İnternet ve televizyon olmasaydı, her
şey ne kadar zor olurdu. Gerçekten hayatımızda çok büyük bir konfor onların
varlığı… İstediğimiz anda dünyanın her yerindeki her olayın en güncel, en
gerçek, en doğru bilgisine ve görüntüsüne hemen ulaşabiliyoruz.
Evimizden dışarı dahi çıkmadan dünyanın
dört bir köşesini, sanki oradaymış gibi seyredebiliyor; dünyanın tüm
güzelliklerinden, sosyal aktivitelerinden, etkinliklerinden faydalanabiliyoruz.
Gitmediğimiz yerleri, görmediğimiz insanları, bilmediğimiz kültürleri
tanıyabilme imkanı buluyoruz.
Sadece kendi aklımız, bilgimiz ve
kültürümüzün sınırları içerisinde yaşamak zorunda kalmıyor; bizim dışımızda
binlerce farklı kültürden, binlerce farklı bilgiye sahip, binlerce farklı aklın
gücünden istifade edebiliyoruz.
Sadece kendi hayal gücümüzü değil,
milyarlarca insanın hayal gücünü kullanabiliyoruz.
Sadece kendi zevk anlayışımızla sınırlı
kalmıyoruz; dekorasyondan, giyime, saç modellerinden, yemek çeşitlerine kadar
dünyanın en önde gelen tasarımcılarının, uzmanlarının zevklerinden
yararlanabiliyoruz.
Tüm bunlar gerçekten de hayatımıza
büyük renk ve güzellik katıyor. Bu yüzden internet ve televizyon bu yüzyılın
‘olmazsa olmazları’ adeta.
Ancak her insanın elindeki bir imkanı,
bir fırsatı ya da bir nimeti kullanma şekli bir diğerinden çok farklı. Kimileri
internet ve televizyonu sadece bu bakış açısıyla değerlendirirken, kimileri de
bunları ‘amaçsızca oyalanmanın’ bir yolu olarak kullanıyor. Hayata bakış
açılarındaki boşluğu, televizyon internet gibi araçların sunduğu detaylarla ile
doldurmaya çalışıyorlar. Yemek, uyumak, para kazanmak gibi sadece fiziksel
anlamda ‘yaşayabilmeyi’ amaçlayan ve hayatta daha büyük ideallerin peşinde
olmayan insanlara göre internet ve TV, vakit öldürmenin, zaman harcamanın iyi
bir yolu.
Kimileri içinse internet ve
televizyonun insanlara sundukları, neredeyse yaşamın asıl hedefi olmuş durumda.
Sabah evinden çıkan böyle bir insanın bütün telaşı, bir an önce işlerini
bitirip belirli bir saatte başlayan bir dizi, yarışma ya da takipçisi olduğu
benzer bir programa yetişmekle sınırlı. Gün içindeki en büyük hedefi neredeyse bu
olmuş. Daha büyük bir ideali, daha iyi bir sonuç alabilmek için çabaladığı bir
amacı yok.
İnternet ve televizyon onun için bir
nimet değil, tam tersine o internet ve televizyonun esiri olmuş halde. Bu hale
gelmiş insanlar arasında çok çeşitli kitleler var.
Kimisi sadece televizyon kanallarındaki
Türk dizilerinin vazgeçilmez takipçisi. Her kanalda, hemen her gün yayınlanan tek
bir diziyi takip etse, ve en az on televizyon kanalındaki dizileri seyretse,
gününün ne kadar büyük bir bölümünün bu hayali senaryolarla oyalanmakla
geçtiğini az çok anlayabiliriz. Bu kimseler gece yatacakları saatten itibaren
her şeylerini; sabah uyanacakları, evden çıkacakları, çocuklarına ailelerine
ayıracakları vakitlerini dahi dizilere göre planlıyorlar. Diziyi sadece
seyretmekle de kalmıyor, diziden sonraki vakitlerinde de arkadaşlarıyla ya bir
araya gelerek ya da telefon yoluyla seyrettikleri son bölüm hakkında saatlerce
konuşabiliyorlar. Magazin programlarında bu diziler ya da dizilerin oyuncuları
hakkında yapılan haberleri, eleştiri ve yorumları takip etmek de, onlara ayrı
bir zevk veriyor.
Bir
başka kitle ise, yabancı film ve dizilerin peşinde. Hemen her sezon zaten, bir
önceki sezon başlamış olup halen devam eden dizilere, yenileri de ekleniyor.
Her birinde dünya çapında tanınmış oyuncuların yer alması, takipçilerin her
başlayan yeni diziyi, mecvut listelerine eklemelerine neden oluyor. Bazı
kimseler ‘online dizi/film izle’ gibi siteleri titizlikle takip ederek,
internete düştüğü anda dizilerin yeni bölümlerini hemen seyrediyorlar. Bir
dizinin tek bir bölümü dahi, takipçileri tarafından kaçırılmasın diye, gün
boyunca tekrar tekrar yayınlanıyor. Ve aynı anda birçok kanalda birden onlarca
farklı dizi, aynı şekilde tekrarlanıyor. İşte yabancı dizilerin ‘hastası’
haline gelmiş bu kitle de günlerinin büyük bölümünü bu imkanları kullanarak
yabancı dizileri seyrederek geçiriyorlar.
Diğer
bir kitle ise hepimizin bildiği gibi hayatlarını sosyal paylaşım sitelerinde
geçiriyor. Ve kuşkusuz ki sosyal paylaşım siteleri eğer bir amaç doğrultusunda,
güzel ahlakla, akılla, vicdanla kullanılırsa hepsi büyük nimet. Bir anda
binlerce insana birden ulaşabilmenin güzel bir yolu. Ama bazı kimseler, sadece
oyalanmak, vakit geçirmek hatta insanları rahatsız etmek için kullanıyor. Hemen
her konuda herkesle fikir çatışmasına girerek etrafa rahatsızlık veriyorlar. Ya
da bu imkanları kendilerinden farklı düşüncelere sahip olan insanlara hakaret
edebilmenin, aleyhte propaganda yapıp karalayabilmenin, iftira atabilmenin bir
yolu olarak kullanıyorlar.
Elbette
ki film ya da dizi seyretmek veya internetin sunduğu farklı imkanlardan
faydalanmak, insanın kendisini geliştirmesinde, yeni bakış açıları edinmesinde,
düşünce ufkunu genişletmesinde katkı sağlayabilecek birer imkan olabilir. Hatta
insan kimi zaman sırf aklını dağıtmak, dinlenmek ya da sırf eğlenmek için,
istediği filmi, diziyi hatta televizyondaki reklamları bile seyredebilir.
İnternette her konuda çeşitli sayfaları inceleyebilir. Burada eleştirilen
seyredilenlerdense, seyredenlerin hayata bakış açılarındaki boşluk, amaçsızlık,
yüzeyselliktir. İnternette kullanılan imkanlardansa, bunu kullananların nasıl
bir kültür içerisinde olduklarıdır. Ve bu insanların vakitlerini harcamak
isteyecekleri, zevk alacakları daha büyük bir ülkülerinin olmayışıdır. Ve tüm
bunları akıllı, şuurlu, bilinçli bir şekilde kullanmak varken, bu araçların
onları yönlendiren, hayatlarını şekillendiren, akıllarını onlardan alan birer
hastalık haline gelmiş olmasıdır. Ve tüm bunları yaparken ölçüsüz bir noktaya
gelmiş olmalarıdır. İnsanın kısacık ve hızla geçen ömründe tek bir dakika bile
çok kıymetliyken, bu insanların 24 saatin büyük bölümünü hayal ürünü
senaryoları seyretmeye, onlar için heyecanlanmaya, üzülmeye, sevinmeye ayırmış
olup, bunlarla nasıl oyalandıklarının farkında bile varmamalarıdır. İnternet ve
televizyonu amaçsızca kullanan tüm bu insanların ortak noktası adeta onların
birer esiri haline gelmiş olmalarıdır. Televizyon veya bilgisayara bakarken
akılları neredeyse tamamen kapanmışcasına, yaşadıkları dünyayla, çevrelerindeki
insanlarla tüm insani bağlarının kesilmiş olmasıdır. Yüzlerinde dolu, derin bir
insanın yüz ifadesindense, bomboş, anlamsız, sati, kof bir ifadenin yer
almasıdır.
Bu
insanlar sadece beş on dakika durup düşünseler; dizi seyretmeye, internette
bomboş sayfalarda dolaşmaya ayırdıkları vakitlerde neler yapabileceklerini, bu
vakitler içerisinde maddi manevi ne kadar çok şey kazanabileceklerini bir
anlasalar, hayata yepyeni bir perspektifle, bambaşka bir açıdan bakabilirler
belki de. 20 yaşında olup da, istediği her şeyi yapabilecek güç ve sağlıkta
iken günlerinin büyük bölümünü ekran başında harcayan bir insan, 70 yaşına
gelip, sağlığını, gücünü, enerjisini kaybettiğinde, o eski imkanlarına bir daha
dönebilmiş olmayı nasıl da canı gönülden isteyecektir. 70 yaşında iken “Şimdiki
aklım, o zamanki gücüm, sağlığım vaktim olsaydı, sabahtan akşama kadar dizi
seyretmek yerine, neler yapardım” diyecektir. “O zamanki sıhhatim, kuvvetim
şimdi yine olsaydı, vaktimi sevmeye, sevilmeye, neşeye, eğlenmeye, iyilikler,
güzellikler yapmaya, kendime sevdiklerime maddi manevi güzellikler kazandırmaya
ayırırdım” diyecektir.
Elbette
ki Allah'tan korkan, Kuran'a bağlı, ahirete inanan bir insan için bu
mantıkların hiçbirine ihtiyaç yoktur. Tüm bunlar imanı gereği gibi bilmeyen
insanların kıyas yapıp anlamaları ve daha iyisini tercih etmeleri içindir.
Yoksa
Allah'tan korkan bir insan için tek bir saniye bile çok değerlidir ve bu
saniyeyi dahi nasıl geçireceğine imanıyla, aklıyla vicdanıyla karar verir.
Uyku, yemek dinlenmek gibi zaruri ihtiyaçlarını bile akılcı bir mantık
içerisinde en aza indirerek Allah'ın verdiği bu kısa hayata olabildiğince çok
şey sığdırmaya çalışır. Aklını, vicdanını, ahlakını, iradesini, gücünü,
enerjisini olabilecek en iyi şekilde kullanarak, en doğru, en güzel, en iyi
şeyleri yapmaya çabalar.
Bu
nedenle de bir yandan dünyada kendisine sunulan tüm imkanları, televizyonu,
interneti en iyi şekilde kullanırken, bir yandan da yaşadığı her saniye dünya
ve ahiret için bir güzellik kazanma ve peşindedir. Allah Kuranda Müslümanın
vaktini kullanmadaki bu vicdan ve şuur açıklığını şöyle bildirir:
“Şu halde boş
kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et. Ve yalnızca
Rabbine rağbet et.” (İnşirah Suresi, 7-8)
NE EKERSENİZ
ONU BİÇERSİNİZ!
Dizilerde, kliplerde, şarkı sözlerinde
ve bazı haberlerde yoğun şekilde hakim olan negatif duygular var. Hepsinde olmasa
da büyük oranda var.
Olumsuz telkin çok fazla. Dram,
melankoli, gerilim, korku, şiddet, endişe, ihanet, öfke, kin, sevgisizlik,
egoistlik, acımasızlık, kıskançlık, intikam dürtüsü, gerçek olmayan bir dünyaya
imrendirme, dünya hırsı...
Donuk bakışlar, sevgisiz diyaloglar,
samimiyetsiz iltifatlar, tevekkülsüz tavırlar, karamsar şarkı sözleri, karanlık
mekanlar, haksızlığa uğramış olması nedeniyle başkalarına her türlü haksızlığı
yapmayı makul gören karakterler, acımasız rekabet ortamında gittikçe
gaddarlaşan yarışmacılar, evliliği yatırım boyutuna indirgemiş insanlar...
Sevgiye, neşeye, merhamete, şefkate,
kardeşliğe, vefaya, sadakate, samimiyete, tevekküle dair telkinler ise yok
denecek kadar az.
İyi karakterler, doğru telkinler, güzel
mesajlar hiç mi yok diyeceksiniz. Elbette ki var. Ama çok azınlıkta.
Bilgilendirici, ufuk açıcı programlar
yok mu diyeceksiniz. Evet var ama yine çok azınlıkta.
Diyeceksiniz ki faydalı şeyler
seyredebilirsin, seçim yapabilirsin. Elbette ki doğru bir bakış açısı bu ama
acaba toplumun tamamından böyle bir bilinçli tercih yapmalarını bekleyebilir
miyiz?
Eğer gerçekten böyle bir tercih
yapılıyor olsaydı, kültür-sanat, genel kültür, belgesel tarzı programların en
çok reklam alan ve en çok izlenen programlar olması gerekirdi. Ama mevcut durum
herkesin malumu...
Peki söz konusu programların insanlara
etkisi nasıl? Tüm gün boyunca çalışıp yorulmuş insanlar akşam eve geldiklerinde
bu yayınları seyredip daha da geriliyor, gereksiz yere hüzünleniyor, negatif
duygularla ve telkinlerle dolup taşıyor. Kafa dağıtıp dinleneceklerini,
eğleneceklerini, rahatlayacaklarını düşünüyorlar ama bilinçaltlarına yollanan
gizli ve açık telkinler nedeniyle çok daha fazla ümitsizlik, huzursuzluk ve
tatminsizlik yaşıyorlar.
Olumlu telkinleri ise ya hiç almıyorlar
ya da yeterli oranda alamıyorlar.
Faydalı bir bilgi ediniyorlar mı?
Hayır!
Faydalı bir telkin alıyorlar mı? Hayır!
Hayatlarında köklü bir değişime,
bir canlanmaya vesile olacak bir bakış açısı kazanıyorlar mı? Yine hayır!
Televizyonda durum böyleyken iş
hayatında ve toplumsal hayatta insanların birbirlerine karşı olan
sevgisizliklerine ve güvensizliklerine şaşırmamak lazım. İş hayatındaki
acımasız rekabet koşulları, okul hayatında ve sosyal yaşamda karşılaşılan
olumsuz tavırlar ve telkinler de buna tuz biber oluyor.
Peki topluma kardeşliği, sevgiyi,
şefkati, merhameti kim öğütleyecek? Güzel ahlaka dair telkinler nerden
alınacak? İnsanların Allah’ı, ahireti, yaratılış amaçlarını hatırlamalarına ne
vesile olacak?
Televizyonda, gazetelerde, internette,
okulda, aile hayatında, sosyal yaşamda bu olumlu telkinler insanlara verilmezse
nasıl bir toplum manzarasıyla karşılaşacağımız açık değil mi? İnsanlar giderek
gaddarlaşır, bencilleşir, bireyleşir. Komşuluk, akrabalık, aile bağları
zayıflar. Suç işleme oranları ve depresyon artar. İnanç zayıflar.
Halbuki televizyon müthiş bir telkin
aracıdır. Her kesimden, her yaştan, her inançtan insana aynı anda
ulaşabildiğiniz mucize bir iletişim imkanıdır.
Dostluğun, kardeşliğin vurgulanacağı, merhametin,
şefkatin, yardımlaşmanın, hoşgörünün, affediciliğin, paylaşmanın özendirileceği
yapımlar hazırlansa toplumun da bundan fevkalade olumlu şekilde telkinler
alması mümkün olur. Güzel ahlak örnekleri gören insanların içi açılır, kalbi
ferahlar. Ümitvar, fekadar, cefakar bir toplum ortaya çıkar. Kendilerini
özdeşleştirdikleri, sevdikleri sanatçılardan, oyunculardan imana dair, ahirete
dair, güzel ahlaka dair sözler duyan, uygulamalar gören insanlar bu ahlaka özenir.
Sevgiden, kardeşlikten, dinden, imandan
daha fazla bahseden televizyon programlarına ihtiyacımız var. Sadece televizyon
programları değil. Bu nitelikte daha çok haberlere, sohbetlere, edebi eserlere,
köşe yazılarına, internet sitelerine, sosyal medya paylaşımlarına ihtiyacımız
var. Bunlar çoğunlukta olduğunda diğerlerinin olumsuz etkileri de kendiliğinden
ortadan kalkacaktır.
Televizyon kanallarının yöneticileri ve
sahipleri, reklam verenler, senaristler, yapımcılar, oyuncular hepsi ama hepsi
bu toplumsal sorumluluğu mutlaka hissetmelidir. Yalnızca ticari kaygılarla,
rating hırsıyla hareket etmemelidir.
Milyonlarca kişiye etkili bir şekilde
ve aynı anda ulaşma imkanına sahip olan her inançlı kişi, kurum veya mecra,
Allah’ın Al-i İmran Suresi’nin 104. ayetinde bildirdiği “Sizden; hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran
topluluk bulunsun” emrini gereğini yerine getirmeyi ve bu topluluğun bir
üyesi olmayı istemelidir.
Şunu unutmamak lazım! Topluma neyin
telkinini verirseniz toplumda onu göreceksiniz. Ne ekerseniz onu biçersiniz.