Allah ahiretin
insanların "asıl hayatı" olduğunu ayetlerde şöyle bildirmiştir:
Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir
yararlanma) dır. ŞÜPHESİZ AHİRET, (ASIL) KARAR KILINAN YURT ODUR. (Mümin
Suresi, 39)
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel
atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve
çekici' kılındı. BUNLAR, DÜNYA HAYATININ METAIDIR. ASIL VARILACAK GÜZEL YER
ALLAH KATINDA OLANDIR. (Al-i İmran Suresi, 14)
Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaı (kısa süreli
faydalanması)dır. ALLAH KATINDA OLAN İSE, DAHA HAYIRLI VE DAHA SÜREKLİDİR...
(Şura Suresi, 36)
"Size verilen herşey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. ALLAH
KATINDA OLAN İSE, DAHA HAYIRLI VE DAHA SÜREKLİDİR. Yine de, akıllanmayacak
mısınız?" (Kasas Suresi, 60)
Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence
türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. GERÇEKTEN AHİRET YURDU İSE, ASIL HAYAT
ODUR. Bir bilselerdi. (Ankebut Suresi, 64)
Hayır siz, dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz. AHİRET İSE DAHA
HAYIRLI VE DAHA SÜREKLİDİR. (A'la Suresi, 16-17)
Kuran'da
insanlara dünya nimetlerinin geçici olduğu, asıl nimetlerin ahirette bulunduğu
bu ayetlerle açıkça bildirilmiştir. Dünya, insanın yalnızca
sınırlı bir süre kaldığı geçici bir konaklama yeridir. Asıl kalınacak yer,
gerçek yurt ahirettir. Asıl yurdun ahiret olduğunun şuurunda olmayan gaflet
içindeki insanlar dünyada sürekli olarak rahat edecekleri daha iyi yerler ve
imkanlar ararlar. Örneğin dar gelirli, evi olmayan biri hep kiradan kurtulacağı
anı düşünür. Bir evinin olması onun en büyük idealidir. Bu uğurda sıkıntıya
girer, ömrünün büyük bir kısmı ev ve diğer ihtiyaçları için taksit ödeyerek
geçer. Bir başkası apartman dairesinden müstakil eve geçmeyi, bir diğeri ise,
geniş arazili bir çiftliğe sahip olmayı düşünür. Ama Allah'ın ahirette vaat
ettiği cennet mülklerinin varlığına inanmadığı ya da bu ihtimali çok uzak
gördüğü için bunlara ulaşmakta en ufak bir çaba bile göstermez. Oysa müminler,
cennete ve oradaki nimetlere kavuşmak için yarışırlar. Allah gaflet içinde
dünya nimetlerine sahip olmak için adeta diğer insanlarla yarışarak çaba
harcayanları, Kuran'da şöyle uyarmaktadır:
Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete yarışın;
o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi, 133)
Rabbinizden
olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) 'çaba gösterip-yarışın,' ki (o
cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resûlüne iman
edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine
verir. Allah büyük fazl sahibidir. (Hadid Suresi, 21)
Dünya hayatına
ilişkin her konu, cahiliye toplumu için aralarında bir övünme ve itibar
malzemesidir. İnsanlar tarafından takdir görmek onlar için öylesine büyük önem
taşır ki, tüm hayatlarını övünebilecekleri malzeme aramakla geçirirler. İyi bir
tahsil yapmak, itibar elde edip tanınmış bir insan haline gelebilmek, sayılı
zenginler arasına girmek, ünlü bir ailenin bir üyesiyle gösterişli bir evlilik
yapmak, hatta çok sayıda çocuk doğurmak bile cahiliye toplumunun önemli övünme
konularındandır. Çocuğunun güzel ya da zeki olması, hangi okullarda okuduğu
veya kimle, nasıl bir evlilik yaptığı gibi konular bile bu mantık nedeniyle bir
rekabet konusu olur. Oysa, zaten ortalama 60-70 yıl yaşanacak kısa bir dünya
hayatında insanların, kendileri gibi aciz ve ölümlü başka insanlara gösteriş
yapabilmek için, böylesine bir tutkuya kapılıp ahireti unutmaları çok büyük bir
kayıptır.
Allah bir ayette; "Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayı) seviyorsunuz. Ve
ahireti terk edip-bırakıyorsunuz." (Kıyamet Suresi, 20-21) sözleriyle
insanların asıl hayatlarını yaşayacakları ahireti gözardı ettiklerini
hatırlatmıştır. Kuşkusuz bu, insanları sonsuz kayba uğratacak bir davranıştır. Dünyayı
ebedi bir yaşam yeri zannederek hırsa kapılanların durumu başka bir ayette
şöyle haber verilmiştir:
Onlar,
hidayete karşılık sapıklığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır.
Ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar! (Bakara Suresi, 175)
Dünyayı gerçek yurt zannetmek büyük bir gaflettir. Çünkü
sonsuzluğun yanında dünya hayatının süresi tek bir an hükmünde bile değildir. Dünyanın
dıştan görünenine bakarsanız aldanabilirsiniz çünkü dünya insana kendini
sevdirecek gibi yaratılmıştır. Son derece süslü görünür, hiç bitmeyecek gibi
gelir. Ancak akıllı ve imanlı bir insan dünyadaki herşeyin aslında ilk anda
görünenden farklı olduğunu ve herşeyin özel olarak var edildiğini hemen kavrar
ve hayatını buna göre şekillendirir. Bu dünyanın geçici olduğu ve asıl hayatın
bir numunesi olarak yaratıldığı, düşünen insan için açıktır. Dünyadaki tüm
güzellikler geçicidir ve yanında pek çok kusurla birlikte var edilmiştir.
Dünyanın en güzel insanı, bu güzelliğini en fazla birkaç on yıl koruyabilir.
Yaşlandıkça derisi buruşmaya, vücudu biçimsizleşmeye başlar. Yaşlanmasına da
gerek yoktur, en büyük çirkinlikler en güzel insanın hemen yanındadır. İnsanın
acizliğini vurgulayacak çok ilginç mekanizmalar bedenine yerleştirilmiştir. Bir
kaç gün yıkanmasa bedeninde kötü kokular oluşmaya başlar. Ne kadar çekici ve
alımlı dursa da en büyük acizliği yaşayacak, herkes gibi tuvalete gidecektir.
İnsan alıştığı için bu acizliklerin içinde bir
"hikmet" olduğunu genelde fark edemez. Oysa Allah kusursuzca
yaratandır. Allah dilese insan hiçbir şekilde hasta olmaz, hiçbir şekilde kötü
kokmaz ya da hiçbir zaman güçsüz düşmezdi. Bütün bu eksiklikler insana, Allah'a
muhtaç olduğunu hatırlatmak içindir. Bir de içinde bulunduğu dünya hayatının
mükemmel olmadığını, gerçek hayatın özellikle eksiklerle donatılmış kötü bir
benzeri olduğunu hissettirmek için. Dünya ve ahiretle ilgili bir Kuran ayeti
konuyu en güzel biçimde açıklar:
Bilin
ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir
süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir
'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin
(veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki
sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir
azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı,
aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Eksiklik, kusur, geçicilik dünyaya ait
kanunlardır. Gerçek kanunlar; kusursuzluk, ölümsüzlük, mükemmellik üzerine
kuruludur. Bir başka deyişle, normal olan, bir çiçeğin hiç solmaması, bir
insanın hiç kirlenmemesi, hiç yaşlanmaması, bir meyvenin hiç çürümemesidir.
Asıl kanunlar, insanın her istediğinin anında gerçekleşmesini, insanın hiçbir
acı ve hastalık yaşamamasını, hiçbir zaman üşümemesini, ya da terlememesini
gerektirir. Ancak asıl kanunlar, asıl hayatta; geçici kanunlar da geçici olan
bu dünya hayatındadır. Bu dünyada yaşanan tüm eksiklik ve kusurlar, asıl
kanunların özel olarak bozulup, yerlerine geçici kanunların konmasıyla
oluşmaktadır.
Peygamber
Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde cennet ile dünya arasındaki farkı şöyle
bir örnek ile açıklamıştır:
"Cennette,
yay kadar bir yer, güneşin üzerine doğduğu veya battığı şeyden (dünyadan) daha
hayırlıdır." (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Aynı hadis Hz.
Enes'ten şu şekilde aktarılmıştır: "Sizden birinizin yayı kadar veya
kamçısı kadar cennetteki bir yer, dünya ve içindekilerden daha
hayırlıdır..."
Peygamberimiz
(sav)'in bildirdiği gibi bu dünyadaki nimetler cennet nimetlerinin ancak çok
küçük bir örneği olabilir. Dünya hayatının nimetleri ne kadar güzel, etkileyici
ve kalıcı görünse de, insan bunların ardında gizlenen bu önemli gerçeği hiçbir
zaman unutmamalıdır. Yalnızca bir aldanıştan ibaret olan bu dünyanın sahte
süslerine kapılmanın, kendisini hem dünyada hem de ahirette hüsrana
sürükleyeceğini bilmeli, her anında bu bilinçle hareket etmelidir.
"Asıl
hayat"ımız olan ahiret ile geçici bir yurt olan dünya arasında, perde
kadar ince bir sınır vardır. Ölüm, işte bu perdeyi kaldıran araçtır. Ölümle
birlikte bu dünya ve bedenle olan ilişki kesilecek, yepyeni bir yaratılışla
sonsuz hayata başlangıç yapılacaktır. Ölümle birlikte başlayacak olan hayat
gerçek hayattır. Asıl kanunların yurdu, yani ahiret ise sanıldığının aksine
uzakta değildir. Allah dilediği an insanın buradaki yaşamına son verip, onu
ahirete geçirebilir. Bu geçiş, bir göz açıp-kapaması kadar çabuk gerçekleşecektir.
Rüyadan uyanmak gibi... Ölümle birlikte sona erecek olan dünyanın, ahirete göre
ne denli kısa olduğu Kuran'da şöyle anlatılır:
Dedi
ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki:
"Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi
ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz,"
"Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize
döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Müminun Suresi, 112-115)
Ölümle
birlikte rüya sona ermiş ve gerçek yaşam başlamıştır. Yeryüzünde "bir gün
ya da bir günün birazı kadar", hatta "bir göz çarpması" kadar
kalmış olan insan, yaptıklarının hesabını vermek üzere Allah'ın huzuruna çıkar.
Şu an yaşadığınız dünya hayatının, ahiret hayatı ile kıyaslandığında rüya veya
hayal gibi kalmasının en önemli sebeplerinden biri, dünyanın pek çok eksiklikle
dolu olmasıdır. Rüyanızda yediğiniz elmanın verdiği lezzet ve doyuruculuk
hissi, uyanıkken aldığınız tat ile kıyaslanınca nasıl bir şey ifade etmiyorsa,
dünyada yaptığınız şeylerden aldığınız zevk de, ahirete göre çok eksik ve
aldatıcıdır. Allah Kuran'da dünya hayatındaki bu aldatıcılığa karşı insanları
şöyle uyarmaktadır:
...Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. ARTIK DÜNYA
HAYATI SİZİ ALDATMAYA SÜRÜKLEMESİN ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile
aldatmasın. (Lokman Suresi, 33)
Yalnızca
Allah'a ibadet etmek için yaratılan insanın önünde ortalama altmış-yetmiş
yıllık kısa bir ömür vardır. Ve bu ömür, tıpkı bir kum saatinde olduğu gibi hiç
durmadan akmakta; insan, ahirete doğru sürekli bir geri sayım içinde
yaşamaktadır. Herkes kendisi için belirlenmiş bir süre kadar yeryüzünde
kalacaktır ve bu vaktin bilgisi sadece Allah katında saklıdır. İnsanın hayatı
kimsenin değiştirmeye güç yetiremeyeceği şekilde, Allah tarafından çizilmiş bir
kader üzere işlemektedir. Dünya üzerindeki herşey zamanı geldiğinde yok
olacaktır. Apaçık olan gerçek ise "…dünya
hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası
değildir." (Rad Suresi, 26) ayetinde de bildirildiği gibi, sonsuz
ahiret hayatının yanında dünya hayatının çok kısa olduğudur. Çünkü dünya
üzerinde herşey eskimeye, yaşlanmaya ve yok olmaya doğru çok büyük bir hızla
ilerlemektedir. Zaman herkesi ve herşeyi mutlaka tahribata uğratmakta ve bu
geçici dünyaya bağlananlar çok büyük bir kayıp içine düşmektedirler. İnsan dünyada
çok kısa bir süre kalacak ve dünya nimetlerinden ancak sınırlı bir süre için
faydalanabilecektir. İnsanın gerçek hayatını yaşayacağı yer ise ahirettir. İnsanlar,
sonunda Allah'a döndürülecekler ve ahirette herşeyin aslıyla
karşılaşacaklardır. Bu nedenle insan Kuran'da 'asıl hayat' olduğu bildirilen
ahireti samimiyetle düşünmeli, sonsuz rahmeti ve lütfuyla insanlar için böyle
büyük bir nimet bahşeden Rabbimiz'e şükrederek Kuran ahlakını yaşamalıdır.
AHİRET HAYATINA HAZIRLIKLI OLUN
Zaman kavramının önemini yitirdiği, sonsuzluğun başladığı, asla tükenmeyen
ikramlarla dolu kusursuz bir cennet hayatını mı istersiniz, yoksa ilk on senesi
çocukluğun şuursuzluğuyla, son on senesi de yaşlılığın yorgunluğuyla geçen
üç-beş on senelik, eksik ve kusurlarla dolu bir dünya hayatını mı? Kuşkusuz ki
aklını kullanan her insan, "kusursuz ve sonsuz olan cennet hayatını"
seçer; acizliklerden asla kurtulamayacağı birkaç on sene için de bundan asla
vazgeçmez.
Kuran'da ahiret hayatının "asıl
hayat" olarak tanımlanması, tüm insanların üzerinde düşünüp öğüt almaları
gereken bir konudur. Kuran'daki bu ifade, dünya hayatında gerçek sandığımız
herşeyin sanılandan çok daha farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Yaşadığımız bu
hayat, insanların bir ömür boyunca peşinden koştukları değerler, elde etmeye
çalıştıkları tüm güzellikler ahiret ile kıyaslandığında "asıl olan"
değil "sahte olan"dır; yani bu dünya Allah rızasını aramayan insanlar
için sahte metalar, sahte hırslar, sahte başarılar, sahte sevgiler, sahte
dostluklarla doludur. Müminler ise dünyada, cenneti ummanın mutluluğunu
yaşayacak, ahirette de neşe, sevinç, mutluluk gibi duyguların "gerçeği"
ve "eksilmeyeni" ile mükafatlandırılacaklardır. O halde böyle bir
durum karşısında kişinin kendisine şu soruları sorması gerekir:
Eğer bu dünyada bütün yaşadıklarım
sahte ise ve bunların asıllarıyla yalnızca ahiret hayatında karşılaşacaksam,
neden geçici ve aldatıcı olanlarla yetinip, bunlar için sonsuz ve gerçek
olanları kaybedeyim?
Neden hiç kaybolmayacak, ebediyen
var olacak güzellikler için çaba harcamayayım?
İnsan samimiyetle kendisine bu
soruları sorar ve aynı samimiyetle cevaplarsa, doğru olan için çaba harcayacak,
dolayısıyla hem dünyada hem de ahirette mutlu bir yaşam sürecektir. Aklını
kullanabilen her insanın bu sorulara vereceği cevap ise, elbette 'Bu dünyadaki
en önemli amacım Allah'ın rızasına uymak ve ahirette sonsuza kadar sürecek olan
gerçek hayatım için çaba harcamaktır' şeklinde olacaktır. Bu gerçeği görebilen
bir insanın aynı mantıkla kendisine sorması gereken bir başka soru da, Kuran'da
bildirilen ve elçi olarak gönderilen kişinin kavmine yönelttiği şu soru
olmalıdır:
"Bana ne oluyor ki, beni Yaratan'a kulluk
etmeyecekmişim? Siz O'na döndürüleceksiniz." (Yasin Suresi, 22)
Ahireti kazanmak isteyen kişinin
yapması gereken, Kuran'da güzel bir karşılığı olduğu müjdelenen "ciddi
çabayı göstermek" olmalıdır:
Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona
çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 19)
Ahiretteki güzel sonucun ancak
büyüklenmeyen takva sahiplerine ait olduğu bir ayette şöyle bildirilmektedir:
İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk
yapmak istemeyenlere kılarız. Sonuç takva sahiplerinin (Allah'tan korkanların)
dir. (Kasas Suresi, 83)
Yalnızca dünya hayatına razı olmayan ve ahiret
hayatının ebedi olduğunun bilincinde olan kişiler, bu hayatın yararlarının
geçici olduğunu bildikleri için, sonsuz cennet güzelliklerini kazanmak için
çalışırlar. İşte onlar yaptıkları bu ticaret nedeniyle çok büyük bir kazanç
içindedirler. Allah onları büyük bir ecirle müjdelemiştir:
Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında
onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır… Şu
halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük
kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)
Bu dünyanın geçiciliğinin farkına
varmak, gaflet içinde olan bir insanın gafletten kurtulmasına vesile olur.
İnsan, geçici fayda sağlayan dünya nimetlerine duyduğu tutkulu isteklerden
arınır, sonsuz güzellikteki cennet nimetlerini ve Allah'ın rızasını kazanmaya
yönelir. Allah ayetlerde şöyle bildirmektedir:
Gerçek şu ki, ebrar olanlar, elbette nimetler içindedirler. Tahtlar
üzerinde bakıp-seyretmektedirler. Nimetin parıltılı-sevincini sen onların
yüzlerinde tanırsın. Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir. Ki onun
sonu misktir. Şu halde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar. (Mutaffifin
Suresi, 22-26)
Rabbinizden
olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete yarışın; o, muttakiler
için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi, 133)
Rabbinizden
olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) 'çaba gösterip-yarışın,' ki (o
cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resûlüne iman
edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine
verir. Allah büyük fazl sahibidir. (Hadid Suresi, 21)
Ahiret hayatı
dünyayla kıyaslanmayacak güzellikte, sonsuza dek sürecek yeni bir hayatın
başlangıcı olacaktır. Allah, gerçek hayatın yaşanacağı sonsuz ahiret için çaba
harcayanlara hem dünyada hem de ahirette güzel bir hayat vereceğini vaat
etmiştir. Aksinde ise, insanlar için dünya hayatında "sıkıntılı bir
geçim" vardır:
"Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık
onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak
haşredeceğiz." (Taha Suresi, 124)
Hayatını, ahireti esas alarak düzenleyen
bir insan aslında dünyada da olabilecek en güzel, rahat ve huzurlu yaşamı
sürdürecektir. Çünkü kendi yaratılışına en uygun olan yaşam tarzı Kuran'da
bildirilmiştir ve kişi Kuran'a tam olarak uymakla, bir anlamda dünyayı Cennet
benzeri bir mekan haline getirmiş olacaktır.
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim
salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve
onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi,
97)
Allah, yukarıdaki ayetinde Kuran'a
uyan müminlerin güzel bir hayat sürdüreceklerini müjdeler. Bu bilgi, aslında
insanlara verilmiş oldukça önemli bir sırdır. Ne kadar güzel, ne kadar zengin,
ne kadar şöhretli olursa olsun, bir insan Kuran ahlakını yaşamadığı sürece
dünyada güzel bir hayat yaşayamaz. İman ve Allah'ın hoşnutluğunu aramak gibi,
insanın yaratılışına en uygun, en çok huzur içinde yaşayabileceği yapıya sahip
olmanın karşılığında, Allah'ın sonsuz iyi bir yaşam olan cenneti vermesi O'nun
lütfundandır.
İnsanların
çoğunluğunun ölüm kendilerine hiç ulaşmayacakmış gibi davranmaları, insanda
aldatıcı bir rahatlamaya sebep olabilir. Bir hatayı işleyen çok sayıda kişinin
bulunması insanı yanıltabilir. Bu lise yıllarındaki "sınav
psikolojisi" gibidir. Genelde sınavlar belirli bir süre önceden
öğrencilere duyurulur ve buna çalışmaları için bir süre tanınır. Sınavın
konuları da bildirilir ki öğrenciler nereye çalışacaklarını bilsinler. Bazı
zamanlar sınavın gününü ve saatini önceden bilmemize rağmen, bu sınava hiç hazırlanmamışızdır.
"Nasıl olsa daha çok vakit var" mantığıyla günler geçmiş, sınav saati
gelip çatmıştır. Sınav salonuna doğru giderken, önceden çalışmış olanların
rahat tavırları bize ne büyük sıkıntı vermiş, "keşke ben de hazırlansaydım"
diye büyük bir pişmanlık duymuşuzdur. İçimizde derin bir gerginlik hissetmiş,
"zamanı geriye çevirebilmeyi" ve geçmişe dönüp sınava çalışmayı
istemişizdir. Elbette ki bu imkansızdır, ve artık geri dönüş yoktur. Sınavdan
alınacak başarısız sonuca katlanmak zorundayızdır.
Şimdi
bir de insanın ahirette, Allah'ın huzuruna çıktığı gün yaşayacağı sıkıntıyı ve
vicdan azabını düşünelim. Şüphesiz ki bu sıkıntı, okul sıralarında sınav
saatinde çekilen sıkıntıyla kıyaslanmayacak kadar büyük olacaktır. Üstelik
kopya çekerek, öğretmenin yardımını alarak ya da başka yollara başvurarak bu
sınavı atlatmanın hiçbir yolu yoktur. Çünkü bu, ahirette Allah'ın huzurda hesap
vereceklerinin bilincinde yaşayan, Allah'ın dinini öğrenmeye ve uygulamaya
çalışan, kısacası "çıkacakları sınava" hazırlanan insanlara haksızlık
olur. Sonsuz adaletiyle Allah böyle bir haksızlığa asla izin vermez, ve o hesap
günü hakeden hakettiğini tam karşılığıyla alır. Ölümden sonra Allah’ın
insanları yaşadıkları hayattan hesaba çekeceğini ve bu hesabın sonucunda
cennete ya da cehenneme sevkedileceğini bildirdiği halde ahiret için bir
hazırlık yapmamak büyük akılsızlıktır.
İnsanlar şu an, cennetle cehennem
arasındaki ayrıma getirilseler ve birazdan yapılacak bir sorgulama ile sonsuz
bir hayata başlayacaklarını anlasalar, nasıl bir tavır içine girerler?
Bu şartlar altındaki bir insanın
hemen yanı başında duran ve belki de bir an sonra içerisine atılacağı
cehennemi, bile bile Allah'ın razı olmayacağı bir tavır göstermesi mümkün olur
mu?
Kuşkusuz ki hayır. Aksine böyle bir
durumla karşı karşıya gelen her insan son da olsa bir fırsatının olduğunu
düşünerek cennete girebilmek için aklını ve vicdanını son sınırına kadar
kullanır, Allah'ın en beğeneceği tavrı uygulamaya çalışır. Dünyada iken bu
durumu kendisinden çok uzak gören ve ahiret hayatından yana hiçbir hazırlık
yapmaya gerek duymayan bir insan bile büyük bir panik içerisinde durumu telafi
etmeye çalışacaktır. Ancak o gün artık telafi etmek için vakit yoktur. Çünkü
Allah'ın kullarına belirlemiş olduğu imtihan süresi ölümleriyle birlikte sona
ermiş ve hesap defterleri kapanmıştır. O ana kadar iyilikten ya da kötülükten
yana ne yaptılarsa sadece bunlarla karşılık göreceklerdir.
İşte
müminlerin dünya hayatında gösterdikleri çaba da, ahirete, sonsuz cennet ve cehennem
hayatına kesin bilgiyle iman etmeleri, bunu akıllarından çıkarmamaları ve ölümü
her an gerçekleşebilecek kadar yakın görmelerinden kaynaklanır. Onlar ahirette
bu korkuyu ve pişmanlığı yaşamamak için, dünya hayatları boyunca kendilerini
her an bu toplanma yerinde haklarında karar verilmesini beklermişçesine
düşünürler. Sanki oraya gitmiş, cennetin güzelliğini ve cehennemin
korkunçluğunu görüp de dünyaya geri dönmüşlercesine açık bir şuur ve imanla
ahirete hazırlık yaparlar. Ve böylece karşılaştıkları her olayda olabilecek en
vicdanlı ve en güzel tavrı ortaya koyarlar. Çünkü bilirler ki, gösterdikleri en
ufak bir gevşeklik ya da bir vicdansızlık, o gün yürek acısı olacak pişmanlığa
neden olabilir.
Mümin dünya hayatında geçireceği
kısıtlı süre içerisinde çeşitli imtihanlarla deneneceğini bilir. Ancak onun
amacı ahirette güzel bir yer edinmektir. Çünkü dünya hayatı çok kısa ve
geçicidir. Ahiret hayatı ise sonsuz zamanlar boyunca sürecektir. Ahiret
kusursuzluğun ve eksiksizliğin yaşanacağı bir yer olacaktır. Dünya hayatı ise
insanlarda ahirete özlem olması, dünyaya tamah edip bağlanmamaları için
özellikle birtakım eksiklerle dolu olarak yaratılmıştır. Bunun bilincinde
olarak, dünyayı ancak ecir kazanabileceği geçici bir mekan olarak gören mümin
yaptığı her işte ahiret özlemini, ahireti kazanabilme arzusunu taşır. Ahirete
iman etmeyenler sadece dünyaya yönelik küçük hedefler edinmişlerken ve bunlara
ulaşabilmenin ümidini yaşarken, müminler ahireti gaye edinmişlerdir.
Ahiret müminin hayatı boyunca
özlemini duyduğu yerdir. Bir an dahi ahireti unutup dünya hayatına dalmaz.
Ahiret inancı tam olduğu için bütün davranışları, ibadetleri ve ümitleri
ahirete yöneliktir. Müminler birbirleriyle hayırlarda yarışırlarken,
olabildiğince güzel bir ahlaka sahip olmaya, Allah'a çok yakın bir kul olmaya
çalışırlarken bu davranışlarının ardında yatan sebep, Allah'a duydukları iman
ve sevgi, Allah'ın rahmetine ve cennetine kavuşma ümididir. Ümit ne kadar güçlü
olursa, kişinin çabası da o derece yoğun olacaktır.
Allah'ın rahmetini ve cennetini
ummak kişinin bütün hayatını, hayata bakış açısını, ibadetlerindeki samimiyeti
ve kararlılığı büyük çapta etkiler. Allah'ın rahmetini uman bir insan Allah'ın
yasakladığı bir şeyi yapamaz, Allah'ın emrettiği bir şeyi göz ardı edemez, kötü
söz söyleyemez, vicdanının sesini dinlememezlik etmez, insanlara hayrı, hakkı
tavsiye eder, onları kötülükten men eder ve Allah'ın kendisine emrettiği daha
birçok ibadeti şevkle yerine getirir. Bu şevkli yapı içerisinde ümitsizliğe yer
yoktur. İşte Allah'ın kendilerinden razı olduğu kişiler bunlardır. Allah onları
cennetle müjdelemektedir:
Bu,
size vaat olunandır; (gönülden Allah'a) yönelip-dönen (İslam'ın hükümlerini)
koruyan, görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten
Allah'a yönelmiş' bir kalp ile gelen içindir. "Ona selamla girin. Bu,
ebedilik günüdür". Orada diledikleri herşey onlarındır; katımızda daha
fazlası da var. (Kaf Suresi, 32-35)
Ölümün bizi nerede beklediği belli değildir. Ancak, biz onu
her yerde beklemeliyiz. Akıllı olan insanın temel özelliklerinden birisi,
yarınını garanti altına almak için bugünden çalışıp gayret etmek ve başına
gelmesi muhtemel olan hadiseler için önceden tedbir almaktır. Şu kısacık dünya
hayatında bile insan, bugünden yarın için, yazdan kış için çalışıp hazırlık
yapmaktadır. Halbuki hiç kimsenin yarına kavuşacağı hususunda bir garantisi
yoktur. Gelmesi muhtemel olan yarın için bugünden hazırlık yapan insanoğlu,
gelmesi kesin olan ölümden sonraki hayatı hatırlayıp da ona hazırlık yapmaması
hiç düşünülebilir mi? Bu sebeple Peygamber Efendimiz, ölümü çok düşünmemizi ve
ondan sonrası için hazırlık yapmamızı emretmekte, ölümden sonraki hayat için
çalışan insanı akıllı insan olarak nitelendirmektedir.
Genç,
yaşlı, zengin, fakir demeden ölümün her insanı, her zaman ve her yerde
bulduğunu bilmek, bu dünyaya bağlanmamanızı ve asıl olarak ölümden sonraki
sonsuz hayata hazırlık yapmanız gerektiğini anlamanızı sağlamalıdır. Unutmayın
ki, her ne sebeple olursa olsun mutlaka bir gün ölecek ve Allah’ın huzurunda
hesap vereceksiniz.
İNSAN
GERÇEKTEN SEVDİĞİ BİRİNİN AHİRETİNİ DÜŞÜNÜR
İnsanın asıl hayatı, ölümü ile
birlikte başlayan ahiret hayatıdır. Dünya her insanın geçici olarak ve sadece
denenmek için bulunduğu bir yerdir. Bu gerçeğin şuurunda olan müminler,
birbirlerine olan sevgilerini, asıl olarak birbirlerini ahiretteki sonsuz
hayatlarına hazırlayarak gösterirler. Kendileri Allah'ın rızasına, rahmetine ve
cennetine ne kadar çok kavuşmak istiyorlarsa, çok sevdikleri mümin
kardeşlerinin de aynı nimetlere ve güzelliklere kavuşmalarını isterler.
Aksinde, insanın sonsuza dek, bir daha kurtuluş imkanı olmaksızın cehennem
azabıyla karşılık göreceğini bilmeleri, iman edenlerin bu konuda büyük bir şevk
ve kararlılık içerisinde hareket etmelerini sağlar. Birbirlerinde gördükleri
hatalı ya da kusurlu yönleri hiç vakit geçirmeksizin hemen telafi etmeye ve
birbirlerini Allah'ın en fazlasıyla razı olacağı ahlaka ulaştırmaya çalışırlar.
Birbirlerini daima iyi ve güzel olana davet eder, kötülüklerden sakındırmaya
gayret ederler. Onların bu konudaki şevk ve azimleri, birbirlerine olan gerçek
sevgilerinin de en açık göstergelerinden biridir. Allah Kuran'da, iman
edenlerin birbirlerinin ahiretlerine yönelik bu güçlü sevgi anlayışlarını şöyle
haber vermektedir:
Mümin erkekler ve mümin kadınlar
birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı
dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte
Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve
güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)
Aile bireylerini zararlı kötü
işlerden sakındırıp, Allah’ın istediği bir yaşantı için eğitilmesi önemli bir
görevdir. Ayette şöyle buyrulur:
Ey
iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı
insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah
kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine
getirirler. (Tahrim Suresi, 6)
Bu
ayette, kişinin, sadece kendisini Allah'ın azabından kurtarmasının yanında, gücü
yettiğince ailesini Allah'ın sevdiği kullar olacakları şekilde yetiştirmesinin
de kendi sorumluluğu içinde olduğu bildirilmiştir. Şayet onlar cehennem yolunu
tutmuşlarsa, gücü nisbetinde onlara engel olmaya çalışmalıdır. Sadece onların
bu dünyadaki refahlarını değil, ahirette cehennemin yakıtı olmamalarını da
düşünmelidir. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Hepiniz
yöneticisiniz ve yönettiklerinizden sorumlusunuz. Hükümdar halkından, erkek
ailesinden, kadın kocasının evinden ve çocuklarından sorumludur." (Buhari)