14 Ocak 2014 Salı

SAKIN KENDİNİZİ KANDIRMAYIN



“CEHENNEMDE CEZAMI ÇEKİP CENNETE GİDERİM“ DÜŞÜNEREK KENDİNİZİ KANDIRMAYIN

İnsanların bazılarında çarpık bir din anlayışı görülür. Allah'ın insanlara duyurduğu dini öğrenmek için hiçbir çaba harcamayıp, bu dinin gereklerini yerine getirmeyip sonra da "nasıl olsa Allah beni affeder, böyle olmasa bile cehennemde cezamı çekip yine cennete giderim" gibi cahilce bir düşünceye sahip çok sayıda insan vardır.
Çoğu insan bu ihtimale inanarak rahatlatmaya çalışır. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Allah'a karşı büyük bir samimiyetsizliktir. Aynı düşünce biçiminin Kuran'da örnekleri olduğunu ve Allah'ın bunları çok şiddetli tehditlerle uyardığını görürüz.
Allah'ı gereği gibi tanımayan ve sıfatlarını takdir edemeyen insanlar, cehennemin şiddetini de takdir edemezler. Bu da onlarda gafletten kaynaklanan bir umursamazlık meydana getirir. Öyle ki cehennemden korkup sakınarak hareket etmek yerine, yaptıkları bazı fiiller için belli bir süre cehenneme girmeyi bile göze alabilirler. Bu, toplumda oldukça yaygın bir görüştür. Nefsinin istek ve tutkuları uğruna Allah'ın emir ve yasaklarını aşanlar hep "cehennemde cezamı çeker sonra nasıl olsa cennete giderim" gibi bir inanca sahiptirler. Bu kişiler dünya hayatından istedikleri gibi yararlanıp, bunun karşılığında cehennemde bir süre kalacaklarını, daha sonra bağışlanacaklarını düşünürler. Oysa hiçbir insanın -Allah'ın dilemesi dışında- böyle bir garantisi yoktur. Cehennem sonsuza kadar var olacak bir azap yeridir. Ve Allah rızasına göre yaşayan her insanı sonsuza dek bu azap yurdunda tutabilir. "Nasıl olsa bir süre kalır cehennemden çıkarım" mantığıyla düşünenler, Allah'tan gereği gibi korkmayan, O'nun azabını düşünüp kavramayan kişilerdir. Bir damla kaynar suya, anlık bir gerilime, biraz açlığa, karanlığa, soğuğa dayanamayan aciz insanın, ferah ve umursuz bir şekilde böyle bir azabı göze aldığını söylemesi, ancak şuurunun tam kapalı olduğunun bir göstergesi olabilir. Kendince Allah'ın azabını hafife alan, rahatlıkla karşılayan bir kimse, Allah'ın kadrini gereği gibi takdir edemeyen kimsedir. Kuran bazı insanların cehennemde bir süre kalarak sonra bundan kurtulabilecekleri sandıklarını şöyle bildirir:

Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir." De ki: "Allah katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?" Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 80-82)

Bu konuda Kuran'da yer alan bir diğer ayet ise şöyledir:

Bu, onların: "Ateş bize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak" demelerindendir. Onların bu iftiraları, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür. (Ali İmran Suresi, 24)

Allah'ın yukarıdaki ayetleriyle dikkat çektiği gibi, kimin ne kadar azap çekeceğini, cehennemde kimin ne kadar kalacağını ancak Allah bilir. Dünyadayken "cezamı çeker çıkarım" diyerek, kibirli ve gafil bir zihniyetle kendilerini kandıran bu insanların cehennemde yaşayacakları çaresizlik ve şaşkınlığı ise Allah ayetlerinde şöyle bildirir:

(Allah) Diyecek ki: "Allah'ın dilediği dışta olmak üzere, ateş sizin içinde süresiz kalacağınız konaklama yerinizdir." Şüphesiz Rabbin, hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir. (Enam Suresi, 128)
Fasık olanlar içinse, artık onların da barınma yeri ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, geri çevrilirler ve onlara: "Kendisini yalanladığınız ateş azabını tadın" denir. (Secde Suresi, 20)
(Orda) Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır. (Maide Suresi, 37)

Eğer yukarıdaki ayetlerde söz edilen kişilerden olmak istemiyorsanız, bu konu üzerinde bir kez daha düşünün. Ve sakın "nasıl olsa cennete giderim", "cezamı çeker cehennemden çıkarım" gibi boş zanlarla kendinizi kandırmayın. Kendinizi cahiliye kıstasları ile değil, Kuran ayetleri ile değerlendirin. Allah Kuran'da cennetine yakışır bir insanın nasıl olması gerektiğini tüm ayrıntıları ile bildirmiştir. Bunun dışında hiçbir fikir bu konuda ölçü olamaz. Unutmayın; hiç kimsenin cennete gideceği garanti altında değildir. Aksine dünyada imtihanı devam eden her insan için cehenneme gitme tehlikesi mevcuttur. Allah'ın en samimi ve vicdanlı kulları olan peygamberlerin bile bu konuda Allah'a dua ettiklerine Kuran'da şöyle dikkat çekilir:

(Hz. Yusuf) …Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat." (Yusuf Suresi, 101)

Bu durumda kimse kendisini kandırmasın; Allah'a boyun eğip teslim olmadığı ve Rabbini razı etmediği sürece hiç kimse cennetin kapılarından içeri giremeyecektir. Allah bir ayetinde bunun imkansız olduğunu insanlara çok açık bir örnekle bildirmiştir:

Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız. (Araf Suresi, 40)

  Bir insan Kuran'da tarif edilen cehennem ortamını öğrenip tefekkür ettiğinde, tek bir an dahi cehennemde bulunmayı göze alamaz. Hatta cehennemde bulunmak bir yana, cehenneme yaklaşmaktan bile şiddetle kaçınır. Çünkü cehennem, bir insanın dünyada tahayyül dahi edemeyeceği zorluklarla, acılarla, sıkıntılarla, azaplarla, çirkinliklerle dolu bir mekandır. Allah Kuran'da cehennem azabının, insanların yok olmak isteyecekleri kadar şiddetli bir azap olduğunu bildirmiştir:

Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. (Furkan Suresi, 13)
(Cehennem bekçisine:) "Ey Malik (bekçi), Rabbin bizim işimizi bitirsin" diye haykırdılar. O: "Gerçek şu ki siz, (burda) kalacak kimselersiniz" dedi. (Zuhruf Suresi, 77)


"BİLİYORDUM, AMA ZAMAN VE ŞARTLAR MÜSAADE ETMEDİ" DİYEREK KENDİNİZİ KANDIRMAYIN

Allah Kuran'ı tüm insanlara yol gösterici bir kitap olarak göndermiştir. Kıyamete kadar tüm insanlar Kuran'da bildirilen emirleri yerine getirmekle, ibadetleri uygulamakla yükümlü tutulmuşlardır. Allah'ın Kuran'da istisna olarak bildirdiği durumlar dışında her insan ibadetleri yerine getirip getirmediği konusunda din günü hesap verecektir.
İşte bu yüzden Allah'ın bildirdiği durumlar dışında kendi kendine birtakım mazeretler uydurarak Allah'a kulluk görevini yerine getirmeyen kişi, kendisini aldatmış olur. Bu açık gerçeğe rağmen insanlar sürekli olarak içinde bulundukları şartları bahane eder ve Allah'a karşı olan sorumluluklarını gözardı ederler. Okul yıllarında ayrı, iş hayatına atılınca ayrı, evlenince, çocukları olunca ayrı bahaneler ileri sürerler. Dini yaşamaya niyetleri olmadığı için çeşitli konuları ibadetlerini yerine getirmelerine engel olarak görürler. Öne sürdükleri engellerden en başta gelenleri de müsait zamanlarının olmaması ve şartların uygun olmaması iddiasıdır.
Günlük yaşamları içinde insanlar pek çok işe rahatlıkla zaman ayırırlar. Özellikle bir çıkarları söz konusu olduğunda gerekirse başka isteklerinden fedakarlık eder, ama yine de o iş için gereken zamanı ayarlarlar. Ayrıca bulundukları şartlar o işi yapmalarını engelliyorsa, bu engelleri kaldıracak çözümleri de çok çabuk düşünüp bulurlar. Ancak insanların geneline bakıldığında ibadetler konusunda aynı kararlılığı göstermedikleri görülür. "Namaz kılmak istiyorum, ama hiç zaman bulamıyorum", "çalışıyorum, nasıl oruç tutabilirim", "okula gidiyorum, ders çalışmam lazım, ibadete vakit ayıramam", "burası yazlık, burada oruç tutamam" gibi mazeretler öne süren insanlara çevrenizde sık sık rastlamışsınızdır. Aynı şekilde "sabırlı bir insan olmak istiyorum, ama olaylar çok üstüste geliyor", "öfkelenmek istemiyorum, ama ortam çok stresli" benzeri bahanelerle çirkin bir ahlak gösteren insanları çokça görmüşsünüzdür. Bu insanlar aslında Allah'ın dinine karşı samimiyetsiz bir yaklaşım içindedirler. Çünkü insanlar dünyaya yönelik bir çıkar umduklarında, zamanı ve şartları gözardı ederek, gerektiğinde her türlü çözümü bularak istedikleri şeyi yaparlar. Ama konu kendilerini yaratan ve yaşatan Allah'a karşı yerine getirilmesi gereken bir sorumluluk olduğu zaman, hemen imkansızlıklardan şikayet etmeye başlarlar.
Bu konunun daha somut bir şekilde anlaşılabilmesi için şöyle bir örnek verelim. Bir insana, günde 1 saatini ayırarak bir iş yapması karşılığında çok yüklü bir miktarda para teklif edilse (örneğin, aylık kazandığı maaşın 10 mislinin ödeneceği söylense), bu kişi içinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun hemen teklifi kabul eder. Üstelik bu insan bir yandan üniversite sınavına hazırlanıyor olabilir veya aynı zamanda bir işte çalışması gerekebilir. Her ne olursa olsun, gerekirse uykusundan fedakarlık yapar, gerekirse kendine ayırdığı vakitten kısar, ama zaman gibi bir konuyu problem olarak öne sürmez. Aynı şekilde tüm şartlarını da hemen bu işe uygun hale getiriverir. Bu, dünya üzerindeki insanların çoğu için geçerli olan, inkar edilemez bir gerçektir.
İşte bu yüzden eğer bu insan aynı kararlılığı Allah'ın rızası için göstermezse, bu, büyük bir samimiyetsizlik ve vicdansızlık olur. Üstelik insan yaptığı ibadetler karşılığında üç beş kuruş para ile kıyaslanmayacak kadar değerli bir kazanca kavuşacak, sonsuza kadar Allah'ın rahmetini ve cennetini kazanacaktır.
Ama insanların çoğu sahip olmaya çalıştıkları malların, paraların, taşıdıkları kredi kartlarının, biriktirdikleri dolarların, hoşlarına giden evlerin, arabaların, güzel giysilerin büyüsüyle dinlerini bir kenara bırakır, ahireti unutur ve dünyaya yönelirler. "Vaktim kısıtlı", "çok meşgulüm", "yetiştirmem gereken işler var", "işim var", "ideallerim var", "ileride yapacağım" benzeri sözlerle kendilerini kandırır, ahirette kazanç sağlayacakları ibadetlere yönelmezler. Allah'ın emrettiği güzel ahlakı yaşamaz, namaz kılmaz, oruç tutmaz, Allah'ın kendilerine verdiklerinden ihtiyacı olanlara vermez, yalnızca dünyada kazanç sağlamaya çalışarak ömürlerini tüketirler.
Allah dünyada kendilerini kandırarak, öne sürdükleri mazeretlerin kabul edileceğini zanneden ve bu yüzden ibadetlerini yerine getirmeyen veya sürekli erteleyen insanların ahirette karşılaşacağı durumu bize şöyle bildirmiştir:

İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi, 13-15)

İşte bu yüzden siz de dikkat edin, sakın bu insanlar gibi ahirette geçerli olmayacak mazeretleri dünyada öne sürerek kendinizi kandırmayın. Ayette bildirildiği gibi, her ne mazeret ortaya atarsanız atın, siz aslında bunun geçerli olmadığını kavrayabilecek bir "basirete" sahipsiniz. Eğer nefsinize uyarsanız, bunun hesabını Rabbiniz olan Allah'a veremezsiniz. Sizin zaten şu an dünya üzerinde varoluş amacınız Allah'a kulluk etmektir. Yapmanız gereken diğer işlerin hiçbiri bundan daha öncelikli ve önemli değildir. Çünkü ebedi kurtuluşunuz, ancak Allah'ın rahmetini kazanmakla mümkündür.


            "ALLAH NASIL OLSA BENİ AFFEDER" DÜŞÜNEREK KENDİNİZİ KANDIRMAYIN

İnsanların bazıları Allah'ın varlığını bilir ve kabul ederler ama O'nun kudretini gereği gibi takdir edemezler. Yanılgıya düştükleri konu Allah'ın varlığı değil, Allah'ın sıfatlarıdır. Örneğin, Allah'ın kullarına karşı çok lütufkar, bağışlayıcı ve merhametli olduğunu düşünürler de, inkarcılardan intikam alan, onlara azap eden, kahreden sıfatlarını düşünmeye pek yanaşmazlar.
Allah'ı gereği gibi takdir edemeyen bu insanların Allah korkuları ya hiç yoktur veya çok sınırlıdır. Bu da insanın ahireti açısından çok tehlikeli bir durumdur. Çünkü Allah korkusu olmayan, yaptıklarının karşılığında ceza göreceğine inanmayan bir insan her türlü kötülüğü, zulmü rahatlıkla yapabilir. Allah'ın yasakladığı, haram kıldığı her türlü suçu işleyip, sonra da "nasıl olsa Allah affeder" gibi gerçeklerden uzak bir düşünceye kapılabilir. İşte bu yüzden Şeytan insanlara hep bu yönden yaklaşır ve insanların kendilerini "nasıl olsa affedilirim" düşüncesiyle kandırmalarına neden olur.
Dikkat edilirse dinden uzak toplumlarda insanlar hep bu çarpık bakış açısı ile hareket eder ve sürekli Allah'ın emir ve yasaklarını ihlal ederler. Namazlarını kılmayanlar, oruç tutmayanlar, ihtiyaç içinde olan insanları koruyup kollamayanlar, cimrilik ederek mallarından infak etmeyenler, kendi çıkarları uğruna insanlara zulmedenler, hırsızlık yapanlar, başkalarının malını haksızlıkla yiyenler, yeryüzünde karışıklık çıkaranlar, insanları ahlaksızlığa sürükleyenler, hep "nasıl olsa Allah affeder" düşüncesi ile bunları yaparlar. Oysa bu düşünceyi taşıyan insanlar büyük bir yanılgıya düşmüşlerdir. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve affedici olandır, ancak aynı zamanda da sonsuz adaleti ile her yapılanın karşılığını eksiksiz olarak verendir. Elbette iyilik yapanlarla kötüler bir tutulmayacak, dünyada da, hesap gününde de herkes hak ettiğiyle karşılık görecektir. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir:

Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar. Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı; öyle ki, her nefis kazandıklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez. (Casiye Suresi, 21-22)
Allah'a döneceğiniz günden sakının. Sonra herkese kazandığı eksiksizce ödenecek ve onlara haksızlık yapılmayacaktır. (Bakara Suresi, 281)

Halk arasında, "gençken hayatımı yaşar, ölmeden önce de nasıl olsa tevbe ederim, hiç günahım kalmaz" gibi batıl bir inanış vardır. Genelde bilgisizlikten ve dinden uzak bir yaşamdan kaynaklanan böyle bir zihniyetin, Allah'a karşı ne derece samimiyetsiz bir tavır olduğu ortadadır. Çünkü, bu lafın gerçek anlamı: "Ben şimdi her türlü günaha girer, her türlü kötülüğü yaparım, Allah'ın sınırlarını dilediğim gibi çiğnerim. Daha sonra, hayatımın sonuna doğru da tevbe edip, ahiretimi de kurtarmış olurum" demektir. Halbuki "kalplerin özünde saklı olanı bilen" Allah, böyle samimiyetsiz bir zihniyetin başarıya ulaşamayacağını, böyle tevbelerin kendi katında geçerli olmayacağını önceden bildirmiştir.
Bu akıldan yoksun düşüncenin sahibi, Allah'ı gereği gibi takdir edemediği için, kendi küçük aklınca, Allah'ın kendisini bir tevbeyle affedeceğini ve cennete sokacağını zanneder. Günlük hayatında yaptığı küçük uyanıklıklar, sahtekarlıklar gibi Allah'a karşı da sahtekarlık yapabileceğini sanır. Oysa sonuçta aldanan da, hüsrana uğrayan da elbette kendisi olur. Ummadığı bir anda ölüm onu hazırlıksız bir şekilde yakalar ve geri dönüşü olmayan yolculuğuna çıkar. Fakat buna rağmen hayatında sahip olduğu o sinsi zihniyetini de beraberinde taşır.
Bir insanın, "nasıl olsa Allah affeder" diyerek bile bile günah işlemesi samimi bir davranış değildir. Böyle bir ahlakta süreklilik gösteren kimsenin kalbi zamanla katılaşıp duyarsızlaşabilir. Allah korkusuyla hareket etmemek bu kişiyi daha pek çok kötülüğün içine de sürükleyebilir. Allah Kuran'da "yakında bağışlanacağız" diyerek bile bile günah işleyen kimselerin örneğini vererek, insanları şeytanın böyle bir kandırmacasına karşı uyarmıştır:

Onların ardından yerlerine Kitaba mirasçı olan birtakım 'kötü kimseler' geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın geçici-yararını alıyor ve: "Yakında bağışlanacağız" diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz? (Araf Suresi, 169)

"Allah nasıl olsa beni affeder" diyenler, "kalbim temiz, benden nice kötü insanlar var" diye iddia edenler, kimseye bir zararlarının dokunmadığını bundan dolayı cennete gideceklerini savunanlar, sadece belirli ibadetleri yaparak kurtulacaklarını sananlar, aslında gerçeği bildikleri halde kendilerini kandırarak doğruları görmezden gelmeye çalışmaktadırlar. Nitekim Allah her ne kadar bahaneler öne sürerek anlamamaya çalışsalar  da insanların aslında doğruların farkında olduklarını şöyle bildirmiştir:

O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbi'nin katıdır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi, 12-15)

Allah’ın ayette bildirdiği gibi her insan kendine basirettir. Her insan doğruları bilir. Bu sebeple mazeretler ortaya atarak gerçekleri anlamazlıktan gelmeye çalışmak anlamsızdır. Kendisinden daha kötü insanların olması din gününde hiç kimseyi kurtarmaz, babasının ya da dedesinin dindar olması, bir iki fakire para vermek ya da Allah için hiçbir amel yapmadan "ben müslümanım" demek de insanı kurtaramaz… Diğer insanlar ne yaparsa yapsın, herkes kendi yaptıklarından sorumludur, tek başına Allah’ın karşısında duracak ve yaşadığı her anın hesabını tek başına verecektir. Kendince çok işinin olması, kendi bakış açısına göre iyi olması, "ekmek parası kazanmak", çocuklarına bakmak zorunluluğu taşıması, kendince faydalı bir mesleğe sahip olması, veya yine kendi bakış açısına göre yaptığı işlerin Allah için yapılacak ibadetlerden daha önemli olması da kişiyi kurtarmaz. Çünkü neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin insana ahireti kazandıracağı ya da neyin kaybettireceği Kuran’da yazılıdır.
Buraya kadar ele aldığımız zihniyet Allah'ı tamamen inkar etmeye değil, fakat "Allah'ı gereği gibi takdir edememe"ye ve bunun sonucu olarak "Allah'tan gereği gibi korkup sakınmama"ya dayanmaktadır. Allah'ın varlığını kabul etmek ayrı, O'nun sonsuz güç ve aklını, bilgisini, her an her şey üzerindeki hakimiyet ve kontrolünü, azabından hiç kimsenin bir garantisi olmadığını bilip hissetmek ve O'ndan gücünün yettiği kadar korkup-sakınmak ayrı şeylerdir. İkisi de Allah'ın varlığından kesin emin olan mümin ile şeytanı ya da iman ile isyanı ayıran ince çizgi de burasıdır.
  Elbette her insan yaşadığı müddetçe hata yapabilir ve işlediği suçlardan, yaptığı hatalardan dolayı pişmanlık da duyabilir. Çünkü insan hata yapmaya yatkın bir varlıktır; hiçbir insanın hatasızlık veya kusursuzluk iddiası olamaz. İşte bu yüzden insan dünyada bulunduğu sürece bağışlanmak için Allah'a tevbe edebilir. Allah, her insana ölene kadar tevbe etme imkanı vermiştir. Ama Kuran'da hangi tevbenin samimi tevbe olduğu ve kabul göreceği de haber verilmiştir. Tevbenin şartının samimiyet olduğunu Allah aşağıdaki ayetleriyle bildirmiştir:

Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 17-18)

O halde insanın bir hataya düştüğünde önem vermeyip "nasıl olsa bağışlanırım", "nasıl olsa affedilirim" diye düşünmesi değil, hemen samimi bir şekilde Rabbine yönelmesi ve hatasını düzeltme konusunda kesin bir kararlılıkla tevbe etmesi gerekir. Önemli olan insanın Allah'a karşı samimi ve dürüst bir kul olmasıdır. Ancak bundan sonra Allah'ın bağışlamasını umabilir. Ama son derece pervasız ve samimiyetsiz şekilde hareket etmeye devam ederken, Allah'tan sakınmaz ve bağışlanma da dilemezken "nasıl olsa Allah affeder" gibi bir üslup ve mantık içinde olanlar hiç de bekledikleri gibi bir sonuçla karşılaşmayabilirler.
İşte bu yüzden siz dikkat edin, "nasıl olsa Allah affeder" gibi bir mantıkla kendinizi kandırarak bile bile Allah'ın hoşnut olmayacağı bir hayata yanaşmayın. Aksi takdirde sonsuz hayatınızı kendi ellerinizle büyük bir tehlikeye atmış olursunuz.



"BENİM KALBİM TEMİZ. O HALDE ALLAH BENİ NİYE CEZALANDIRSIN?" DÜŞÜNEREK KENDİNİZİ KANDIRMAYIN

  İnsanların kendilerini kandırdıkları konulardan biri de, kendilerinin cennete girmeye hak sahibi olduklarını düşünmeleridir. Bu insanların büyük bir çoğunluğunun ölümden sonra hayat olduğunu kabul etmelerine rağmen dini yaşamamalarının nedeni, kendilerinin mutlaka cennete gideceklerini dair olan zanlarıdır. Kendilerini diğer insanlarla kıyaslayarak sadece iyi yönlerini görür ve bu yüzden de genele göre iyi bir insan olduğu ve bu durumda cennete girmeye hak sahibi olduğu kanaatine varır. En şaşırtıcı olanı da, bu insanlar "iyilik" kavramını, Kuran'a göre değil cahiliye kıstaslarına göre değerlendirirler. Allah'ın hoşnut olacağı bir yaşamı ve ahlakı değil, bulundukları toplumun hoşnut olacağı bir yaşamı ve ahlakı seçerler. Ve cahiliye kıstasları ile yaptıkları değerlendirme sonucunda, kendilerini kandırarak cennete gireceklerini düşünürler.
  Kuran'a inandığını söyleyen ve iman ettiği kitabın hükümlerine uymayan bazı insanların rahatlıklarının sebebi, kalplerinin temiz olduğu, zaten hiçbir kötülükte bulunmadıkları iddiasında  olmalarıdır. Dolayısıyla bunun temelinde yatan inanç da, kendilerinin cehenneme gidebileceklerine asla ihtimal vermemeleri, başka bir deyişle cennete gideceklerini kesin olarak görmeleridir. Bu inancın bir özelliği de cehenneme gidecek olan insan modelini kendi mantıklarına göre belirlemiş olmaları ve diğer insanları da cennet ehli ilan etmeleridir.
Onlara göre cehennemlik olan insanlar, çoğunlukla televizyonda seyrettikleri ve gazetelerde okudukları katiller, hırsızlar, teröristler ve insanlara zarar verme peşinde koşan dengesiz kişilerdir. Bunun dışında kalanlar ise hemen her günahlarının affedileceğini sandıkları, halkın arasında çoğunluğu oluşturan sıradan insanlardır. Kendi aralarında belirledikleri bu ölçüler, adam öldürmediklerine, hırsızlık yapmadıklarına ve terörist de olmadıklarına göre, kendilerinin cennet halkından oldukları zannını doğurur. İşte kendilerini müslüman kabul ettikleri halde; her türlü günahı işleyebilmelerinin, ibadet etmemelerinin, Kuran'ı yaşamamalarının ve Allah'ın sınırlarından uzak bir hayat sürebilmelerinin ve bundan da hiçbir korku ve tedirginlik duymamalarının altında yatan sebep budur. Yani bunların hiçbirinin cehenneme gitmek için bir sebep teşkil etmediği zannına kapılmaları... Oysa ki bu kendilerini ateş çukuruna sürükleyen korkunç bir yanılgıdır.
Bu tür insanlar Allah'ı genelde affeden, yardım eden, rızık veren, lutfeden, nimet veren, koruyan, merhametli olan gibi sıfatlarıyla düşünüp kendilerini rahatlatırlar. Oysa Allah'ın intikam alan, azap veren, cezası şiddetli olan, kahredici olan sıfatlarının kapsamını bilmezler; Allah'ı bu sıfatlarıyla düşünemezler. Bu sıfatların kendi hareket, davranış ve konuşmalarına bakacak olan yönlerini akıllarına getirmezler. Allah'ın bazı sıfatlarını ismen bilseler bile, tam olarak ne anlama geldiklerinden, bu sıfatların kendi sonsuz hayatlarına nasıl yansıyıp, etki edeceklerinden habersizdirler. Ya da Allah'ın birçok sıfatını tek yönlü düşünüp, bu sıfatların kendilerini de kapsayacağını düşünmezler. Örneğin kendilerine bir haksızlık yapıldığında Allah'ın sonsuz adaletiyle ahirette bu haksızlığın cezasını vereceğini düşünürler. Fakat Allah'ın ayetlerine gereği gibi inanıp yerine getirmezlerse kendilerinin de Allah'ın azabı ile karşılık göreceklerini düşünmezler.
Bir insanın cenneti kazanabilmesi için "kalbinin temiz olması" değil, esas olarak Allah'ın hükümlerinin bulunduğu Kitab'a taviz vermeden uyması gerekir. Yani bir insanın kendi halinde yaşaması, kimsenin kötülüğünü istememesi, kimsenin malında, mülkünde, namusunda gözünün olmaması onun cennet için uygun bir insan olduğunu göstermez. Çünkü bunlarla birlikte Allah'ın Kuran'da bildirdiği diğer ahlak ve özelliklerini de üzerinde taşıması gerekir.
Muhakkak ki kişinin kalbinin temiz olması, iyi niyetli, dürüst bir kişiliğe sahip olması Allah katında değerlidir. Ancak bu kalp temizliği ve samimiyetin en önemli göstergesi de kişinin Allah'ın emirlerini titizlikle yerine getirmesiyle kendini belli eder. Yoksa Kuran'da bildirilen ibadetleri yerine getirmeyen, Allah'tan korkup sakınmayan, ölçüsü Kuran ve Allah rızası olmayan bir insan ne kadar iyi niyetli olduğunu iddia ederse etsin, bu düşüncesinin ona ahirette bir faydası olmayacaktır.
Ayrıca "kalp temizliği"nin tek ölçüsü Kuran'dır. Yani bir insan ancak Kuran'a göre samimi niyetli, ihlaslı bir insansa "kalbim temiz" diyebilir. Yoksa bir insanın kendi değer yargıları, cahiliye ölçüleriyle kalp temizliği iddiasında bulunmasının bir anlamı yoktur.
Hiç kuşkusuz Allah'tan cennetini ümit etmek ve istemek güzel bir beklentidir. Ama bu temenninin samimi olduğunun en önemli göstergelerinden birisi, kişinin hayatının her anında cennete yakışacak bir ahlak sergilemesi ve Allah'tan korkup sakınarak hareket etmesi olacaktır. Aksi takdirde, yani Allah'ın razı olmayacağı bir yaşam tarzı içindeyken, kulluk görevlerini yerine getirmeden cennete gideceğini ileri sürmek son derece samimiyetsiz bir yaklaşım olacağı gibi, bu düşünce kişinin kendisini kandırmasından başka bir şey değildir.
Bu düşünceye göre kişi hem Allah'a kulluk etmeden koskoca bir ömrü kendi nefsinin istek ve tutkularına göre tüketecek, hem de ahirette Allah'ın samimi ve salih kulları için hazırladığı cennetinde, onların arasında, nimetler içinde yerini alacaktır. Böyle bir düşünceye sahip olması için bir kişinin Kuran'ı hiç bilmiyor olması gerekir. Zira Kuran ayetlerinde bildirilen gerçekleri kavrayan bir insan, bu tarz aldatmacalarla kurtulmasının mümkün olmadığını, bu yolla sadece kendisini kandırmış olacağını gayet iyi anlayabilir.
Allah'ın sözde "sevgili kulları" olduklarını ve dünya hayatında tüm yapıp ettiklerine rağmen Allah'ın kendilerini bağışlayacağını hayal eden, hatta ahiretin olmayacağını ama olursa da iyi bir karşılık alacaklarını sanan (Kehf Suresi, 36) dolayısıyla tamamen çarpık bir Allah anlayışına sahip olan insanlar, cehennemden hiçbir zaman kurtuluş olmadığını ancak ona girince anlayacaklardır. 
  Belki insan dünya hayatında kendisini kandırabilir. Ahiret gerçeğini görmezden gelerek, kendince dünyanın tadını çıkarmaya çalışabilir. Belki kendi kendine söylediği yalanlarla vicdanının sesini bastırabilir. Ama bu, o kişinin Allah katında belli olan vakti dolduğunda ölmesini ve yine Allah katında belirlenmiş olan bir zamanda tekrar diriltilmesini engellemez. Anlamak istese de, istemese de mutlaka her insan din gününde diriltilecek, Allah’ın karşısında durup hesap verecek, sonra yaptıklarının karşılığını almak için kazandığı ebedi yurda sevkedilecektir. O gün bu apaçık gerçeği görmezden gelenlerin, kendilerini kandırarak dünya hayatı ile tatmin olmaya çalışanların sevkedilecekleri yer cehennemdir. Ve bu yaptıkları vicdansız tavır nedeniyle cehennemi hak eden insanlar sonsuza kadar oradan çıkamayacaklardır.


  


  KURAN’A GÖRE KALP TEMİZLİĞİ

Allah insanların kalbine bakar. Şuara Suresi'nin 89. ayetinde cennete girecek olanların "Ancak Allah'a selim (temiz) bir kalp ile gelenler" olduğu bildirilir.
Ancak Kuran'da bildirilen kalp temizliği, günümüz toplumlarından bazılarının anladığı gibi bir temizlik değildir. "Kalp temizliği"nin öneminden yola çıkarak, "ben insanlara hiç kötülük yapmıyorum, fakirlere arada sırada yardım ediyorum, demek ki Allah'ın istediği ahlaktayım" demek, kendi kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Çünkü Kurani anlamda kalbin temiz olması demek, Allah'a yönelmiş ve O'na itaat etmiş olmak demektir. Belki bazı insanlar, arada sırada fakirlere yardım ederek, hayvanlara yiyecek vererek, komşularına gülümseyerek, "iyi insan" olarak tanınabilirler. Ancak cehennemden kurtulmanın, Allah'ın rızasını ve rahmetini kazanmanın yolu "iyi insan" olarak tanınmak değil, Allah'ın Kuran'da tarif ettiği şekilde bir mümin olmaktır. Bu ahlakı kazanmadan yapılan ve cahiliyenin kendi değer yargılarına göre "iyilik" olarak kabul edilen bir davranışın, Allah katında herhangi bir değeri olmayabilir. İsterse dini bir kisve altında olsun, yapılan işin Allah nazarında "iyi" ve geçerli olmasının temel şartı, bunun Kuran'da bildirilen ölçülere uygun olmasıdır. Kuran'daki bu ölçülere örnek olarak aşağıdaki ayetleri verebiliriz:

Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cehd edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Bunlar) Allah katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 19)
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)

Kurani anlamda kalbi temiz olan insan, Allah'a iman eden, Allah'ın emir ve yasaklarına harfiyen uyan, O'na teslim olmuş insandır. İslam'a göre, bundan farklı bir "kalp temizliği" söz konusu değildir. Kuran'da, "kalp temizliği"nin ne anlama geldiği detaylı olarak anlatılmaktadır. Buna göre, kalbi temiz olan insan, sürekli Allah'ı anan ve kalbi Allah'ın zikriyle "mutmain" olmuş (tatmin bulmuş) kişidir. Öyle ki Kuran'da müminler şöyle tarif edilir:

"Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur." (Rad Suresi, 28)

Bir başka ayette ise müminlerden şöyle söz edilir:

"Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir…" (Hac Suresi, 35)

Yine bir başka ayette, müminlerin kalplerinin "Allah'ın ve haktan inmiş olanın zikri için saygı ve korku ile yumuşadığı" (Hadid Suresi, 16) haber verilir.
İnsanı mümin yapan ve Kuran ahlakından zevk almasını, Allah'a itaat etmekten dolayı sevinç ve huzur duymasını sağlayan şey, kalbindeki bu içliliktir. Kuran bu kalp duyarlılığının "Allah'ın yol göstermesi" olduğunu bildirir ve şöyle der:

"Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O'ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah'ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir..." (Zümer Suresi, 23)

Dolayısıyla kalp temizliği, insanı Allah'tan uzaklaştıran tüm engellerin kalpten arındırılmış olması anlamına gelir. Böyle bir insan dünya hırsından, bencillikten, korkudan, güvensizlikten uzak olur. Allah'tan başka varlıklara bağlanmaktan, onlara Allah'tan bağımsız bir sevgi duymaktan kurtulur.
Allah'a itaat etmeyen ve Müslümanlığın gereklerini yerine getirmeyen insan için "kalp temizliği"nden söz edilemez. "Benim kalbim temiz, dine uymasam da olur" diyenler, Allah'ı ve müminleri aldattıklarını sanabilirler, oysa yalnızca kendilerini aldatmaktadırlar. Bu ifade ancak, ibadetlerini uygulamaktan kaçınan ve yanlış bir yaşam tarzını Müslümanlık olarak göstermeye çalışan bir insanın samimiyetsizliğidir. Ancak ne Allah katında ne de müminlerin gözünde bu tür samimiyetsiz tavırlar kabul göremez.
  Kendinize hiç sordunuz mu, Allah'ın kendilerinden hoşnut olduğunu ve onları cennetine koyacağını bildirdiği insanlara ne kadar benziyoruz?
Kuran'da tarif edilen mümin modeli açıkça göstermektedir ki, sorulduğunda "elhamdülillah Müslümanım" demek ve arada sırada bazı ibadetleri yerine getirmek Allah katında yeterli değildir. Bu "bir ucundan ibadet" etmektir ki, Kuran'da "Allah'a bir ucundan ibadet edenler"in durumu şöyle anlatılır:

İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzüüstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)

Kuran'da mümin tarifi açıkça verildiği halde, "benim kalbim temiz, kimseye kötülüğüm yok, Allah tabii ki beni seviyordur" gibi düşüncelerle kendini kandırmanın hiçbir anlamı yoktur. Allah insanlardan, Kendisine kulluk etmelerini istemektedir, yalnızca "kimseye zarar vermeyen kalbi temiz insan" olmalarını değil. Kaldı ki, Allah'a kulluk etmeyen, imandan uzak bir insanın kalbi hiçbir şekilde "temiz" olamaz. Kalbin temiz olması ancak, Allah'ın Kuran'da bildirdiği tüm hükümleri yerine getirmek, sınırlarını korumakla mümkün olabilir.

KENDİNİZİ KANDIRMAKTAN KURTULUP SAMİMİ OLUN

Sonsuzluk içinde insan yalnızca bir kere denenir ve bu deneme süresi onar senelik ortalama 6-7 dilimden oluşur. Ve kişinin sonsuz yaşamını bu deneme süresi içindeki tavrı belirler. Bu kısacık, ama son derece ehemmiyetli süreyi de insan kendisini kandırarak geçirirse imtihanı kaybeder. İşte gerçek olan budur; insan kendini kandırarak ne gerçeği değiştirebilir, ne de sorumluluktan kurtulabilir. Tam tersine insanın dünyada gerçeklerden kaçması yalnızca kendi aleyhinedir. Bu kişi vicdanını örterek kendini aldattığı, türlü bahane ve gerekçelerle rahatlatmaya çalıştığı her an aslında korkunç bir kayıp içindedir. Ahirette ise bu akılsızlığı nedeniyle -Allah'ın dilemesi dışında- telafisi asla mümkün olmayacak bir pişmanlık içinde olacaktır.
Durum böyleyken insanın değil kendisini kandırması, son derece açık bir şuurla ve dikkatle kulluk görevini yerine getirmesi gerekir. Bu da, kişinin her an vicdanının sesini dinlemesi ve Allah'ın kitabına uyması ile mümkündür. Samimi olarak iman eden bir insan için başka bir yol yoktur. İnsanın dünyada yaşadığı süre boyunca her geçen saniye ölüme ve hesap gününe biraz daha yaklaştığını, yaptığı her davranışın, aklından geçen her düşüncenin Allah'ın bilgisi dahilinde olduğunu ve bunlardan sorumlu tutulacağını düşünmesi, kendisi için en güzel ve kazançlı olan yoldur.
Dikkat edin, Allah'a karşı samimi olmaya yönelten bu yol, insan için en kolay olanıdır. Bir anlık düşünmenin ve karar almanın ardından insan tüm yaşamı boyunca bu kararın getirdiği şuur açıklığı ile yaşayabilir. Bu şuur açıklığını kazandığında ise hiçbir konuda kendini kandırarak, kendi kendini ebedi bir zarara uğratmaz. Unutmayın; kendini kandırmak insan için, bir nevi ateşle oynamaktır. Kişi, bu şekilde oyalanırken ve tam da dünyaya dalmışken bir anda canını teslim almaya gelen melekleri yanında bulabilir. Melekler canını, bir ayetin ifadesiyle "ta derinden acı ile sökerlerken" acaba aynı oyunu ve kandırmacayı sürdürebilecek midir? "Ne iyi ettim, dünyadaki hayatım boyunca yedim, içtim, gezdim, eğlendim, sorumluluklarımı, kulluk vazifemi gözardı ettim, hiç düşünmedim" diyebilecek midir? Kuşkusuz ki hayır. Bu, en gafil insanın bile aklından geçiremeyeceği bir düşüncedir. Tam tersine o anda tarifsiz bir korku, dehşet ve panik yaşayacaktır. Ama bu daha başlangıçtır, cehennemin kapılarından içeri girdiğinde bu korku ve pişmanlık dayanılmaz boyutlara varacak, ruhu sonsuz bir yıkıma uğrayacaktır.
Bu, bütün insanların aklından bir an bile çıkarmaması gereken bir gerçektir. Allah bu gerçeği ayetlerinde hatırlatırken, kendilerini kandıran insanların pişmanlıklarını ve çaresizliklerini de şöyle bildirmektedir:

Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel. Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün): "Allah yanında (kullukta) yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar olsun (bana) doğrusu ben, (Allah'ın diniyle) alay edenlerdendim." Veya: "Gerçekten Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden olurdum" diyeceği, ya da azabı gördüğü zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının). (Zümer Suresi, 54-58)

Bir insan kendisini dünyada rahatlıkla aldatabilir. Ama ahiret, kendisi için bütün gerçeklerin ortaya çıkacağı yerdir ve geri dönüşü olmayan sonsuz hayattır.




                                        YARATILIŞ AMACINIZI UNUTMAYIN

Çocukluğunuzun ilk günlerinden itibaren geleceğinize ilişkin belirli bir hedefe yönelir veya başkaları tarafından yönlendirilirsiniz. Örneğin gençlik döneminizde, hayatınızın ilerleyen yıllarında sahip olmanız gereken maddesel unsurlar size büyük bir titizlikle öğretilir ve ne olursa olsun hayatınızın amacının bunlara sahip olabilmek olduğu anlatılır. Buna göre her insan çok para kazanabileceği bir işe sahip olmalı, yüksek makamlara ulaşmak için çaba harcamalı, sonra kendisine iyi bir aile kurarak yaşamını bir "düzene" sokmalıdır. Bu sebeple en iyi okulları kazanmalı, buralarda üstün bir başarı göstermeli ve olabildiğince geniş sosyal bir çevre edinerek ilerde kullanabileceği "avantajlar" edinmelidir. Dahası, hayatın amacı da, bu telkine göre, bu hedeflere ulaşmaktan ibarettir.
Yaşınız ilerlediğinde artık bir aileniz ve işiniz olmuştur. Hep daha çok para kazanmak ve daha rahat yaşamak için çaba gösterirsiniz, çünkü hep bir üst refah seviyesini düşlersiniz. Çocuklarınızı yetiştirir, onların ileride sizden daha iyi bir hayat sürmelerini ve yaşlandığınızda da size bakmalarını istersiniz. Haftada bir aile toplantılarına katılır, tatil yapar, işe gider, geri kalan vaktinizi de evde geçirirsiniz. Yaşamınız mekanik bir saat gibi düzenli işler: Evden işe, işten eve... Bu yoğun temponun arasına çok nadiren de olsa sıkıştırabildiğiniz sosyal faaliyetler sizi sevindirir, hatta gururlandırır: Kendinize vakit ayırabildiğinizi zannedersiniz.
Yaşamınızdaki herşey sanki daha önceden belirlenmiş gibidir, çevrenizdeki insanların yaşamları da birbirleriyle çok büyük benzerlikler gösterir. Bu benzer senaryolara göre yaşamak için çalışmalı, soyunuzu devam ettirmek için de aile kurmalısınız. Zaten "iyi bir aile ve iyi bir iş" dışında yaşamın başka ne amacı olabilir ki! Bunlar sağlandıktan sonra gelecek mutlu bir yaşam hayal edersiniz. Böylece herşey tozpembe olacak ve yaşamın geri kalan kısmını huzurlu geçireceksinizdir.
Oysa siz bunları düşünürken, bedeninizde ve çevrenizde önemli birtakım değişiklikler olmaktadır. Vücudunuzda farklı işlevlere sahip pek çok hücre görevini tamamlayıp ölmekte ve yaşınız ilerledikçe bunların yenilenmesi yavaşlamaktadır. Bedeniniz yaşlanmakta ve bu yönde sürekli belirtiler, hastalıklar, eksiklikler ortaya çıkmaktadır. Zaman sürekli ilerlemekte ve geri dönüşün imkansızlığı gün geçtikçe daha da açık bir şekilde kendini göstermektedir. Ve siz huzurlu ve rahat geçirmeyi planladığınız "geri kalan ömrünüzde" gitgide ölüme doğru yaklaştığınızı farkedersiniz. İşte bu nedenle dünya hayatı size beklediğiniz rahatlığı ve huzuru gerçek anlamda asla vermez. O ana kadar sizi pek çok açıdan tatmin ettiğini düşündüğünüz bu yaşamın bir sonu vardır. İşte bu sonun ardından asıl gerçeklerle yüzyüze gelinecektir.
O halde dünya hayatında hedeflediğiniz hiçbir şey sizin gerçek amacınız olmamalıdır. Çünkü dünya hayatı yalnızca geçici bir imtihan yeridir. İnsanlar Allah'ın kendilerine duyurduğu dini, O'nun gösterdiği ölçülerle yaşamakla mükelleftirler. Allah bize bu önemli gerçeği şöyle bildirmektedir:

O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)

Yaşamın gerçek amacı "iyi bir aile ve iyi bir iş" değildir. Herkesin tek bir yaratılış amacı vardır: Allah'a kul olmak. Dünyada elde edilmiş mal, eş, çocuk, mevki, itibar gibi kazançların hepsi yaşam boyunca büyük bir tutkuyla bağlanılan değerlerdir. Fakat ölümün ilk anından itibaren bu dünyevi kazançlar bir anda tüm değerlerini ve önemlerini yitirirler. Bu herkesin bildiği ama düşünmekten kaçındığı bir gerçektir. Dolayısıyla asıl amaç bu olmamalıdır. O zaman insanın gerçek amacın ve kazancın ne olduğunu çok iyi düşünmesi, neden yaratıldığını kavraması gerekir. İşte yaratılmanın asıl amacını Allah ayetinde şöyle duyurur:

Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)

Sadece Allah'a kulluk görevinin tam olarak yerine getirilmesi sayesinde ölümden sonra başlayacak olan ahiret hayatı için güzel bir beklenti sözkonusu olabilir. İnsanı Allah yaratmıştır ve insan O'na geri dönecek bir varlıktır, dolayısıyla hiçbir şey insanın Allah'ı tanımasından ve O'na kulluk etmesinden daha önemli olmaz. Dolayısıyla bu gerçeklere gereken önemi vermeniz ve hayatınızı bunlara göre gözden geçirmeniz, belki yeniden düzenlemeniz gerekmektedir.
Sizi yaratan Allah'ı tanıyor musunuz?
O'na şükrediyor musunuz?
O'nun size yol gösterici olarak gönderdiği kitaptan haberiniz var mı?
Veya bu kitabı hayata geçirmek için neler yapıyorsunuz?
Emin olun ki, bunlar sizin hayatınızın en önemli meseleleridir. Başka herşey geçip gidecek, herşey yok olacak, ama Allah baki kalacaktır. Allah'ın vaadi, yani ahiret ve hesap da bakidir. Bir gün ölecek, ardından dirilecek ve Allah'a hesap vereceksiniz.
Unutmayın ki hem dünyada mutlu bir hayat sürmeniz, hem de ahiretteki sonsuz mutluluğunuz Allah'a kulluk etmenize bağlıdır. Zaten Allah sizi bunun için yaratmıştır. Yaratılış amacınıza teslim olun ve Allah'a yönelip Rabbimize ibadet edin.
Ve O'na ibadette, ayette buyrulduğu gibi kararlı olun:

(Allah) Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol… (Meryem Suresi, 65)