsuz merhamet sahibi Rabbimize güvenip
dayanmanın huzurunu yaşar. Haline şükreder, Allah’tan hep hayır umar, iyilik ve
güzellik umar. Ümit ve beklentilerinin esas hedefi ise ahirettir. Çünkü bu
dünya hayatı gelip geçicidir. Ahiret ise sonsuza dek kalacağımız asıl
yurdumuzdur. Allah kaderimizde yarattığı olaylarla bizleri dünyada hayra sevk
ettiği gibi ahiretimiz için de güzellik diler. Dolayısıyla her olayın hikmetini
dünyada görüp anlayacağız diye bir kural yoktur. Allah dilerse bu hikmetleri
dünya hayatımızda gösterir, dilerse ahirette karşımıza çıkarır. Ama her
halukarda bir Müslüman’ın kalbi Allah’a karşı ümit doludur. Hata yaptığında,
bir günah işlediğini düşündüğünde de yine bu ruh halini kaybetmez. Hemen
Allah’a samimi kalple tevbe ederek, bu tevbesinin kabulünü Allah’tan umut eder.
Daha takva olmayı, daha güzel ahlaklı olmayı, Allah yolunda daha çok hizmet
etmeyi, daha samimi, daha sevgi dolu, daha iyi, daha sağlıklı, daha güzel ve
nurlu olmayı Allah’tan daima umut eder. Hepsinin üzerinde Rabbimiz’in rızasını,
rahmetini ve cennetini büyük bir ümitle arzu eder. Bu ümitvarlık onun kalbinde
büyük bir sevinç ve heyecan meydana getirir. Ruhunu, içini açar. Allah aşkıyla
coşmasına, neşelenmesine ve gayretlerinde şevklenmesine vesile olur. Ümitvar
olmanın Allah'ın bir emri olduğunu, aksinin Allah'ın beğenmediği bir ahlak
olduğunu bilmek ve Allah'ı dost edinip, O'nun rızasını kazanmaya çalışmak
gerekir.
Samimi olarak iman eden bir kimse
Allah'ın müminlerin dostu ve yardımcısı olduğunu, onlara karşı sonsuz şefkatli
ve merhametli olduğunu, Allah'ın salih kullarını hem bu dünyada hem de ahirette
büyük bir mükafatla müjdelediğini ve Allah'ın kesinlikle vaadinden
dönmeyeceğini bilir. Allah’ın kendisi için hep hayırlı ve güzel olanı
dilediğini, kendisine rahmet ve hidayet kapılarını açtığını, önüne sayısız ecir
fırsatı serdiğini görür.
Kuran'ın pek çok ayetinde Allah'ın
mümin kullarına bu güzellikleri müjdelediğini görürüz:
"İman
edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad
edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa'
erenler bunlardır. Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar
için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler." (Tevbe
Suresi, 20-21)