14 Ocak 2014 Salı

TELEVİZYON DİZİLERİ, FİLMLER VE İNTERNETE ESİR OLMAYIN


İnternet ve televizyon olmasaydı, her şey ne kadar zor olurdu. Gerçekten hayatımızda çok büyük bir konfor onların varlığı… İstediğimiz anda dünyanın her yerindeki her olayın en güncel, en gerçek, en doğru bilgisine ve görüntüsüne hemen ulaşabiliyoruz.
Evimizden dışarı dahi çıkmadan dünyanın dört bir köşesini, sanki oradaymış gibi seyredebiliyor; dünyanın tüm güzelliklerinden, sosyal aktivitelerinden, etkinliklerinden faydalanabiliyoruz. Gitmediğimiz yerleri, görmediğimiz insanları, bilmediğimiz kültürleri tanıyabilme imkanı buluyoruz.
Sadece kendi aklımız, bilgimiz ve kültürümüzün sınırları içerisinde yaşamak zorunda kalmıyor; bizim dışımızda binlerce farklı kültürden, binlerce farklı bilgiye sahip, binlerce farklı aklın gücünden istifade edebiliyoruz.
Sadece kendi hayal gücümüzü değil, milyarlarca insanın hayal gücünü kullanabiliyoruz.
Sadece kendi zevk anlayışımızla sınırlı kalmıyoruz; dekorasyondan, giyime, saç modellerinden, yemek çeşitlerine kadar dünyanın en önde gelen tasarımcılarının, uzmanlarının zevklerinden yararlanabiliyoruz.
Tüm bunlar gerçekten de hayatımıza büyük renk ve güzellik katıyor. Bu yüzden internet ve televizyon bu yüzyılın ‘olmazsa olmazları’ adeta.
Ancak her insanın elindeki bir imkanı, bir fırsatı ya da bir nimeti kullanma şekli bir diğerinden çok farklı. Kimileri internet ve televizyonu sadece bu bakış açısıyla değerlendirirken, kimileri de bunları ‘amaçsızca oyalanmanın’ bir yolu olarak kullanıyor. Hayata bakış açılarındaki boşluğu, televizyon internet gibi araçların sunduğu detaylarla ile doldurmaya çalışıyorlar. Yemek, uyumak, para kazanmak gibi sadece fiziksel anlamda ‘yaşayabilmeyi’ amaçlayan ve hayatta daha büyük ideallerin peşinde olmayan insanlara göre internet ve TV, vakit öldürmenin, zaman harcamanın iyi bir yolu.
Kimileri içinse internet ve televizyonun insanlara sundukları, neredeyse yaşamın asıl hedefi olmuş durumda. Sabah evinden çıkan böyle bir insanın bütün telaşı, bir an önce işlerini bitirip belirli bir saatte başlayan bir dizi, yarışma ya da takipçisi olduğu benzer bir programa yetişmekle sınırlı. Gün içindeki en büyük hedefi neredeyse bu olmuş. Daha büyük bir ideali, daha iyi bir sonuç alabilmek için çabaladığı bir amacı yok.
İnternet ve televizyon onun için bir nimet değil, tam tersine o internet ve televizyonun esiri olmuş halde. Bu hale gelmiş insanlar arasında çok çeşitli kitleler var.
Kimisi sadece televizyon kanallarındaki Türk dizilerinin vazgeçilmez takipçisi. Her kanalda, hemen her gün yayınlanan tek bir diziyi takip etse, ve en az on televizyon kanalındaki dizileri seyretse, gününün ne kadar büyük bir bölümünün bu hayali senaryolarla oyalanmakla geçtiğini az çok anlayabiliriz. Bu kimseler gece yatacakları saatten itibaren her şeylerini; sabah uyanacakları, evden çıkacakları, çocuklarına ailelerine ayıracakları vakitlerini dahi dizilere göre planlıyorlar. Diziyi sadece seyretmekle de kalmıyor, diziden sonraki vakitlerinde de arkadaşlarıyla ya bir araya gelerek ya da telefon yoluyla seyrettikleri son bölüm hakkında saatlerce konuşabiliyorlar. Magazin programlarında bu diziler ya da dizilerin oyuncuları hakkında yapılan haberleri, eleştiri ve yorumları takip etmek de, onlara ayrı bir zevk veriyor.
  Bir başka kitle ise, yabancı film ve dizilerin peşinde. Hemen her sezon zaten, bir önceki sezon başlamış olup halen devam eden dizilere, yenileri de ekleniyor. Her birinde dünya çapında tanınmış oyuncuların yer alması, takipçilerin her başlayan yeni diziyi, mecvut listelerine eklemelerine neden oluyor. Bazı kimseler ‘online dizi/film izle’ gibi siteleri titizlikle takip ederek, internete düştüğü anda dizilerin yeni bölümlerini hemen seyrediyorlar. Bir dizinin tek bir bölümü dahi, takipçileri tarafından kaçırılmasın diye, gün boyunca tekrar tekrar yayınlanıyor. Ve aynı anda birçok kanalda birden onlarca farklı dizi, aynı şekilde tekrarlanıyor. İşte yabancı dizilerin ‘hastası’ haline gelmiş bu kitle de günlerinin büyük bölümünü bu imkanları kullanarak yabancı dizileri seyrederek geçiriyorlar.
  Diğer bir kitle ise hepimizin bildiği gibi hayatlarını sosyal paylaşım sitelerinde geçiriyor. Ve kuşkusuz ki sosyal paylaşım siteleri eğer bir amaç doğrultusunda, güzel ahlakla, akılla, vicdanla kullanılırsa hepsi büyük nimet. Bir anda binlerce insana birden ulaşabilmenin güzel bir yolu. Ama bazı kimseler, sadece oyalanmak, vakit geçirmek hatta insanları rahatsız etmek için kullanıyor. Hemen her konuda herkesle fikir çatışmasına girerek etrafa rahatsızlık veriyorlar. Ya da bu imkanları kendilerinden farklı düşüncelere sahip olan insanlara hakaret edebilmenin, aleyhte propaganda yapıp karalayabilmenin, iftira atabilmenin bir yolu olarak kullanıyorlar.
  Elbette ki film ya da dizi seyretmek veya internetin sunduğu farklı imkanlardan faydalanmak, insanın kendisini geliştirmesinde, yeni bakış açıları edinmesinde, düşünce ufkunu genişletmesinde katkı sağlayabilecek birer imkan olabilir. Hatta insan kimi zaman sırf aklını dağıtmak, dinlenmek ya da sırf eğlenmek için, istediği filmi, diziyi hatta televizyondaki reklamları bile seyredebilir. İnternette her konuda çeşitli sayfaları inceleyebilir. Burada eleştirilen seyredilenlerdense, seyredenlerin hayata bakış açılarındaki boşluk, amaçsızlık, yüzeyselliktir. İnternette kullanılan imkanlardansa, bunu kullananların nasıl bir kültür içerisinde olduklarıdır. Ve bu insanların vakitlerini harcamak isteyecekleri, zevk alacakları daha büyük bir ülkülerinin olmayışıdır. Ve tüm bunları akıllı, şuurlu, bilinçli bir şekilde kullanmak varken, bu araçların onları yönlendiren, hayatlarını şekillendiren, akıllarını onlardan alan birer hastalık haline gelmiş olmasıdır. Ve tüm bunları yaparken ölçüsüz bir noktaya gelmiş olmalarıdır. İnsanın kısacık ve hızla geçen ömründe tek bir dakika bile çok kıymetliyken, bu insanların 24 saatin büyük bölümünü hayal ürünü senaryoları seyretmeye, onlar için heyecanlanmaya, üzülmeye, sevinmeye ayırmış olup, bunlarla nasıl oyalandıklarının farkında bile varmamalarıdır. İnternet ve televizyonu amaçsızca kullanan tüm bu insanların ortak noktası adeta onların birer esiri haline gelmiş olmalarıdır. Televizyon veya bilgisayara bakarken akılları neredeyse tamamen kapanmışcasına, yaşadıkları dünyayla, çevrelerindeki insanlarla tüm insani bağlarının kesilmiş olmasıdır. Yüzlerinde dolu, derin bir insanın yüz ifadesindense, bomboş, anlamsız, sati, kof bir ifadenin yer almasıdır.
  Bu insanlar sadece beş on dakika durup düşünseler; dizi seyretmeye, internette bomboş sayfalarda dolaşmaya ayırdıkları vakitlerde neler yapabileceklerini, bu vakitler içerisinde maddi manevi ne kadar çok şey kazanabileceklerini bir anlasalar, hayata yepyeni bir perspektifle, bambaşka bir açıdan bakabilirler belki de. 20 yaşında olup da, istediği her şeyi yapabilecek güç ve sağlıkta iken günlerinin büyük bölümünü ekran başında harcayan bir insan, 70 yaşına gelip, sağlığını, gücünü, enerjisini kaybettiğinde, o eski imkanlarına bir daha dönebilmiş olmayı nasıl da canı gönülden isteyecektir. 70 yaşında iken “Şimdiki aklım, o zamanki gücüm, sağlığım vaktim olsaydı, sabahtan akşama kadar dizi seyretmek yerine, neler yapardım” diyecektir. “O zamanki sıhhatim, kuvvetim şimdi yine olsaydı, vaktimi sevmeye, sevilmeye, neşeye, eğlenmeye, iyilikler, güzellikler yapmaya, kendime sevdiklerime maddi manevi güzellikler kazandırmaya ayırırdım” diyecektir.
  Elbette ki Allah'tan korkan, Kuran'a bağlı, ahirete inanan bir insan için bu mantıkların hiçbirine ihtiyaç yoktur. Tüm bunlar imanı gereği gibi bilmeyen insanların kıyas yapıp anlamaları ve daha iyisini tercih etmeleri içindir.
  Yoksa Allah'tan korkan bir insan için tek bir saniye bile çok değerlidir ve bu saniyeyi dahi nasıl geçireceğine imanıyla, aklıyla vicdanıyla karar verir. Uyku, yemek dinlenmek gibi zaruri ihtiyaçlarını bile akılcı bir mantık içerisinde en aza indirerek Allah'ın verdiği bu kısa hayata olabildiğince çok şey sığdırmaya çalışır. Aklını, vicdanını, ahlakını, iradesini, gücünü, enerjisini olabilecek en iyi şekilde kullanarak, en doğru, en güzel, en iyi şeyleri yapmaya çabalar.
  Bu nedenle de bir yandan dünyada kendisine sunulan tüm imkanları, televizyonu, interneti en iyi şekilde kullanırken, bir yandan da yaşadığı her saniye dünya ve ahiret için bir güzellik kazanma ve peşindedir. Allah Kuranda Müslümanın vaktini kullanmadaki bu vicdan ve şuur açıklığını şöyle bildirir:

“Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et. Ve yalnızca Rabbine rağbet et.” (İnşirah Suresi, 7-8)

 

              NE EKERSENİZ ONU BİÇERSİNİZ!

Dizilerde, kliplerde, şarkı sözlerinde ve bazı haberlerde yoğun şekilde hakim olan negatif duygular var. Hepsinde olmasa da büyük oranda var.
Olumsuz telkin çok fazla. Dram, melankoli, gerilim, korku, şiddet, endişe, ihanet, öfke, kin, sevgisizlik, egoistlik, acımasızlık, kıskançlık, intikam dürtüsü, gerçek olmayan bir dünyaya imrendirme, dünya hırsı...
Donuk bakışlar, sevgisiz diyaloglar, samimiyetsiz iltifatlar, tevekkülsüz tavırlar, karamsar şarkı sözleri, karanlık mekanlar, haksızlığa uğramış olması nedeniyle başkalarına her türlü haksızlığı yapmayı makul gören karakterler, acımasız rekabet ortamında gittikçe gaddarlaşan yarışmacılar, evliliği yatırım boyutuna indirgemiş insanlar...
Sevgiye, neşeye, merhamete, şefkate, kardeşliğe, vefaya, sadakate, samimiyete, tevekküle dair telkinler ise yok denecek kadar az.
İyi karakterler, doğru telkinler, güzel mesajlar hiç mi yok diyeceksiniz. Elbette ki var. Ama çok azınlıkta.
Bilgilendirici, ufuk açıcı programlar yok mu diyeceksiniz. Evet var ama yine çok azınlıkta.
Diyeceksiniz ki faydalı şeyler seyredebilirsin, seçim yapabilirsin. Elbette ki doğru bir bakış açısı bu ama acaba toplumun tamamından böyle bir bilinçli tercih yapmalarını bekleyebilir miyiz?
Eğer gerçekten böyle bir tercih yapılıyor olsaydı, kültür-sanat, genel kültür, belgesel tarzı programların en çok reklam alan ve en çok izlenen programlar olması gerekirdi. Ama mevcut durum herkesin malumu...
Peki söz konusu programların insanlara etkisi nasıl? Tüm gün boyunca çalışıp yorulmuş insanlar akşam eve geldiklerinde bu yayınları seyredip daha da geriliyor, gereksiz yere hüzünleniyor, negatif duygularla ve telkinlerle dolup taşıyor. Kafa dağıtıp dinleneceklerini, eğleneceklerini, rahatlayacaklarını düşünüyorlar ama bilinçaltlarına yollanan gizli ve açık telkinler nedeniyle çok daha fazla ümitsizlik, huzursuzluk ve tatminsizlik yaşıyorlar.
Olumlu telkinleri ise ya hiç almıyorlar ya da yeterli oranda alamıyorlar.
Faydalı bir bilgi ediniyorlar mı? Hayır!
Faydalı bir telkin alıyorlar mı? Hayır!
Hayatlarında  köklü bir değişime, bir canlanmaya vesile olacak bir bakış açısı kazanıyorlar mı? Yine hayır!
Televizyonda durum böyleyken iş hayatında ve toplumsal hayatta insanların birbirlerine karşı olan sevgisizliklerine ve güvensizliklerine şaşırmamak lazım. İş hayatındaki acımasız rekabet koşulları, okul hayatında ve sosyal yaşamda karşılaşılan olumsuz tavırlar ve telkinler de buna tuz biber oluyor.
Peki topluma kardeşliği, sevgiyi, şefkati, merhameti kim öğütleyecek? Güzel ahlaka dair telkinler nerden alınacak? İnsanların Allah’ı, ahireti, yaratılış amaçlarını hatırlamalarına ne vesile olacak?
Televizyonda, gazetelerde, internette, okulda, aile hayatında, sosyal yaşamda bu olumlu telkinler insanlara verilmezse nasıl bir toplum manzarasıyla karşılaşacağımız açık değil mi? İnsanlar giderek gaddarlaşır, bencilleşir, bireyleşir. Komşuluk, akrabalık, aile bağları zayıflar. Suç işleme oranları ve depresyon artar. İnanç zayıflar.
Halbuki televizyon müthiş bir telkin aracıdır. Her kesimden, her yaştan, her inançtan insana aynı anda ulaşabildiğiniz mucize bir iletişim imkanıdır.
Dostluğun, kardeşliğin vurgulanacağı, merhametin, şefkatin, yardımlaşmanın, hoşgörünün, affediciliğin, paylaşmanın özendirileceği yapımlar hazırlansa toplumun da bundan fevkalade olumlu şekilde telkinler alması mümkün olur. Güzel ahlak örnekleri gören insanların içi açılır, kalbi ferahlar. Ümitvar, fekadar, cefakar bir toplum ortaya çıkar. Kendilerini özdeşleştirdikleri, sevdikleri sanatçılardan, oyunculardan imana dair, ahirete dair, güzel ahlaka dair sözler duyan, uygulamalar gören insanlar bu ahlaka özenir.
Sevgiden, kardeşlikten, dinden, imandan daha fazla bahseden televizyon programlarına ihtiyacımız var. Sadece televizyon programları değil. Bu nitelikte daha çok haberlere, sohbetlere, edebi eserlere, köşe yazılarına, internet sitelerine, sosyal medya paylaşımlarına ihtiyacımız var. Bunlar çoğunlukta olduğunda diğerlerinin olumsuz etkileri de kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Televizyon kanallarının yöneticileri ve sahipleri, reklam verenler, senaristler, yapımcılar, oyuncular hepsi ama hepsi bu toplumsal sorumluluğu mutlaka hissetmelidir. Yalnızca ticari kaygılarla, rating hırsıyla hareket etmemelidir.
Milyonlarca kişiye etkili bir şekilde ve aynı anda ulaşma imkanına sahip olan her inançlı kişi, kurum veya mecra, Allah’ın Al-i İmran Suresi’nin 104. ayetinde bildirdiği “Sizden; hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran topluluk bulunsun” emrini gereğini yerine getirmeyi ve bu topluluğun bir üyesi olmayı istemelidir.

Şunu unutmamak lazım! Topluma neyin telkinini verirseniz toplumda onu göreceksiniz. Ne ekerseniz onu biçersiniz.