Herşey gibi sizin ve sizle beraber tüm insanların yeryüzünde bulunuşunun
bir amacı vardır. Dünya her insan için farklı bir zaman dilimi ve farklı bir
kader ile belirlenmiş eğitim ve imtihan yeridir. Herkes için farklı bir senaryo
yaratılmıştır ve buna göre insan aslında neyi nasıl yapacağını öğrenerek,
ahiret hayatına hazırlık yapar.
Şu ana kadar gelmiş-geçmiş, şu anda yaşayan ve bundan sonra yaşayacak olan
tüm insanları, tüm varlıkları yaratan Allah dünyayı da bir amaç ile yaratmıştır
ve başıboş bırakmamıştır. Her hücremizi yaratan, bizi konuşturan, bizim için
gözler yaratan, bize duyma imkanı veren Güç bizi niye başıboş bıraksın?
Dünyada var edilen her şeyin bir amacı vardır, örneğin bir tabağın ya da
bir bardağın amacı vardır, arabaların, evlerin, asansörlerin bir amacı vardır.
Televizyonun, kitabın, derginin bir amacı vardır. Kısacası her şeyin bir amacı
vardır, dolayısıyla insanın yaratılmasının da bir amacı vardır.
Allah insanın amacının ne olduğunu bize Kuran’la bildirmiştir. İnsanın
dünyaya gelişinin ve kendisine verilmiş olan sürenin amacı Yüce Allah’a kul
olmasıdır. Allah Kuran’da şöyle bildirmektedir:
“Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler
diye yarattım.” (Zariyat Suresi, 56)
Şu ana kadar hafızanızdaki herşeyin -bedeninize ait bilgi de dahil-
silindiğini varsayalım. Böyle bir konumda kendinizi dünya benzeri bir yerde
bulsanız, içinde bulunacağınız durum son derece şaşırtıcı olurdu. Düşünelim:
Tüm hafızanız silinmiş olarak birdenbire yeryüzünün bir yerinde var oldunuz.
İlk fark ettiğiniz herhalde kendi bedeniniz olacaktı. "Ben"
dediğiniz şeyden farklı bir şey olduğunu hissettiğinizden, ona istediğinizi
yaptırabilmek size çok ilginç gelecekti. Belki bir süre kolunuzu indirip
kaldıracak, neye yaradığını anlamaya çalışacaktınız.
Etrafta nereden var olduğunu bilemediğiniz bedeninize son derece uygun bir
çevre bulacaktınız. Üzerine basılabilecek sağlam bir zemin, net bir görüntü,
birbirinden güzel kokular, çeşitli hayvanlar, tam bedenin isteklerine uygun bir
ısı, rahat solunabilecek bir atmosfer ve daha binlerce hassas denge... Acıkan
bedeninizin ihtiyaç duyduğu yiyecekler, kuruyan damağınızı serinletecek
tertemiz su ve daha birçokları...
Böyle bir ortamda acaba hiçbir şey düşünmeden gününüzü gün etmeye mi yoksa
kendinize bazı sorular sormaya mı başlardınız? Önce kim olduğunuzu, neden orada
var olduğunuzu, gördüğünüz düzenin varoluş sebebini araştırmaz mıydınız?
Aklınıza gelecek ilk sorular şunlar olmaz mıydı?
- Ben kimim?
- Beni kim var etti, sahip olduğum kusursuz bedeni kim yarattı?
- Etrafımdaki büyük düzeni yaratan kim?
- Benden ne istiyor, bana neyi göstermeye çalışıyor?
Biraz aklı olan insan, böyle bir durumda, üstteki ve bunlara benzer
sorulara cevap bulmaktan daha önemli hiçbir şey olmadığını düşünürdü. Bütün bu
soruları boş verip, gündüzleri amaçsızca gezerek, geceleri de uyuyarak
geçirmeyi tercih eden birisi için de "akılsız" kelimesinden başka bir
sıfat kullanılamazdı.
O arazide birden var olan bedeni ve o bedenin içinde bulunduğu ortamı
mutlaka bir varlık meydana getirmiştir. İnsanın bundan sonra da sürdüreceği her
bir saniyelik hayat da yine O'nun sayesinde var olabilir. O halde insanın
yaşamında sonsuz bir güce sahip olan bu varlığı tanımaya çalışmaktan daha
önemli ne olabilir?
Örneği biraz daha ileri götürüp, arazide ilerleye ilerleye bir şehire
vardığınızı düşünelim. Şehir içinde çoğu oldukça kaba, hırslı ve samimiyetsiz
çeşit çeşit insanlar olsun. Ve nedense, burasının ve kendilerinin sahibinin kim
olduğunu hiç düşünmüyor olsunlar. Farz edin ki, hepsi kendine bir iş, bir amaç
ya da bir ideoloji bulmuş, ama bir türlü şehre iyi bir düzen getiremiyorlar.
Bu ortam içinde, ahlaki yönden şehirdeki diğer insanlara göre değişik
davranan, ölçülü ve akılcı tavırlar sergileyen, düzgün konuşan, diğerlerinden
farklı oldukları hemen gözlemlenebilen, güvenilir ve doğru sözlü oldukları
hissedilen birileri ile karşılaştığınızı varsayalım. Onlarla bir konuşmaya
daldığınızı ve ilerleyen sohbet sırasında şöyle bir bilgi verdiklerini de farz
edelim:
"Biz diğerlerinden farklı düşünen ve yaşayan insanlarız. Çünkü biz,
burasının, bizim ve tüm diğer insanların -sen de buna dahilsin- bir sahibi
olduğunu, O'nun gücünün sınırsız olduğunu ve burayı da insanları sınamak ve
eğitmek için geçici bir yer olarak oluşturduğunu biliyoruz. O'ndan bize ulaşmış
bir kitap var, bu kitabın yazdıklarına göre tüm hayatımızı düzenliyoruz."
Böyle bir durumda, belki bu insanların doğruyu söyleyip söylemediklerinden
hemen emin olamazdınız. Ama onları dinlemekten, hele sözünü ettikleri kitap
hakkında bilgi edinmekten daha önemli hiçbir şey olmadığını kolayca anlardınız,
öyle değil mi?...
O halde sizin, bu örnekteki kadar hassas olmanızı engelleyen şey nedir? Söz
konusu kişi gibi dünya üzerinde bir anda değil de, uzun bir gelişim süresi
içinde var olmuş olmanız mı? Bu durumda örneğe bağlı kalarak düşünürsek,
şehirdeki insanların çoğunun içinde olduğu duruma düşmüş bulunmaktasınız. Peki
şu anda bu yapınızla, sizi yalnızca "bu akşam ne yiyeceğim, yarın hangi
kıyafetimi giysem?", ya da "şu hakkımda ne düşünüyor, buna ne
diyeceğim?" gibi sorulara cevap bulmaya yönelten ve bu sorulardan çok daha
önemli olduğu tartışma götürmeyen konulardan uzak tutan "cahil" bir
toplumun içinde yaşadığınızın farkında mısınız?
Dünya hayatı sadece günlük ihtiyaçların karşılanacağı, öylesine yaşanılacak
bir mekan değildir. Dünya hayatı, sonsuz ahiret hayatımız için bir geçiş
sürecidir, ahiret için bir hazırlık vesilesidir ve bu nedenle her anı çok iyi
değerlendirilmelidir.
HERŞEY
BİR AMAÇLA YARATILMIŞTIR
Dünya üzerindeki herşey bir amaç
üzerine yaratılmıştır. Allah yeryüzü üzerinde hiçbir şeyin amaçsız olmadığını
Kuran'la bize haber vermiştir:
…Biz gökleri,
yeri ve her ikisinin arasındakileri hakkın dışında (herhangi bir amaçla)
yaratmadık. (Hicr Suresi, 85)
Biz, bir 'oyun ve
oyalanma konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları
yaratmadık. Eğer bir 'oyun ve oyalanma' edinmek isteseydik, bunu, Kendi
Katımız'dan edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık. (Enbiya Suresi, 16-17)
Başka bir ayette şöyle bildirilir:
"Onlar
ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin
yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) 'Rabbimiz, sen bunu boşuna
yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.’" (Al'i İmran
Suresi, 191)
Allah, insanı bir amaçla
yarattığını, bu dünyadaki kısa yaşamından sonra da ahirette Kendisine hesap
vereceğini şöyle bildirmektedir:
Bizim,
sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp
getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız? (Müminun Suresi, 115)