14 Ocak 2014 Salı

SAKIN İBADETLERİ ERTELEMEYİN



Kuran'a göre insan akılca olgunlaştığı, şuuru açıldığı andan itibaren dini sorumluluk altına girer ve Kuran ahlakını yaşamakla yükümlüdür. Kuran'da bu sorumluluklarla ilgili herhangi bir yaş belirtilmemiştir. "Dini ilerde yaşarım" diyerek gençken dinsiz bir hayat sürdürmeye razı olan bir kimsenin acaba beş dakika sonra hayatta olacağına dair bir garantisi mi vardır? Yoksa, bu konuda kendisine verilmiş bir vaat mi vardır? Kendilerini Müslüman sayıp da geleceklerinden bu derece emin olanlar neye dayanarak içlerinde böyle bir güven duygusu hissetmektedirler?
İnsanın yapması gereken ibadetleri yaşlılık dönemine erteleme düşüncesi çok büyük akılsızlıktır. Bu savunma mekanizması gençlerde ve orta yaşlılarda görülür. Bunu kullanan insan, genelde 60-70 yıl yaşayacağını hesaplar ve ancak ömrünün son yıllarını bu tür "iç karartıcı" konulara ayırmaya karar verir. Hayatının en güzel yıllarında böyle "kasvetli" konularla kafasını yormak istemez. Bunun için dünyadan elini eteğini çekeceği bir zamanı uygun görür. Böylece, ölüme ve öbür dünyaya hazırlanmak için de yaşamından bir pay ayırmış olduğunu düşünür ve vicdanını rahatlatır. Önlerinde uzun seneler olduğunu, yaşlanmanın ve ölümün çok ileride olacağını varsayarlar. Kuran'da insanların içerisine düştüğü bu yanılgı açıkça belirtilmiştir:

Evet Biz onları ve atalarını yararlandırdık; öyle ki ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi… (Enbiya Suresi, 44)

            Bir insan dünyayı sever, dünyanın şehvet ve lezzetlerine düşkünlük gösterirse, ondan ayrılmak kendisine zor gelir. Bundan dolayı da, bu ayrılmayı gerçekleştirecek olan ölümü sevmez. İnsan sevmediği ve hakkından gelemediği bir şeyi unutmak istediği için, sevmediği ve çare bulamadığı ölümü de unutmak ister. Bu sebeple, onu hiç düşünmek istemez; düşünmek zorunda kaldığı zaman da ölmemek arzu ve temennisini bir perde gibi bu acı gerçeğin üzerine çekip durumu idare etmeye çalışır. Ölümün kesin olduğunu, dolayısıyla gözünü kapatmakla ondan kurtulmanın mümkün olmadığını fark ettiği anlarda da, yine başından atmak için onun uzak bir tarihte olacağını düşünmeye çalışır. Bundan dolayı ölüm ve ahiret için acil olarak hazırlık yapmak ihtiyacını duymaz. Bunun için de, “Ben henüz gencim, yaşlanınca amel ederim.” Ya da, “Şu işleri halledeyim de ondan sonra.” der. Fakat bu sözler de içinden gelen ciddi ve samimi kararlar olmadığı için, yaşlandıkça daha ileriki bir yaşı gösterir ve işleri yoluna koydukça başına yeni işleri açar. Her gün etrafında kendisiyle yaşıt hatta daha genç pek çok kişi ölür. Gazeteler ölüm ilanlarıyla doludur. Televizyonlarda her gün birçok ölüm haberi izler. Çoğu zaman, büyük küçük, kendi yakınlarının ölümlerine tanık olur. Fakat etrafındaki insanların bir gün hatta belki de yarın, kendi ölümüne de tanık olacaklarını, kendi ölüm ilanını okuyacaklarını aklına getirmez. Kaldı ki, o beklediği "yaşlılık" sınırına kadar yaşasa bile bir şey değişmeyecek, sahip olduğu zihniyeti değiştirmediği sürece, ölümle karşı karşıya gelene dek erteleme mantığını sürdürecektir. Halbuki bir saniye sonra yaşayacağının bile garantisi olmayan, daha ne kadar yaşayacağını, nerede ve ne zaman öleceğini asla bilmeyen bir insanın böyle uzun vadeli sonuçsuz hesaplar yapmasının ne büyük bir gaflet olduğu ortadadır.  İnsanın "gençliğimi yaşayayım, nasıl olsa ölmeme yakın ibadetlerimi de yapar, ahireti de kazanırım" düşüncesi ile Allah'a karşı olan sorumluluğunu bile bile ertelemesi ahiret hayatını kaybetmesine neden olabilir. Bu kimse devamlı erteleme ile ömrünü bitirip ummadığı bir zamanda ölümün pençesine düşer ve sonrasında gerçeklerle karşı karşıya kalmış olur.
Peki ölüm vakitlerini bilmedikleri halde, insanlar nasıl vicdanlarının emrettiklerini bu kadar kolay erteleyebilmektedirler? Oysa Allah kesin olarak bildirmektedir ki, ölüm meleğini karşısında gören her insan ertelediği şeylerden dolayı büyük bir pişmanlık duyacaktır ve "keşke hepsini yapsaydım" diyecektir.
Unutulmamalıdır ki, hiç kimse ölümle ne zaman karşılaşacağını bilemez. Buna rağmen insanın öleceği vakti biliyormuşcasına ibadetleri yerine getirmeyi belirli bir vakte ertelemesi kuşkusuz ki büyük bir hata olur. Zira ölümle karşılaştıktan sonra insan her ne kadar pişman olup geri dönmeyi istese de bir daha böyle bir imkan elde edemeyecektir.
Dikkat edin, sakın siz de Allah'a kulluk etmekte çekimser davranıp mazeretler öne sürmeyin. Asla böyle bir samimiyetsizliğe yaklaşmayın. Unutmayın; samimiyetsizce bir mazereti insan daha aklından geçirirken Allah bunu bilir. Ve siz bununla kendinizi kandırıp oyalarken bir anda ölüm meleklerini yanınızda bulursanız, ne kadar çok isteseniz de Allah'a ibadet etmek için bir daha asla geri döndürülmezsiniz. Allah Kuran'da, dünyada sapasağlam iken ibadet etmekten kaçınan insanların hesap günü karşılaşacakları pişmanlığı ve hissedecekleri korkuyu şöyle bildirir:

Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler. Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük', kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. (Kalem Suresi, 42-43)

Ahiret için hiçbir hazırlık yapmadan zamanını tüketmiş olan bir insanın ölüme hazırlıksız yakalanması kendisi için kötü bir hayatın başlangıcı olacaktır. O anki pişmanlığıyla kendisine bir hak daha verilmesini isteyecek ama artık geri dönüşü olmayan, kapıları kapatılmış bir kapıdan girmiş olacaktır. Bu, bütün insanların aklından bir an bile çıkarmaması gereken bir gerçektir. Allah bu gerçeği ayetlerinde hatırlatırken, kendilerini kandıran insanların pişmanlıklarını ve çaresizliklerini de şöyle bildirmektedir:

Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azab apansız size gelip çatmadan evvel. Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün): "Allah yanında (kullukta) yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar olsun (bana) doğrusu ben, (Allah'ın diniyle) alay edenlerdendim." Veya: "Gerçekten Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden olurdum" diyeceği, ya da azabı gördüğü zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının). (Zümer Suresi, 54-58)

Kuran dışı ölçüleri alarak cennete gideceğini savunanlar, dini yaşamak için yaşlanmayı bekleyerek vakit kaybedenler, ortaya sundukları bahanelerle hem kendilerini kandırıp hem de diğer insanları aldatmaya çalışanlar, unutmamalıdırlar ki burada öne sürdükleri mazeretler ahirette onları kurtarmaya yetmeyecektir. Burada anlattıkları yalanlar Allah’ın huzurunda hiçbir işe yaramayacak, hatta bu insanların din gününde konuşmalarına dahi izin verilmeyecektir. O gün gerçekleri görmezden gelerek Allah’ın sınırlarını korumayan, Allah’ın emirlerini yerine getirmeyen insanlar pişmanlıklarını şu şekilde ifade edeceklerdir:

O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 23-26)

O gün yaşanacaklar, herşeyi bilen ve gören  Allah’ın sonsuz adaletinin bir gereğidir. O gün Allah vicdanlarını kullanan kullar ile vicdanın sesini bastırarak gerçekleri görmezden gelen kullarını kesin olarak ayıracaktır. Siz de böyle bir pişmanlık yaşamamak için ahirete hazırlık yapın, burada yaptığınız her hazırlığın karşınıza çıkacağını unutmayın. Ve sakın bu gerçekleri anlamazlıktan gelerek hayatınızı boş ve anlamsız işlerle uğraşarak geçirmeyin.

O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbi'nin katıdır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi, 12-15)
Gök, çatlayıp-yarıldığı zaman, Yıldızlar, dağılıp-yayıldığı zaman, denizler, fışkırtılıp-taşırıldığı zaman, ve kabirlerin içi 'deşilip dışa atıldığı' zaman; (Artık her) nefis önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip-öğrenmiştir. (İnfitar Suresi, 1-5)