14 Ocak 2014 Salı

UZUN EMELLİ OLMAYIN

 

İnsanların, kendi hayatı hakkında bitmek tükenmek bilmeyen planları vardır. Liseyi bitirmek, üniversiteyi okumak, mezun olmak, iş sahibi olmak, ev sahibi olmak, evlenip çoluk çocuk sahibi olmak, çocuğunu büyütmek, emekli olmak, huzurlu bir hayata kavuşmak gibi... Bunlar bu planların en genel ve en sıradan olanlarındandır.            
Ama acaba bunları gerçekleştirebilecek kadar ömürleri var mıdır? İşte her insanın öncelikle bunu düşünmesi gerekir. Çünkü planların hiçbirinin gerçekleşmesi garanti değildir. Ama ölüm mutlaka gerçekleşecek, her insanın başına gelecektir. Buna rağmen bazı insanların ölüm sonrası için hiçbir plan ve hazırlıkları yoktur. Tüm hayatları dünyadaki yaşamlarına yönelik idealleri gerçekleştirmeye adanmıştır. Üstelik bir gün ölümle birlikte tüm planlarının bir daha tamamlanmamak üzere yarıda kalabileceğini akıllarına bile getirmemişlerdir. Gerçekleştiremeyecekleri planları yıllarca en ince ayrıntısına kadar düşünmüşlerdir, ama gerçekleşeceği kesin olan ölüm hakkında hiçbir şey düşünmemişlerdir bile. Bu insanlar dünya hayatına kapılıp kendi kendilerini kandırarak bir ömrü tüketmişlerdir. Geriye kalan planlarını gerçekleştiremeden, bir daha asla tamamlanmayacak bir şekilde yarıda bırakarak, dönüşü olmayan bir yere giderek ölürler...
Ölüm bütün planları hiç gerçekleşmeyecek üzere bitiren bir gerçektir. Dünyaya yönelik planlarınız ölümle birlikte her an son bulabilir. Peki akla ve bilince sahip bir insan hangisine öncelik vermelidir? Gerçekleşeceği kesin olan hakkında mı, yoksa olmayan hakkında mı plan kurmalıdır? İnsanların bazıları, kesin olmayana önem verirler. Hayatın hangi safhasında olursa olsun bütün planlarını, gelecekte daha iyi ve daha mükemmel bir hayata kavuşabilmek için yaparlar. Ölümü ve ahireti o kadar yakın görmezler, onlara göre içinde yaşadıkları hayat daha gerçektir.
Eğer insan ölümsüz olsaydı, bu davranış gerçekten de mantıklı olacaktı. Fakat bütün planlar, ölüm denen mutlak sona mahkumdur. Bu nedenle, kesin olan ölümü bırakıp kesin olmayanları önemsemek, kesinlikle akıl dışıdır. Ölüm gerçeği hesaba katılmadan kurulan bir hayat elbette çürük bir temel üzerine kurulmuş olur. Bu nedenle insanın planlarını dünya hayatı üzerine kurması, geçici bir sebeple bulunduğu mekanı asıl hayatı kabul edip, sonsuza kadar asıl hayatını yaşayacağı ahireti unutması çok büyük bir hatadır. Ölüm her an karşılaşılabilecek, tüm planları altüst edebilecek bir gerçektir ve insan adeta bir "geri sayımdaymışçasına" her geçen saniye ölüm anına doğru ilerlemektedir. Bazı insanlar olmayacak bir uzun süre yaşamayı ve dünyada kalmayı arzu eder ve bunun hayalini kurarlar. Allah bu duruma işaret ederek şöyle buyurmuştur:

                …(Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir. (Bakara Suresi, 96)

Yaşama ümidini kısa veya uzun tutmak, hem ahiretle ilgili amel ve ibadetleri, hem de dünya ile ilişkileri etkiler. Yaşama ümidini kısa tutan bir kimse, sınırladığı süre içinde ölürse hazırlıklı ölür; ölmezse bu hazırlığın sevinciyle yaşar ve yeni ameller hazırlar. Ümidini uzun tutan kimse ise, hazırlıkta gevşek davranır. Onun için, hayal ettiği süreden önce ölürse hazırlıksız gitmiş olur.
Bir kimsenin uzakta iki kardeşi bulunsa ve kendisi bunlardan birinin gelişini yarın, diğerinin gelişini ise bir ay veya bir sene sonra beklese; elbette ki, şimdilik yarın gelecek olan kardeşi için hazırlık yapar. Çünkü bir olaya hazırlık yapmak, onun uzaklık ve yakınlık ölçüsüne göredir. Tıpkı bunun gibi, ölümünü bugün veya yarın bekleyen bir kimsenin hazırlığı, ölümü daha sonra bekleyen bir insanın hazırlığından daha akılcıdır. Birinci kimse sürenin daraldığını görür ve elini çabuk tutmak gerektiğine inanır. İkinci kimse ise, zamanın çabuk geçtiğini unutarak aceleye gerek olmadığını düşünür. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
                “Çoğu insanlar, iki nimete aldanırlar. Bu nimetler sağlık ve zamandır.” (Buhari)
Çünkü onlar, bu nimetleri kalıcı zannederler, bu yüzden de onlarla ahiret ameli hazırlamak için acele etmezler. Sonra, beklemedikleri bir anda bu nimetleri kaybederler.
Ölüm anınızın şu an olduğunu düşünün. Sizin için neler önem kazanır, nelerin hiçbir anlamı kalmazdı? Neleri yapmış olmaktan veya yapmamış olmaktan dolayı pişmanlık duyardınız? Kimlerin sözünü dinlemiş olmayı dilerdiniz? Ya da kiminle hiç tanışmamış olmayı isterdiniz? Örneğin işinizle ilgili detaylar sizi ne kadar ilgilendirirdi? Veya bir davete giderken giyeceğiniz kıyafetin, insanların sizin şıklığınızla ya da güzelliğinizle ilgili düşüncelerinin ahiret gerçeği yanında ne önemi kalabilirdi? Bu sorulara samimi cevap veren kişiler vicdanlarının ne dediğini ortaya çıkarabilirler. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
                “Siz ameli ertelediğiniz gelecekten ne bekliyorsunuz? Zenginlik mi? O ise nefsi şımartır. Fakirlik mi? O ise sersemlik verir. Hastalık mı? O dengeyi bozar. Yaşlılık mı? O el ve kolu bağlar. Ölüm mü? O her şeyin sonunu getirir.” (Tirmizi)
Ölümü düşünmeye engelleyen şeyler (gaflet, meşguliyet) yanında, onu düşünmeye davet eden şeyler (hastalıklar, ölümler) de vardır. Hastaları, ölüleri görmek, mezarlığı ziyaret etmek, daha önce ölmüş olanların hayat hikayelerini, hırs ve tamahlarını, ölümden kaçışlarını, dünya için çalışıp didinmelerini, gülüp eğlenmelerini düşünmek ve sonra bütün bunların bir gölge ve hayal gibi silinip yok olduklarını görmek, ölüm gerçeğini anlamaya yardımcı olurlar.
Ölümü düşünmenin kuvvet ve şiddet bakımından da çok dereceleri vardır. Bu tıpkı bir insanın önündeki korkulu bir olayı düşünmesi gibidir. Bu iki halde de olay ne kadar yaklaştırılırsa, etkisi o kadar fazla olur. Onun için, ölümü hemen gelecekmiş gibi düşünmek lazımdır. Ölüm, insanın karşılaşabildiği en büyük olaydır. O, hem dünyadaki, hem de ahiretteki sonuçları itibarıyla büyüktür. Ancak, insan onu düşünmediği ve aklına getirmediği zaman, kısa bir süre için önemini ve büyüklüğünü çarpıcı bir şekilde hissetmez.
Ölüm ile birlikte bütün hırslar, istekler, kızgınlıklar, beklentiler, düşmanlık ve zevkler sona erecektir. Geleceğe yönelik planların bir anlamı kalmayacaktır. Allah'a döndürüleceğini unutan herkes için, o çok sevdiği, sonsuz hayata tercih ettiği dünyanın tüm o aldatıcı zenginlikleri, güzellikleri ve meşguliyetleriyle sona erdiği gün gelmiştir. İşte o gün, insanlar Allah'ın varlığına kesin bir biçimde şahit olacak, unutmaya çalıştıkları hesap günü ile karşı karşıya kalacaklardır. Artık Allah'ı ve ahiret yaşamını unutarak geçirdikleri kısa ömür sona ermiştir ve yeni bir başlangıç kendilerini beklemektedir. O güne şahit olan herkes dünya hayatının hesabını vermek üzere Allah'ın huzuruna çıkacak ve sonsuz hayatına başlayacaktır. Bundan kaçış yoktur.
                Öyleyse bu APAÇIK gerçeği anlamazlıktan gelerek sakın ölüme gafil bir şekilde yakalanmayın. Ölümle beklemediğiniz bir anda buluşabileceğinizi anlamazlıktan gelmeyin.
Uzun yaşama hesapları yapmak yerine insan, Allah'a karşı sorumlu olduğunu ve hesap gününde bütün yaptıklarının hesabını vereceğini bilerek, Kuran'ın rehberliğinde ve onun gösterdigi yola uygun olarak yaşamalıdır. Aksi halde, sonsuz hayatı için bir hazırlık yapmaması, bunun için kendisine tanınan bu tek ve son fırsatı kaçırması ve ebediyen cennetten mahrum kalması kendisi için gerçekten de çok acı bir durum olur. Ebediyen cennetten mahrum olan biri sonsuz azap mekanı olan cehenneme gidecek bir ahlak gösteriyor demektir. Bu nedenle dünyada boşa geçen her saniye hem çok büyük bir kayıp hem de çok acı bir sonuca doğru atılan yeni bir adımdır.
Madem gerçek budur, öyleyse bu gerçeğin dünyadaki herşeyden daha önemli olması gerekir. Hayatımızda karşımıza çıkacak muhtemel olaylar için önceden hazırlık yaptığımız gibi, hatta daha da fazla, ölüm ve sonrası için benzeri bir hazırlık yapmamız en mantıklı hareket olacaktır. Zira ölecek olan biziz. Ölümden sonra karşımıza gelecek olaylarla da tek başımıza muhatap olacağız. Bu konu doğrudan doğruya "bizi", yani "kendimiz"i ilgilendirmektedir.
Dikkat edin, Şeytan sizi de dünyevi hırs ve emellerin, uzun vadeli planların peşinde koşturarak, asıl hazırlık yapmanız gereken yeri unutturmasın. Siz dünyevi ideallerle, geçici hırslarla kendinizi oyalayıp, iyi işler yaptığınızı sanarak kendinizi kandırmayın. Allah'ın aşağıdaki emrini yaşamınızın hiçbir anında aklınızdan çıkarmadan uygulayın:

Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir. (Haşr Suresi, 18-19)


 Peygamber Efendimiz şunları buyurmuştur:

Cenneti isteyen, uzun emelli olmasın, dünya işi, ona ölümü unutturmasın! (İ. Ebiddünya)
Tul-u emel, dört şeye sebep olur: İbadete karşı tembellik, dünya ile ilginin artması, servet biriktirme hırsı, kalbin kararması. (T.G/220)
Kalbi dört şey karartır: Dolu mide, kötü arkadaş, günahları unutmak, tul-u emel. (T.G/220)
Kalbin Nurunu dört şey sağlar: Aç mide, salih arkadaş, günahları hatırdan çıkarmamak, tul-u emeli terk etmek. (T.G/220)
 Enes B. Malik demiştir ki: “Bir kere Peygamber (a.s.) bir takım çizgiler çizerek şöyle buyurdu: İşte bu çizgi insanın umduğu emelidir. Şu çizgide ecelidir. İnsan uzaktaki emelini beklerken kendisine en yakın olan ecel ansızın geliverir.” (Buhari)