Bir insan rüyası
sırasında gözleri kapalı olarak yatağında yatar. Ancak buna rağmen, gerçek
hayatında karşılaştığı olayların, yaşadığı hislerin, uyarıların tamamını
rüyalarında, gerçeklerinden ayırt edilemeyecek kadar gerçekçi olarak algılar.
Bu gerçeğe, birçok insan bizzat kendi uykularında sık sık şahit olurlar.
Örneğin, gece yatağında
sessiz ve sakin bir ortamda, çevresinde ikinci bir kişi dahi yokken yatan bir
insan, rüyasında kendisini çok kalabalık bir mekanda, bir tehlike içinde
görebilir. Can havliyle bu tehlikeden kaçtığını, bir duvarın arkasına
sığındığını gerçekmiş gibi yaşayabilir. Hatta rüyasında gördükleri o kadar
gerçekçidir ki, korku ve panik duygusunu gerçekten tehlikeli bir ortam varmış
gibi aynısı ile hisseder. Her gürültüde yüreği ağzına gelir, korkudan titrer,
kalbi hızla atar, terler, insan bedeni tehlike anlarında neler hissederse,
fiziksel olarak ne tepkiler verirse hepsini aynen yaşar. Oysa, zihninin
dışında, gördüklerinin hiçbirinin bir karşılığı yoktur. Bu insan rüyasında
ormanda yürürken bir aslanın kendisini kovaladığını görebilir. Bunu gören
insan, rüyasında korkar ve kaçmaya başlar. Ancak ortada aslan yoktur. Eğer
rüyasında aslan yakalayıp ısırırsa, olmayan aslanın dişlerini, dişlerini etine
geçirdiğindeki acıyı aynısı ile hisseder. İnsan rüyasında tüm bu panik, korku,
acı duygularını tüm gerçekliği ile yaşarken, biri gelip rüyasının içinde ona
"Korkma, şu anda rüyadasın. Bu aslan gerçek değil, bir rüya dese" ona
kesinlikle inanmaz. Hatta kendisine vakit kaybettirdiği için ona kızar ve
aslandan kaçmaya devam eder.
Veya rüyasında maddenin
aslı ile muhatap olduğunu iddia eden bir kişi kendinden son derece emin
olabilir. Kendisine "maddenin hayal olduğunu", "dış dünyanın
aslıyla muhatap olmanın mümkün olmadığını" anlatan arkadaşının omzuna
elini koyarak "Şimdi ben bir hayal miyim? Sen elimi omzunda
hissetmiyor musun? O zaman nasıl hayal olabiliyorsun? Nereden çıkarıyorsun bu
iddiaları? Gel seninle bir Boğaz turu yapalım, hem bu konuyu konuşuruz, bir de
böyle bir konuya neden inanıyorsun bana anlatırsın" diyebilir. Derinleşen
uykusunda gördüğü bu rüya o kadar nettir ki, keyifle arabanın kontağını açıp
motora yavaş yavaş gaz verir ve sonra aniden pedala basıp arabayı adeta
sıçratır. Yolda hızla giderken ağaçlar ve yol çizgileri süratten adeta blok bir
görüntü oluşturur. Bir yandan da temiz Boğaz havasını alır. Tam arkadaşına
itiraz etmeye, o anda yaşadıklarının hayal olmadığını anlatmaya hazırlanırken
saatinin ziliyle uyanır. Ancak ne ilginçtir ki, rüyasında gördüklerinin hayal
olduğuna itiraz eden bu insan, uyanıkken de gördüklerinin zihninde oluşan kopya
görüntüler olduğunu anlatan bir arkadaşı yanında olsa, ona da aynı şekilde
itiraz edecektir.
İnsan, rüyasında çok gerçekçi olaylar
yaşayabilmektedir. Merdivenden yuvarlanıp bacağını kırabilmekte, ciddi bir
trafik kazası geçirebilmekte, bir otobüsün altında kalabilmekte, acıktığında
bir pasta yiyip doyabilmektedir. Günlük yaşamda rastlanan olayların benzerleri
rüyada da aynı inandırıcılıkla, aynı hislerle yaşanmaktadır. Bu da
göstermektedir ki yemek yemek, dokunmak, sertlik hissetmek gibi algılar hiçbir
zaman maddenin somut varlığının ispatı olamazlar. Çünkü bu hisler aynı netlikle
rüyada da yaşanmaktadır. Ancak maddeyi mutlak varlık olarak kabul eden
materyalistler bu noktada büyük bir kavrayış bozukluğuna sahiptirler. Maddenin
varlığını ispatlamak için yukarıdakilere benzer örnekler verirler. Çarpık
mantıklarına göre taşlara tekme attıklarında ya da tokat yediklerinde acı
hissetmeleri, pasta yediklerinde doymaları, insanların otoyolda otobüs
gördükleri zaman ezilmemek için kaçmaları maddenin fiziksel varlığının
ispatıdır. Anlamakta zorluk çektikleri nokta ise, taşa vurduklarında duydukları
acı, pastayı yerken aldıkları tat, otobüs çarpması sırasında yaşanan sertlik ve
ağrı gibi bütün algıların da yalnızca zihinde oluştuğudur.
Oysa rüyasında kendisine otobüs
çarptığını gören bir kişi yine rüyasında, kaza yaptıktan sonra gözünü hastanede
açabilir; sakat kaldığını anlar ama aslında bu bir rüyadır. Yine rüyasında; bir
trafik kazasının ardından öldüğünü, ölüm meleklerinin canını aldığını, ahiret
hayatının başladığını görebilir. (Bu olay, rüya gibi bir algı olan gerçek dünya
hayatında da aynı şekilde yaşanır.)
Rüyasında yaşadığı tüm bu olayların
görüntülerini, seslerini, sertlik hissini, acıyı, ışığı, renkleri, her türlü
hissi gayet berrak bir şekilde algılamaktadır. Rüyada muhatap olduğu algıların
tümü gerçek yaşamdaki kadar doğaldır. Rüyasında yediği bir pasta algılardan
ibaret olmasına rağmen karnını doyurur. Çünkü doymak da bir algıdır. Oysa ki,
gerçekte o anda kişi karanlık bir odadaki bir yatakta uzanmış durumdadır.
Ortada ne merdiven, ne trafik, ne otobüs, ne pasta bulunmaktadır. Rüyadaki
kişi, dış dünyada karşılıkları bulunmayan algı ve hisleri yaşamakta ve
görmektedir. Rüyada, "dış dünya"da hiçbir maddi karşılığı bulunmayan
olayların yaşanıyor, görülüyor, hissediliyor olması, "dış dünya"nın
tamamen algılardan oluştuğunu çok net biçimde ortaya koymaktadır. İster rüyada
olsun, ister günlük yaşamda olsun, görülen, yaşanılan, hissedilen şeylerin
hepsi birer algıdır.
Trafik kazası örneğini ele alalım: Bu
kazada, otobüsün altında ezilen kişinin beş duyu organından beynine giden
sinirler, bir başka insanın beynine paralel bir bağlantıyla bağlansa, kazadaki
kişiye otobüs çarptığı anda, o sırada evinde oturmakta olan kişiye de otobüs
çarpacaktır. Daha doğrusu, kaza geçiren adamın yaşadığı hislerin tamamını, bir
müzik teybine bağlanan iki ayrı kolondan aynı şarkının dinlenmesine benzer
biçimde, evinde oturmakta olan kişi de yaşamaya başlayacaktır. Bu kişi evinde
oturduğu halde otobüsün fren sesini, otobüsün vücuduna değmesini, kırık kol ve
akan kan görüntülerini, kırık ağrılarını, ameliyathaneye sokuluşunun
görüntülerini, alçının sertliğini, kolunun güçsüzlüğünü hissedecek, görecek ve
yaşayacaktır.
Kazadaki adamın sinirleri kaç kişiye
bağlansa bunların hepsi, kazayı başından sonuna kadar yaşayacaktır. Kazadaki
adam komaya girse, hepsi komaya girecektir. Hatta, söz konusu trafik kazasına
ait algıların tümü bir alete kaydedilse ve bu algılar bir başka kişiye sürekli
başa alınarak verilse, bu kişiye de defalarca otobüs çarpacaktır.
Peki o halde, hangisine çarpan otobüs
gerçektir? Materyalist felsefenin bu soruya verebileceği çelişkisiz bir cevap
yoktur. Doğru cevap, trafik kazasını hepsinin kendi zihinlerinde tüm
ayrıntılarıyla yaşadığıdır.
Pasta ve taşa tekme atma örnekleri
için de durum aynıdır. Pasta yiyince karnında pastanın şişliğini ve tokluğunu
hisseden kişinin duyu organlarına ait sinirler paralel olarak ikinci bir
kişinin beynine bağlansa, birinci kişi pasta yediği ve doyduğu anda o kişi de
pasta yiyecek ve doyacaktır. Taşa tekme atınca ayağı acıyan materyalistin
sinirleri paralel olarak bir başka kişiye bağlansa, bu kişi de taşa vuracak ve
canı acıyacaktır.
Peki hangi pasta ve hangi taş
gerçektir? Materyalist felsefe, buna da çelişkisiz bir cevap veremez. Doğru ve
çelişkisiz cevap şudur: Her iki kişi de pastayı kendi zihinlerinde yiyip
doymuşlardır. Her iki kişi de, taşa tekme atış anını tüm detaylarıyla kendi
zihinlerinde yaşamışlardır.
Bu durumda insanın algılarını aşması
ve dışarı çıkması mümkün değildir. Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi bir
insanın ruhuna, gerçekte bir bedeni, maddi varlığı ve ortada maddesel herhangi
bir ortam olmadığı halde tüm bunları seyrettirmek mümkündür. Öyle ki kişi bunu
kesinlikle anlamayacak ve izlettirilen 3 boyutlu mükemmel görüntüleri gerçek
zannedip, varlığından da son derece emin olacaktır. Çünkü her insan duyu
organlarına bağımlıdır. Ayrıca rüya ile gerçek yaşam arasında belirgin bir fark
olmadığı da bu örneklerde açıkça görülmektedir. Bunun gibi şu an yaşadığımız
hayatın da bir tür rüya olmadığından hiçbir zaman emin olamayız. Bir felsefeci
rüya konusunda şöyle söyler :
"Biz şimdi uyanık halde miyiz
yoksa düş mü görüyoruz? Bu kuşkusuz anlamlı bir sorudur. Aslında bu soruyu çoğu
kere düşümüzde de sorduğumuz olmuştur. Gene düşümüzde soruya verdiğimiz
yanıtın, uyanık olduğumuz yanıtının, uyandıktan sonra yanlış olduğunu
görmüşüzdür. Peki aynı yanılgı şimdi de olamaz mı? Hayır diyemeyiz, çünkü
pekala bir gün düş gördüğümüz ortaya çıkabilir." (Hans Reichenbach,
Bilimsel Felsefenin Doğuşu, s. 179)
Benzer sorular tarih boyunca birçok
düşünürün zihnini meşgul etmiştir. Bunlardan biri de ünlü filozof
Descartes'dir:
"Rüyalarımda şunu bunu yaptığımı,
şuraya buraya gittiğimi görürüm; uyanınca da hiçbir şey yapmamış, hiçbir yere
gitmemiş olduğumu, uslu uslu yatakta yattığımı anlarım. Benim şu anda da rüya
görmediğim, hatta bütün hayatımın bir rüya olmadığı güvencesini bana kim verebilir?
İşte bütün bunlardan, içinde bulunduğum dünyanın gerçekliği tümü ile şüpheli
bir şey oluyor." (Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, s. 263)
Rüyalarımız da, hipnozla
yaşadıklarımız da, hatta simülator aracılığı ile gördüklerimiz de gerçek
hayatta yaşadıklarımızla tamamen aynı mantıkla oluşan görüntülerdir.
Rüyalarımıza "hayal" dememizin tek nedeni, sabah uyandığımızda
bedenimizi yatağımızda bulmamız ve "Demek ki ben yatıyordum ve bunları
rüyamda, hayalimde, zihnimde gördüm" sonucuna varmamızdır. Rüyayı hayal,
dünyayı gerçek saymamızın nedeni, sadece alışkanlıklarımız ve ön
yargılarımızdır.
Peki rüyamızdan hiç uyanmadan yaşamaya
devam etsek, rüya içinde yaşadığımızın, gördüklerimizin hiçbirinin maddesel
gerçekliğinin olmadığının farkına varabilir miyiz? Kesinlikle hayır. Uyanıp,
kendinizi yatağınızda uyuyorken bulmadığınız sürece, hiçbir zaman rüyada
olduğunuzu anlamazsınız ve koskoca bir ömrü gerçek hayatınızı yaşadığınızı
zannederek, ama gerçekte bir hayali izleyerek geçirirsiniz.
Öyle ise, gerçek hayat dediğimiz
hayatımızın da bir rüya olmadığını nasıl ispatlayabiliriz? Bunu ispatlayamayız.
Çünkü, sadece henüz uyandırılmamış olduğumuz için, içinde bulunduğumuz anı
gerçek zannediyor olabiliriz. Her gece gördüğümüz rüyalardan daha uzun süren bu
rüyadan bir gün uyandırıldığımızda, bu gerçekle karşılaşacak olabiliriz. Ve
bunun aksini söyleyerek ispatlayabileceğimiz hiçbir delilimiz yoktur. Ve bu durum,
belki de bir gün, şu anda yaşadığımızı sandığımız dünya hayatından aynen
rüyadan uyandırıldığımız gibi uyandırılabileceğimizi gösterir. İşte bu nokta
çok önemlidir ve üzerinde mutlaka düşünmek gerekir. Hazreti Muhammed
Aleyhisselam "insanlar uykudadır, öldükleri vakit uyanırlar"
buyurmuştur. Demek ki, dünya hayatında gördüğü şeyler uyuyan kimsenin rüyasında
gördüğü şeyler gibidir. Yani hayaldir. Bir ayette ise Allah
insanların kıyamet gününde tekrar diriltildiklerinde şöyle diyeceklerini
bildirmektedir:
Demişlerdir
ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim
diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki)
gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 52)
Ayette de görüldüğü gibi, insanlar
kıyamet günü aynı bir rüyadan uyanır gibi uyanmaktadırlar. Bir insan, ağır bir
uykuya daldığı ve rüya gördüğü sırada aniden uyandırıldığında kendisini
uyandıranın kim olduğunu nasıl sorgularsa, bu insanlar da aynı şekilde
kendilerini kimin uyandırdığını sormaktadırlar. Bu ayette de dikkat çekildiği
gibi dünya hayatı gördüğümüz bir rüya gibidir ve her insan bu rüyadan
uyandırılacak ve gerçek hayatı olan ahiret hayatına dair görüntüleri görmeye
başlayacaktır.