14 Ocak 2014 Salı

DÜŞÜNMENİN ÖNEMİ

                                                                          

             İnsanlar gün içinde birçok konu hakkında düşünürler. Ancak bu düşüncelerin büyük bir kısmı ahireti için fayda vermeyecek, "boş ve gereksiz", insanı hiçbir sonuca vardırmayan, insana hiçbir şey kazandırmayan, yararsız düşüncelerdir. Oysa önemli olan insanın yaşamının her anında olayların sebeplerini, hikmetlerini araştırarak gerçek anlamda “derin bir şekilde” düşünmesidir.
            Düşünmenin vakti, yeri ve koşulları olmaz. İnsan yolda yürürken, işe giderken, araba kullanırken, bilgisayarda çalışırken, bir arkadaş toplantısındayken, televizyon seyrederken, yemek yerken düşünebilir.
            Örneğin arabayla giderken dışarıda yüzlerce insan görmek mümkündür. Bu insanlara bakan kişi birçok farklı şey düşünebilir. Gördüğü yüzlerce insanın fiziksel görünümlerinin birbirinden tamamen farklı olduğu aklına gelebilir. Bu insanların biri diğerine kesinlikle benzememektedir. İnsanların, temelde göz, kaş, kirpik, el, kol, bacak, ağız, burun gibi aynı organlara sahip olmalarına rağmen, birbirlerinden bu kadar farklı olmaları şaşırtıcı bir durumdur. Dahası insan biraz daha düşünmeye devam ederse şunu hatırlar:
            Allah binlerce yıldır, milyarlarca insanı birbirinden tamamen farklı olarak yaratmıştır. Şüphesiz bu, Allah'ın apaçık varlığının ve üstün yaratmasının delillerinden biridir.
            Bu kadar çok insanı bir yerlere ulaşmaya çalışırken seyreden kişi, daha farklı düşüncelere de kapılabilir. İlk bakışta bu insanların her biri "apayrı" birer kişilik olarak görünmektedir. Hepsinin kendilerine ait bir dünyaları, istekleri, planları, yaşam şekilleri, sevindikleri ve üzüldükleri konular, zevkleri vardır. Ama bu farklılıklar yanıltıcıdır. Çünkü genel olarak her insan doğar, büyür, okula gider, iş arar, çalışır, evlenir, çocuk sahibi olur, çocuğunu okula gönderir, çocuğunu evlendirir, yaşlanır, dede veya anneanne olur ve ölür. Yani bu açıdan bakınca insanların yaşamları arasında büyük farklılıklar mevcut değildir. Bir insanın İstanbul'un herhangi bir semtinde veya Meksika'nın bir şehrinde yaşamasının değiştirdiği hiçbir şey yoktur. Bu insanların her biri mutlaka bir gün ölecektir; hatta 100 sene sonra bu insanlardan belki bir tanesi bile hayatta kalmayacaktır. İşte bunları fark eden kişi düşünmeye devam eder ve kendine şu soruları sorar: "Bir gün hepimiz öleceğimize göre neden herkes bu dünyadan hiç ayrılmayacakmış gibi bir tavır içerisinde? Öleceği kesin olan bir insanın ölümden sonraki yaşantısı için çabalaması gerekirken, insanların tamamına yakını nasıl olup da sanki hiç dünya hayatları sona ermeyecekmiş gibi davranabiliyorlar?"
            İşte bu insan, düşünen ve düşündüklerinden hayati bir sonuca varabilen kişidir.
            Ama insanların büyük bir çoğunluğu bu konuları pek düşünmez. Aniden "şu anda ne düşünüyorsun?" diye sorulsa, son derece gereksiz ve kendilerine pek fayda getirmeyecek şeyler düşündükleri ortaya çıkar. Oysa insan, uyandığı andan uyuyana kadar geçen zaman içerisinde her an "anlamlı", "hikmetli", "önemli" konuları "düşünebilir", düşündüklerinden sonuçlar çıkarabilir.
            Allah Kuran'da müminlerin her koşulda düşündüklerini ve bu düşüncelerinden fayda verecek sonuçlar çıkardıklarını şöyle bildirmektedir:

            Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 190-191)

            Ayette de bildirildiği gibi müminler düşünen insanlar oldukları için, yaratılıştaki mucizevi yönleri görebilmekte ve Allah'ın gücünü, ilmini ve aklını takdir edebilmektedirler.
            İslam geleneğinde, imanın söz konusu gelişimi üç aşamaya ayrılır; İlm-el yakin, Ayn-el yakin, Hakk-el yakin.
            Bu evreleri açıklamak için kullanılan bir yağmur örneği vardır. Dışarıda yağmurun yağdığını bilmenin üç derecesi bulunur. Birinci derecede (ilm-el yakin), bir kişi pencereleri kapalı bir biçimde evinde oturmakta iken dışarıdan gelen birisi, ona yağmurun yağdığını söyler ve o da onun doğruluğuna inanır. İkinci derece, ayn-el yakin, yani gözle kavrama derecesidir: Kişi, pencerenin yanına gider, perdeyi aralar ve yağmurun yağdığını gözleriyle görür. Hakk-el yakin de ise, kapıyı açar ve evden çıkar; artık yağmurun "içinde"dir.
            İşte imanın ilm-el yakinden ayn-el yakin'e, hatta daha da ilerisine gitmesi için yapılması gereken fiili dualardan biri, dikkatli olmaktır.
            Çünkü Allah'ın ayetlerini görebilmek, kafirler gibi "bakan kör"lerden olmamak için, bu gerekir.
            Zihin, Allah'ın ayetlerini görebilmesi için eğitilmeli ve sürekli bu konuyu düşünmesi için zorlanmalıdır. Aksi halde, kendi başına bırakılan bir zihin, kontrolsüz bir biçimde dolaşmaya başlar. Bir kaç saniye içinde konudan konuya atlar ve "boş işler"le, gereksiz ayrıntılarla, küçük hesaplarla kendini meşgul eder. Bu, bir tür sarhoşluktur. Kişi, aklını kontrol edemez. Herhangi bir konu üzerinde yoğunlaşıp dikkatini toplayamaz. Böyle olunca da, hem etrafında gelişen olayların inceliklerini kavrayamaz, yani tefekkür edemez, hem de bu olaylara müdahale edecek bir iradeye sahip olamaz. Aksine, zihni, o olaylar tarafından yönlendirilir. Tam anlamıyla bir "şaşkın"dır.
            Mümin, Allah'ın izniyle aklını dilediği gibi yönlendiren, aklını sürekli Allah'ı tanımak, O'nun dinine hizmet etmek için kullanan insandır. Aklına boş bir düşünce geldiğinde, aklını bundan kurtarır. Şeytan aklına bir kuşku ya da kuruntu soktuğunda ise yine Kuran'ın tarif ettiği şekilde zihnini bu baskıdan kurtarır. İşte tüm bu "aklı temiz tutma" çabasının en önemli parçası dikkattir.
            Tefekkür etmek evrendeki herşeye Allah’ın üstün yaratma sanatının birer delili olarak bakmaktır. Sözgelimi pencereye bakmakla pencereden bakmak bir değildir. Pencereye bakanlar belki pencerenin üzerindeki lekeleri görür ya da pencerenin çerçevesi, camı gibi bir takım yapısal özellikleri hakkında görsel bilgi sahibi olurlar. Pencerenin muhteşem bir dünyaya açıldığını düşünüp buradan dışarı bakanlarsa, bu pencerenin ardındaki güzellikleri seyrederler ve bundan sonsuz keyif alırlar. Bu anlamda tefekkür etmek, çevremizdeki güzellikleri görebilmemize yarayan bir nimettir. Tefekkür sayesinde karşılaştığımız görüntülerin her biri bize Yüce Rabbimiz’in azametini, sonsuz rahmetini ve üstün yaratma sanatını gösterir.
            Allah Kuran'da vicdanı kullanarak düşünmenin insanı doğruya götüren bir yöntem olduğuna dikkat çekmiştir. Öyleyse insan Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü, insanlar üzerindeki rahmetini düşünmeli, böylece O'nun rızasını kazanmanın önemini kavramalıdır. Aynı şekilde insanı bir amaç üzerine yarattığını, onu denemekte olduğunu da düşünmelidir. Allah'ın her an kendisiyle beraber olduğunu görmekte ve işitmekte olduğunu bilmelidir. Yaptığı küçük büyük herşeyin Allah katında saklandığını ve hesap gününde tüm bunlardan hesaba çekileceğini unutmamalıdır. Ölümün ne kadar yakın olduğunu ve insanı hiç beklemediği bir anda nasıl apansız yakalayabildiğini düşünmelidir. Bunun yanında dünya hayatının çok kısa olduğunu ahiret için birşeyler yapabilmenin ne kadar aciliyetli olduğunu kavramalıdır. Cennetin güzelliğini, nimetlerin insana ne kadar büyük bir haz vereceğini tefekkür etmeli ve sonsuzluğu kavramaya çalışmalıdır. Aynı şekilde cehennemin nasıl acı azaplarla dolu olduğunu, orada güzel olan, neşe ve zevk veren hiçbir şeyin olmadığını, sonsuza kadar bir daha oradan geri dönüşün mümkün olmayacağını kavramalıdır. Dünyada iken kendisine gerçekler anlatıldığı halde düşünmeyip, üzerinde durmadığı için sonsuza kadar yaşayacağı her an nasıl büyük bir pişmanlık duyacağını bilmelidir.
            İnsan tüm bunları samimiyetle düşünürse doğru sonuca varır. Böyle bir sonla karşılaşmaktansa vicdanının sesini dinleyip, iradesini kullanıp harekete geçmenin, şevkle dine sarılmanın çok kolay olduğunu görecek ve kararını verecektir. Zaten üç beş on yılı aşmayan hayatını, Allah'ın rızasını, sevgisini ve rahmetini kazanmaya adar ve Rabbinin vaat ettiği cennete kavuşmak için yarışır.



          GÖRDÜĞÜNÜZ HERŞEYE ALIŞKANLIKLA DEĞİL, DÜŞÜNEREK BAKIN

            Sabah kalktığınızda yaptığınız işleri bir an için aklınızdan geçirin. Gözünüzü açarsınız, nefes alırsınız, yatakta doğrulursunuz, kalkar ve yürürsünüz, yemek yersiniz, kıyafetlerinizi değiştirirsiniz. Annenizle veya kardeşinizle konuşursunuz, size söylediklerini duyarsınız. Sonra dışarıya çıkarsınız ya da pencereden dışarıya bakarsınız ve masmavi gökyüzünü görürsünüz. Belki o an pencerenin önünden uçan kuşların seslerini duyarsınız. Düşen bir yaprağı izlerken, ağaçtaki olgunlaşmış elmaları fark edersiniz. Güneşin sıcaklığını ve rüzgarı yüzünüzde hissedersiniz. Sokakta yürüyen, arabalarıyla bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar vardır. Kısacası sizin için sıradan bir gün başlamıştır. Gördüğünüz, duyduğunuz şeyler alışılmıştır; bu yüzden bunların üzerinde düşünmeye bile gerek duymazsınız.
            Peki bir de şöyle düşünün. Doğduğunuz günden itibaren tek bir odada yaşamınızı sürdürdüğünüzü farz edin. Bu oda dört duvardan oluşuyor olsun ve dışarıyı görebileceğiniz küçük bir penceresi bile olmasın. Sadece ihtiyacınıza yönelik birkaç mütevazi mobilya bu odaya konmuş olsun. Yaşamınızı geçirdiğiniz bu odada size yalnızca hayatınızı sürdürebilmeniz için gerekli olan bir-iki çeşit yiyecek ve su verilsin. Odada, dışarıdan haber alabilmenizi sağlayacak herhangi bir iletişim aracının, örneğin; bir telefon, radyo yada bir televizyonun da bulunmadığını varsayalım. Dolayısıyla birçok konu hakkında bilginiz olmayacaktır. Derken bir gün hayatınızı geçirdiğiniz bu odadan çıkarıldığınızı ve dış dünyayı gördüğünüzü farz edin. Bu durumda dünya hakkında neler düşünürsünüz?  
            Gözünüzün görebildiği alanın genişliği, ışığın varlığı, Güneş'in yüzünüze çarpan sıcaklığı, gökyüzünün masmavi rengi, bembeyaz bulutların varlığı sizi çok şaşırtacaktır. Geceleri gökyüzünde beliren parlak ışıklı yıldızlar, tüm ihtişamı ile gökyüzüne doğru uzanan dağlar, insanlar için bir güzellik olan akarsular, göller, denizler, yeryüzüne hayat veren sağanak yağmur, yemyeşil ağaçlar, rengarenk menekşeler, papatyalar, karanfiller, güzel kokularıyla leylaklar, güller, her biri insana ayrı lezzet veren portakallar, karpuzlar, erikler, çilekler, muzlar, şeftaliler, insanda şefkat duygusu uyandıran kediler, köpekler, tavşanlar, gazeller, hayranlık verici estetikleri ve renkleriyle kelebekler, kuşlar, denizaltı canlıları…. 
            Tüm bu gördükleriniz karşısında hem hayrete kapılır, hem de tüm bunları bir araya kimin yerleştirdiğini merak edersiniz. Meyvelerin renklerini görüp, kokularını duyduğunuzda bunları kimin böylesine cezbedici renklere boyadığını, bu enfes kokuları onlara kimin verdiğini merak edersiniz. Bir kavunu tattığınızda, elmadan bir parça ısırdığınızda lezzetlerinin nasıl bu kadar güzel ve çeşitli olduğunu, böyle kabuklu bir cismin içine nasıl olup da şekerin yerleştirildiğini düşünür, meyvelerin sıra sıra dizilmiş çekirdeklerini gördüğünüzde tasarımlarını kimin yaptığını öğrenmek istersiniz.
            Gördüğünüz her yeni şey, öğrendiğiniz her bilgi sizde büyük bir heyecan yaratır. Herşeyin nedenini, nasılını öğrenmeye çalışırsınız. Karpuzun çoğalabilmek için çekirdeklerine ihtiyaç duyduğunu, kuşların uçmak için mutlaka tüylerinin olmasının gerektiğini Güneş'ten gelen ışınların, oksijenin, suyun bütün canlıların yaşaması için gerekli olduğunu, denizlerin ve okyanusların varlığının önemini, bitkiler olmasa yeryüzünde bozulacak dengeleri, tahta parçasına benzeyen tohumlarda çeşit çeşit bitkilerin çıkmasını sağlayan bilgilerin şifrelenmiş olduğunu ve daha pek çok detayı öğrenirsiniz. Öğrendiğiniz herşey bu ihtişamı biraz daha idrak etmenizi sağlar. 
            Öğrenmeye başladıklarınızın yeryüzündeki canlıların özelliklerinin sadece çok küçük bir kısmı olduğundan, herşeyin birbirine bağlı çalıştığından, göremediğiniz varlıkların, duyamadığınız seslerin var olduğundan, uzaydaki ihtişamlı sistemlerin varlığından haberdar olduğunuzda ise şaşkınlığınız daha da artar.
            Bütün bunların detaylarını birer birer öğrenirken her seferinde aynı sorular aklınıza gelecektir: Bu muhteşem varlıkların tümü nasıl ortaya çıktı? Ben nasıl meydana geldim? Madem herşeyin bir sebebi var, herşeye bir sebep bulunuyor; peki öyleyse ben niye varım? 
            Yıllarca kaldığınız bir odadan çıktığınız anda dünyadaki çeşitlilik ve ihtişamlı yaratılış ile karşı karşıya kaldığınız için sürekli düşünmekte ve sorularınıza cevap aramaktasınızdır. Her sorunuzun cevabında "mutlaka bunları yapan biri vardır" sözleri yer almaktadır. Düşünce tembelliğine kapılmadığınız ve çevrenizdeki varlıklara bir alışkanlık perdesi ardından bakmadığınız için herşeyin bir Yaratıcı'sının olduğuna kesin kanaatiniz gelecektir. İşte her insanın yapması gereken aslında budur: Gördüğü şeylere alışkanlıkla değil de düşünerek, sorular sorarak bakmak…  
            Düşünmeyi engelleyen en önemli etkenlerden biri hiç kuşkusuz ki ülfet yani olaylara bir alışkanlık gözlüğünün ardından bakmaktır. Çevresinde gerçekleşen olayları dünyaya geldiği andan itibaren sürekli gören insan, eğer detaylı düşünmezse bunların tümünü doğal karşılayabilir. Bunlar günlük hayatta birçok uğraşısı olan insan için önemsiz detaylardır. Bazı insanlara göre, etrafta düşünülmesi gereken çok daha önemli, çok daha gerekli şeyler vardır.
            Çevresine sadece yüzeysel gözle bakarak hareket eden kişilerde bu mantık oldukça yaygındır. Bu insanlar için, herhangi bir konu hakkında yalnızca ihtiyaçları karşılayacak kadar detay bilmek yeterlidir. Bu sığ mantığa göre etrafta olan biten her şey alışılagelmiş ve sıradandır, herşeyin mutlaka "bilinen", "alışılmış" bir açıklaması vardır. Sinek uçar çünkü kanatları vardır, ay zaten hep gökyüzündedir. Dünya uzaydan gelebilecek tehlikelerden korunmaktadır çünkü atmosfer vardır. Oksijen dengesi de hiç bozulmaz. İnsan duyar, görür, koku alır…
            Herşeye alışkanlık gözüyle bakan insan canlılardaki olağanüstü tasarımı göremez. Her zaman görmeye alışık olduğu için karıncanın kendi ağırlığının 200-300 katı kadar bir cismi kolaylıkla metrelerce uzağa taşıdığını, bunun çok önemli bir detay olduğunu, bu karıncaya böyle zor birşeyi gerçekleştirebilecek bir fiziksel mekanizmayı kimin verdiğini hiç düşünmez. Kendisinin böyle birşeyi hiçbir şekilde yapamayacağını ise aklına bile getirmez. Veya bir kuşun kanadının tüm yapısındaki detayları, bu kuşun kanat mekanizmasının son derece özel bir tasarımı gerektirdiğinin farkına varamaz. Oysa derin düşünebilen bir insan tek bir tüyü bile eline alıp, onu detaylı inceleyerek çok önemli sonuçlara varabilir. Tüydeki dizilişten, tüyü oluşturan maddenin yapısının sağlamlığına kadar pek çok önemli ama üzerinde düşünülmeyen detayı kendisi görerek bulabilir. Tek bir tüye bakarak bunun üzerindeki yaratılış delillerini tespit edebilir. Etrafındaki olaylara, her şeyle ilk defa karşılaşan bir kimse gibi, görüşünü sınırlayan alışkanlık perdesini kaldırarak bakan insan, önünde çok geniş bir ufkun açıldığını görür. Neden, nasıl, niçin sorularını daha sık sorarak düşünmeye, etrafında olan bitenleri bu gözle incelemeye başlar. Daha önceleri kendisine doyurucu gelen açıklamalar yetersizleşmeye başlar. Çevrede meydana gelen olaylarda, canlıların sahip oldukları özelliklerde, kısacası her şeyde bir olağanüstülük olduğunu kavramaya başlar. Düşünmeye başladıkça alışkanlık, yerini hayrete bırakır. Sonunda her şeyin sonsuz güç, bilgi ve akıl sahip bir Yaratıcı tarafından, üstün ve mükemmel bir şekilde tasarlanıp, yaratılmış olduğunu görür. İşte o andan itibaren bu insan, Alemlerin Rabbi olan Allah'ın, yarattığı tüm canlılar üzerindeki kudret ve hakimiyetini görebilir.
            Şunu da belirtmek gerekir ki, ülfetsiz bir şekilde düşünebilmek için kişinin mutlaka çok fazla şey bilmesine gerek yoktur. Sadece çevresindeki canlılara, gökyüzüne ve hatta kendi vücuduna dikkatlice bakması yeterli olacaktır.
            Düşünmemek insanı, zihnin tamamen boşaltıldığı bir çeşit uykunun içine sürükler. Bu uyku adeta bir büyü gibi kişiye tüm sorumluluklarını, niçin var olduğunu, hayattaki amacını, bir gün gelip öleceğini unutturur. Bu uykunun başka bir türü ise dünya hayatının günlük ve rutin işlerine kendini kaptırmaktır. Belki bu insanlar gün içinde pek çok şey düşünüyor, karar veriyor ya da çözümler üretiyor gibi gözükebilirler; ama gerçekte düşündükleri şeyler günlük koşuşturmacanın ayrıntılarından başka birşey değildir. Bu düşüncelerin hiçbiri insanın yaratılış amacı, dünya hayatının gelip geçici olduğu ve her canlının bir gün gelip toprak olacağı ile ilgili değildir. Ezberlenmiş, öğretilmiş, kalıplaşmış, alışılmış hareketler, konuşmalar ve tavırlar böyle insanların tüm hayatını o kadar kaplar ki asıl olan gerçekler üzerinde düşünmeye gerek dahi duymazlar.
            Bu kişiler kendileri düşünmekten kaçtıkları gibi, başkalarının yaptıkları hatırlatmalardan da şiddetle kaçarlar. Allah'a iman etmeleri, O'nun rızası için yaşamaları ve Kuran ayetleri üzerinde düşünmeleri için yapılan çağrılardan yüz çevirirler.
            İnsan kısa dünya hayatı boyunca tüm yapıp ettikleriyle denenmektedir. Kendisini yaratan ve ölümünden sonra tekrar diriltip, hesaba çekecek olan Allah'a karşı büyük bir sorumluluğu vardır. Kuran'ı okumak, dinlemek, ayetler üzerinde düşünmek ve anlayıp uygulamak da her insanın en başta gelen sorumluluklarından biridir. Allah bu gerçeğe, "Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?" (Müminun Suresi, 68) ayetiyle dikkat çekmektedir.



      DÜŞÜNMEYİNCE "AKLIMA GELMEDİ, BİLMİYORDUM" DİYENLERDEN OLMAYIN

            İnsanın hayatı boyunca yaşadığı her anı bir filmin karelerine benzetecek olursak, bir yaşamın trilyonlarca kareden oluştuğunu düşünebiliriz. Bu trilyonlarca kareden her biri insan için tanınmış bir fırsat demektir. İnsanın hayatındaki her an, gerçekleri düşünmesi, doğruları görebilmesi için hesap gününden önce kendisine verilmiş bir nimettir. Bu nimeti hayra kullananlar, düşünerek dünya hayatının gerçek yönünü kavrayabilen insanlardır. Düşünmeyenler ve yaşamlarını gaflet içinde sürdürenler ise bu fırsatı değerlendiremezler.
            Kuşkusuz düşünmek kavramından herkes farklı bir anlam çıkarabilir. Kiminin "düşünmek"ten anladığı, geleceği düşünmektir. Geleceğe dair planlar yapmak, yatırımlarda bulunmak düşünmenin bir göstergesidir onlar için... Kimi ise düşünmeyi geçmişin muhasebesini yapmak olarak görür. Durmaksızın geçmişte yaptıklarını, kazandıklarını veya kaybettiklerini düşünür durur. Kimi ise "yalnızca bugünü düşünmenin, yarını hiç düşünmemenin" faydalı olduğuna inanır. Bu, onun hayat görüşüdür. Günü gününe yaşar; belli bir amacı ve izlediği yolu da yoktur. Sabah kalktığında kahvaltıda ne yiyeceğini düşünür, işe giderken hangi vasıtaya bineceğini düşünür, öğlen yemeğine kimlerle çıkacağını düşünür, akşam gelecek misafire ne yemek yapacağını düşünür, hangi şirketin hisse senetlerini almasının karlı olacağını düşünür, ertesi günkü futbol maçına bilet bulup bulamayacağını düşünür, okul partisine kiminle gideceğini düşünür… Kısacası çoğu insanın zihni sürekli günlük, sıradan ve sathi düşüncelerle doludur.
            İşte yeryüzündeki yüz milyonlarca insan bu ve benzeri düşüncelerle ömrünü geçirir. Ve görülen odur ki, insanlar bu tarz konular dışındaki derin konular üzerinde düşünmeye pek yanaşmazlar. Ancak burada "düşünmek"ten kastedilen insanın yaşamının amacını, çevresindeki yaratılış delillerini, Allah'ın kainatta tecelli eden muhteşem sanatını, ölümü, ahireti, hesap gününü düşünmektir. İşte insanların çoğunluğunun eksik olduğu yön budur.
İnsanlar düşünün; senelerce eğitim görüp, biyolog, mühendis, tıp doktoru, profesör olur, ama hayatında bir kez bile hiç yokken var olduğunu, bunun da mutlaka bir amaç üzerine olduğunu düşünmezler. Tez hazırlar, doktora yapar, asistan olur, öğretim üyesi olur, insanlara şifa dağıtan bir doktor olur, avukat olurlar, ama niçin ve nasıl yaratıldıklarını, yaratılışlarını Allah'a borçlu olduklarını hiç düşünmezler. Kitaplar yazar, televizyonlarda açık oturumlara katılır, her konuda düşünüp fikir beyan ederler, ama bir kere olsun ölümü ve sonrasında Allah'a verecekleri hesabı akıllarına getirmezler. İşte böyle insanlar büyük bir ziyan içindedirler. Çünkü her insan er ya da geç ölümle karşılaşacak ve Allah'a olan kulluğundan sorguya çekilecektir. "Düşünmemiş" olmak bu insana bir yarar sağlamayacaktır.
            Her insan Allah'ın varlığını, yaratılış amacını, nasıl kulluk etmesi gerektiğini düşünüp anlayabilecek bir bilince ve vicdana sahiptir. Nitekim kendileri için en hayati konuları düşünmeyen bu insanlar işlerine gelen bir konuyu gayet iyi düşünüp hesaplayabilirler. Örneğin, ticari bir iş söz konusu olduğunda paralarını nasıl değerlendireceklerini çok iyi bilirler; bu konuda her aşamayı düşünürler. İşlerinde çok zor problemlerin üstesinden gelebilirler; her detay için ayrı bir tedbir düşünebilirler. Sahip olmak istedikleri bir şey olduğunda, bunun için çok uzun vadeli planlar yapıp, bunları aşama aşama uygulayabilirler. Kısacası insanlar dünyaya yönelik çıkarları olan konuları gayet iyi düşünebilirler. İşte bu yüzden ahirette "düşünemedim", "akledemedim" gibi mazeretler -Allah'ın dilemesi dışında- kabul görmeyecektir.
            Her yeni doğan insan, Allah'ın yarattığı dünyaya adımını atar. Dünya üzerinde, gözünü nereye çevirirse çevirsin muhteşem bir yaratılış, kusursuz bir tasarım ve en ince detayına kadar planlanmış sistemlerle karşılaşır. Karşılaştıkları üzerinde düşünen insan, tüm bunların yaratılmış olduğunu rahatlıkla kavrayabilir. Ama günlük yaşamın ve dünyevi hırsların içinde boğulmuş olan bir kişi bu gördüklerine "tesadüf" der geçer. Oysa bu insana sıradan bir tablo gösterseniz ve "bu tesadüfen kendi kendine çizilmiş olabilir mi?" deseniz, "elbette hayır, bunu çizen bir sanatçı mutlaka vardır" der. Ama aynı insan çevresindeki olağanüstü sanatı kimin, neden yarattığını düşünmekten kaçınır.
            Aynı şekilde, insanlar dünyadaki yaşamlarının geçici olduğunu ve asıl yaşamın ölümün ardından başlayacak olan ahiret hayatı olduğunu da düşünmekten kaçınırlar. Her gün pek çok kişinin ölümüne şahit olurlar, ama kendi ölümlerini akıllarına getirmezler. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya yönelik kapsamlı planlar yaparken; ölümden sonrası için bir hazırlık yapmazlar.
            İşte bu insanlar, kendilerini bile bile zarara sokmuş olurlar. Çünkü insanın yaratılış amacını, Allah'ın tüm evrende tecelli eden sanatını, ölümü, ahireti, hesap gününü düşünmesi son derece kolaydır. İnsanların zannettikleri gibi tüm bu saydıklarımızı "düşünmek" karmaşık ya da zor bir iş değildir. Bunun için uzun araştırmalar yapmaya, çok kapsamlı bir eğitim görmeye, karmaşık bilgiler öğrenmeye de gerek yoktur. Örneğin, her gün gördüğü atmosferin tam insanın nefes alabileceği şekilde yaratılmış olması, her gün gökyüzünde gördüğü bir kuşun uçmak için ihtiyaç duyduğu en uygun kanat yapısı, çevresinde gördüğü rengarenk dünya, vicdanlı her insanı Allah'ın muhteşem yaratışını düşünmeye sevk eder. Yine aynı şekilde, her gün etrafında yüzlerce insan ölürken kişinin bir gün kendisinin de öleceğini düşünememesi imkansızdır. Eğer insan vicdanının sesine kulaklarını tıkamaz ve kendini boş işlerle oyalamaz, dünyevi kıstaslarla kandırmazsa, bu düşünceler doğal olarak zihninde oluşacaktır.
            Ancak insanın, gerçekler üzerinde düşünmek ve gaflete kapılmamak için irade göstermesi de şarttır. Unutulmaması gerekir ki insanın Şeytan gibi bir düşmanı olabilir. Şeytan insanların düşünmelerini ve böylece gerçekleri fark edip Allah'a yönelmelerini istemediği için mutlaka bunu engellemek isteyecektir. Bunun için de insana sinsice telkinlerde bulunmaya başlayacaktır. İşte bu konuda insanların en çok etkilendikleri telkinlerin başında, "düşünmeyince sorumluluklarından muaf olacakları yalanı" gelir. Bu telkine kulak veren insanlar, kendilerine sorulduğunda, "aklıma gelmedi, bilmiyordum, kimse bana söylemedi" diyerek kurtulacaklarını zannederler, ama kendilerini kandırırlar.
            Oysa insanlar kendi kendilerine bu oyunu oynarlarken, kendilerine şah damarlarından daha yakın olan Allah, yaptıkları herşeyden, görmezlikten ve anlamazlıktan geldikleri her düşünceden haberdardır. Dolayısıyla Allah'a karşı olan sorumluluklarını görmekten kaçan insan, aslında kendi kurduğu tuzağa kendisi düşer; düşünmemekle sadece ve sadece kendisini kandırmış olur. Ahirete gittiğinde ise kaçtığı gerçekleri yaşayarak görür ve Allah'ın huzurunda hesap verirken "bilmiyordum, aklıma gelmedi, düşünemedim" gibi samimiyetsiz mazeretlerin geçerli olmadığını açıkça anlar.
            Allah bir ayetinde insanları, hesap gününün "zalimlere kendi mazeretlerinin hiçbir yarar sağlamayacağı gün" olduğuna dair uyarmıştır. (Mümin Suresi, 52) Başka ayetlerde de bu gerçek haber verilmiştir:

            Artık o gün, zulmedenlerin ne mazeretleri bir yarar sağlayacak, ne (Allah'tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilecektir. (Rum Suresi, 57)
                                                

     DÜŞÜNMENİZİ ENGELLEYEN NEDENLERİ ORTADAN KALDIRIN

            İnsanların düşünmelerini engelleyen birçok neden vardır. Bunlar insanı düşünmekten, gerçekleri görmekten alıkoyabilir. Bu yüzden, her insanın kendisine olumsuz yönde etki eden sebepleri teşhis etmesi ve bunların etkisinden kurtulması şarttır. Derin düşünmeyi engelleyen en önemli etkenlerden bir tanesi düşünce tembelliğidir. Düşünce tembelliğinden dolayı insanlar, herşeyi hep gördükleri ve alıştıkları şekilde yaparlar. Örneğin;

            Kişinin hep alıştığı şekilde hareket etmesi,
            Zor ve zahmetli bile olsa her konuda yalnızca bildiği yöntemleri uygulaması,
            Hiç yeni bir fikir getirmemesi ya da farklı bir yöntem denememesi,
            Eksik olduğunu bildiği konularda kişilik özelliklerini iyi yönde değiştirme ihtiyacı duymaması; gibi davranışlar yoğun düşünce tembelliğinin en belirgin göstergelerindendir.

            İnsanların düşünmesini engelleyen diğer nedenler şöyledir:

            Çoğunluğa uymanın getirdiği zihinsel uyuşukluk
            Düşünce Tembelliği
            "Fazla düşünmek iyi değildir" şeklindeki yanlış telkin
            Düşünmenin getireceği sorumluluklardan kaçmak
            Günlük hayatın akışına kapılarak düşünmemeleri
            Herşeye "alışkanlık gözü"yle bakmak ve bu nedenle üzerinde düşünmeye gerek görmemek

            İnsanların büyük bir çoğunluğunun düşünmemesi ve gerçeklerden gafil olarak yaşaması kişinin düşünmemesi için geçerli bir mazeret olamaz. Çünkü her insan kendi başına müstakil bir varlıktır ve Allah'a karşı tek başına sorumludur. Unutmamak gerekir ki, Allah insanları dünya hayatında denemektedir. Diğer kişilerin duyarsızlığı, düşünmeyen, akletmeyen, gerçekleri göremeyen insanlar olmaları da çoğu zaman bu imtihanın bir parçasıdır. Ve samimi olarak düşünen bir insan, "insanların büyük bir bölümü düşünmüyor ve bunların farkında değil, neden bir tek ben düşüneyim" demez. Hatta insanların büyük bir bölümünün içinde bulunduğu gafleti düşünerek ibret alır ve onlardan biri olmaktan Allah'a sığınır. Diğer insanların içinde bulundukları durumun kendisi için bir mazeret olamayacağı açıktır.
            Bu nedenle her insanın düşünmesini engelleyen nedenleri ortadan kaldırarak, samimi ve içten bir şekilde Allah'ın yarattığı her olay ve her varlık üzerinde düşünmesi, düşündüklerinden kendisi için bir öğüt ve ders çıkarması gerekir.
           
                                                                          
               TEFEKKÜRÜN KAZANDIRDIKLARI

             Düşünen insan;

             Allah'ın yaratış sırlarını, dünya hayatının gerçeğini, cennet ve cehennemin varlığını, olayların iç yüzünü kavrar.
             Allah'ın razı olduğu bir kul olmanın önemini daha iyi anlar, din ahlakını gereği gibi yaşar.
             Gördüğü herşeyde Allah'ın sıfatlarını tanır, insanların bazıları gibi değil, Allah'ın emrettiği şekilde düşünmeye başlar. Bunun sonucu olarak da hem güzelliklerden herkesten çok daha fazla zevk alır, hem de gereksiz kuruntulara, dünyaya yönelik hırslara kapılarak kendini sıkıntıya sokmaz.
             Her an Allah’ı yanında hisseder. Bu nedenle tefekkür eden bir kişinin Allah'a olan bağlılığının derecesi, Allah korkusu, sorumluluk hissi ve şevki gün geçtikçe artar.
     
                 
               TEFEKKÜR ETMENİN AHİRETTEKİ GÜZEL KARŞILIĞI 

            
Peygamber Efendimiz (sav)’in “Bir saat tefekkür, bin yıl nafile ibadetten hayırlıdır." hadis-i şerifinde önemini vurguladığı tefekkürle ilgili üzerinde durulması gereken önemli bir nokta vardır: Samimi bir şekilde tefekkür etmek, bir mümine hem dünyada hem de ahirette pek çok hayır ve hikmet kazandırır. Çünkü iman eden kişiler etraflarında olan bitenler hakkında sürekli düşünürler; çevrelerindeki varlıkları inceler ve onlardaki yaratılış delillerini görürler. Bu da kişinin üzerindeki gaflet perdesinin aralanmasında ve samimi bir şekilde Allah'a yönelmesinde son derece etkili olur.
            Bu nedenle Allah’a daha yakın olmak isteyen her insanın, tefekkür etmesini engelleyen nedenleri ortadan kaldırarak, samimi ve içten bir şekilde Allah'ın yarattığı her olay ve her varlık üzerinde düşünmesi, düşündüklerinden kendisi için bir öğüt ve ders çıkarması gerekir.

            Tefekkür ederek daima doğruyu gören müminin ahiretteki kazancı Rabbimiz'in sevgisi, rızası, rahmeti ve cenneti olacaktır. Kuşkusuz bu, en güzel kazançtır. Peygamberimiz şunları buyurmuştur:

            Şu üç şey, Allah'a yönelişin alametidir: Kalbi tefekküre dalmak, dili zikre adamak, bedeni ibadete adamak. (T.G/591)
            Cahillikten daha şiddetli fakirlik, akıldan daha faydalı zenginlik, tefekkürden daha kıymetli ibadet yoktur. (İ. Neccar)


                   DÜŞÜNMEK İNSANLARIN ÜZERLERİNDEKİ BÜYÜYÜ KALDIRIR
                                                                                  
                  Ayetlerde Allah insanlara, "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" diye sormaktadır. Ayette geçen büyü kelimesi, insanları toplu olarak etkisi altına alan zihinsel bir uyuşukluğa işaret etmektedir. Düşünmeyen insanın aklı uyuşur, görüşü puslanır, yani gözünün önündeki gerçekleri görmemiş gibi davranır, muhakemesi zayıflar. Çok açık birşeyi bile kavramaktan yoksun hale gelir. Yanı başında gerçekleşen olağanüstü olayların bilincine varamaz. Olayların girift noktalarını fark edemez. İnsanların binlerce yıldır gaflet içinde bulunmalarının, birbirlerine aktardıkları bir miras gibi toplu olarak derin düşünmekten uzak durmalarının kaynağı da bu uyuşukluktur. Bu toplu büyünün etkilerinden birini şöyle bir örnekle açıklayabiliriz:
                  Yeryüzünün altı, tamamen magma dediğimiz bir "ateş tabakası"yla kaplıdır. Yeryüzü kabuğu son derece incedir; yani bu ateş bize çok yakın, neredeyse hemen ayağımızın altındadır. Yeryüzü kabuğunun ne kadar ince olduğunu anlamak için şöyle bir kıyas yapabiliriz: Yeryüzü kabuğunun tüm dünyaya kıyasla kalınlığı, bir elma kabuğunun tüm elmaya kıyasla kalınlığı ile karşılaştırılabilir.
      Yeryüzünün hemen altında çok yüksek ısılarda kaynayan bir tabaka olduğu herkesçe bilinir, ancak insanlar bu konu üzerinde pek düşünmezler. Çünkü bu insanların anne babaları, kardeşleri, akrabaları, arkadaşları, komşuları, okudukları gazetenin yazarları, televizyon programcıları, üniversitedeki hocaları da bunu düşünmezler.
                  Biz sizi bu konuda biraz düşündürelim. Bir insanın hafızasını kaybettiğini ve etrafındakilere sora sora çevreyi tanımaya çalıştığını varsayalım. Bu insan öncelikle nerede olduğunu soracaktır. Ona bastığı toprağın hemen altında ateşten kaynayan bir küre olduğu, kuvvetli bir yer sarsıntısında veya bir yanardağın patlamasında bu alevlerin yeryüzüne çıkabileceği söylense ne düşünür? Biraz daha ileri gidelim ve bu insana dünyanın sadece küçük bir gezegen olduğu ve uzay denilen sınırı bilinmeyen bir karanlık boşlukta uçmakta olduğunun da söylendiğini varsayalım. Uzay dünyanın alt tabakasından çok daha büyük tehlikeler içermektedir. Örneğin tonlarca ağırlıktaki göktaşları orada başıboş dolaşmaktadır. Bunların dünyaya yönelmemeleri ve çarpmamaları için hiçbir sebep yoktur.
                  Elbette ki bu insan içinde bulunduğu tehlikeli durumu bir an bile aklından çıkaramaz. Böylesine pamuk ipliğine bağlı bir ortamda insanların yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini araştırır. Ve kusursuzca işleyen bir sistemin var edildiğini fark eder. Üzerinde bulunduğu gezegenin içi büyük bir tehlikeyle kaplıdır, ama bu tehlikenin her an insanları zarara uğratması da çok hassas dengelerle engellenmiştir. İşte bunu fark eden insan, dünyanın ve dünya üzerindeki tüm canlıların Allah'ın dilemesiyle, O'nun yarattığı kusursuz bir denge sayesinde yaşadıklarını ve güvenlik içinde varlıklarını sürdürdüklerini anlar.
      Bu örnek, insanların üzerinde düşünmeleri gereken milyonlarca hatta belki milyarlarca konudan yalnızca biridir. Gafletin insanın düşünüp kavrama yeteneği üzerinde nasıl bir etki meydana getirdiğini, insanın zihinsel kapasitesini nasıl sınırladığını anlayabilmek için bir örnek daha vermek faydalı olacaktır:
                  İnsanlar dünya hayatının büyük bir hızla geçip tükendiğini bilmektedirler ama buna rağmen, sanki bu dünyadan hiç ayrılmayacakmış gibi bir tavır gösterirler. Sanki dünyada ölüm yokmuş gibi davranırlar. İşte bu da nesilden nesile aktarılan bir nevi "büyüdür". Hatta bunun öyle şiddetli bir etkisi vardır ki, bir kişi ölümden bahsetse, insanlar üzerlerindeki büyünün bozulmasından ve gerçeklerle yüzyüze gelmekten son derece korkarak bu konuyu hemen kapattırırlar. Bütün hayatlarını iyi bir ev, yazlık ve araba almak, çocuklarını okulda okutmak için harcamış olan insanlar, bir gün gelip de öleceklerini ve yanlarında ne arabalarını, ne evlerini, ne de çocuklarını götüremeyeceklerini düşünmek istemezler. Çözüm olarak ise, ölümden sonraki asıl hayat için birşeyler yapmaya başlamak yerine, düşünmemeyi seçerler.
                  Oysa her insan er ya da geç, mutlaka ölecektir. Ve öldükten sonra, her insan için, -iman eden veya etmeyen- sonsuz bir hayat başlayacaktır. Bu sonsuz hayatın cennette mi yoksa cehennemde mi sürdürüleceği ise bu kısa dünya hayatında yaptıklarına bağlıdır. Bu kadar açık bir gerçek varken, insanların sanki ölüm yokmuş gibi davranmalarının tek nedeni düşünmemelerinden dolayı üzerlerini bürüyen bu büyüdür.
      Ancak dünya hayatında düşünerek kendini bu büyüden, diğer bir deyişle gaflet halinden kurtaramayan kişiler, öldükten sonra gerçekleri gözleri ile görerek anlayacaklardır. Yüce Rabbimiz Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle haber verir:

                  Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. (Kaf Suresi, 22)

                  Ayette de belirtildiği gibi, düşünmemekten dolayı bulanıklaşan görüş, öldükten sonra ahirette hesap verirken "keskinleşecektir". Şunu da belirtmek gerekir ki, insanlar kendi kendilerini "bilerek" böyle bir büyüye sokmaktadırlar. Bu şekilde rahat bir hayat yaşayacakları zannıyla hareket etmektedirler. Oysa asıl rahatlık, huzur, neşe ve konfor ancak aklı kapayan bu büyünün kalkmasıyla kazanılır. Üstelik insanın bir anda karar alıp üzerindeki bu zihinsel uyuşukluktan kurtulması, açık bir şuurla yaşamaya başlaması çok kolaydır.  Allah bunun çözümünü insanlara sunmuştur; düşünen insanlar bu büyüyü, dünyada iken üzerlerinden kaldırabilirler. Böylece olayların bir amacı ve iç yüzü olduğunu anlar ve Allah'ın her an yarattığı hikmetleri görebilirler. 

      ALLAH KURAN'DA İNSANLARI NELERİ DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR?
                                                                                                                                                                
                        Allah Kuran'ı tüm insanlara bir rehber olarak indirmiştir. Dolayısıyla Kuran'ın her ayeti üzerinde düşünmek, ve her bir ayetten bir ders ve öğüt alarak, Kuran'a göre yaşamak, Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmanın tek yoludur.

                  (Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye. (Nahl Suresi, 44)

                  Nahl Suresi'ndeki bu ayette olduğu gibi, Allah birçok ayetinde insanları düşünmeye çağırır. Allah'ın, düşünmemizi bildirdiği konular üzerinde düşünmek, Rabbimizin yarattığı hikmet ve yaratılış mucizelerini görmek bir ibadettir. Üzerinde düşünülen her konu Allah'ın sonsuz gücünü, aklını, ilmini, sanatını ve diğer sıfatlarını tanıyıp anlamamıza vesile olur.


                 ALLAH İNSANI KENDİ YARATILIŞI ÜZERİNDE DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR

                İnsan demektedir ki: "Ben öldükten sonra mı, gerçekten diri olarak çıkarılacağım?"İnsan önceden, hiç bir şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu? (Meryem Suresi, 66-67)

      ALLAH İNSANI GÖKLERİN VE YERİN YARATILIŞI ÜZERİNDE DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR

                Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ardı ardına gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)

              ALLAH İNSANI DÜNYA HAYATININ GEÇİCİLİĞİNİ DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR

                Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)
            Hangi biriniz ister ki, altından ırmaklar akan hurmalardan, üzümlerden bir bahçesi olsun, içinde kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, (üstelik) zayıf ve küçük çocukları olsun (böyle bir durumda iken) ona (bahçesine) ateşli bir kasırga isabet etsin de yanıversin. İşte Allah size ayetleri böyle açıklar, ki düşünesiniz. (Bakara Suresi, 266)

         ALLAH İNSANI SAHİP OLDUĞU NİMETLER ÜZERİNDE DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR

                Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Rad Suresi, 3-4)

     ALLAH İNSANI TÜM EVRENİN İNSAN İÇİN YARATILDIĞINI DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR

                Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye Suresi, 13)
            Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki doğru yolu bulursunuz. Ve (başka) işaretler de (yarattı); onlar yıldız(lar)la da doğru yolu bulabilirler. Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 11-17)

              ALLAH İNSANLARI KENDİ NEFİSLERİ ÜZERİNDE DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR

                Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı?… (Rum Suresi, 8)

                     ALLAH İNSANI GÜZEL AHLAK ÜZERİNDE DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR

                Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiç bir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Enam Suresi, 152)
            Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)
            Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, yakınlık kurup (izin almadan) ve (ev halkına) selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz. (Nur Suresi, 27)

       ALLAH İNSANI AHİRETİ, KIYAMET VE HESAP GÜNÜNÜ DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR

            Her bir nefsin hayırdan yaptıklarını hazır bulduğu ve her ne kötülük işlediyse onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını istediği o günü (düşünün). Allah, sizi kendisinden sakındırır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır. (Ali İmran Suresi, 30)
            Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla. Gerçekten biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık. (Sad Suresi, 45-46)
            Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? İşte onun işaretleri gelmiştir. Fakat kendilerine geldikten sonra öğüt alıp-düşünmeleri onlara neyi sağlar? (Muhammed Suresi, 18)
              
       ALLAH İNSANI, YARATTIĞI CANLILAR ÜZERİNDE DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR

            Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
            
         ALLAH İNSANI ANSIZIN GELEBİLECEK AZAPLARI DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR

                De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer size Allah'ın azabı gelirse ya da saat (kıyamet) gelip çatarsa, Allah'tan başkasını mı çağıracaksınız? Eğer doğru sözlüler iseniz (çağırın bakalım.)" (Enam Suresi, 40)
            De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, biz nasıl ayetleri 'çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da' sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (Enam Suresi, 46)
            De ki: "Düşündünüz mü hiç; size Allah'ın azabı apansız ya da açıkdan geliverirse, zulme sapan kavimden başkası mı yıkıma uğrayacak?" (Enam Suresi, 47)

            De ki: "Düşündünüz mü hiç, eğer O'nun azabı size gece veya gündüz geliverirse, suçlu-günahkarlar, bunu ne diye erkene almak istiyorlar?" (Yunus Suresi, 50)
            Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar. (Tevbe Suresi, 126)
            Andolsun, ilk nesilleri yıkıma uğrattıktan sonra, Musa'ya, insanlar için (gözleri hikmetle açıp aydınlatacak) basiretler, hidayet ve rahmet olmak üzere Kitap verdik. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürler diye. (Kassas Suresi, 43)
            Andolsun Biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 51)
            Andolsun, biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık. (Araf Suresi, 130)

                          ALLAH İNSANI KURAN ÜZERİNDE DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR
                Onlar hala Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. (Nisa Suresi, 82)
            Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun Suresi, 68)
            (Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. (Sad Suresi, 29)
            Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, Biz onu (Kur'an'ı), senin dilinle kolaylaştırdık. (Duhan Suresi, 58)
            Gerçek (şu ki), o (Kur'an,) elbette bir öğüttür. Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür. (Müddessir Suresi, 54-55)
            Böylece biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini) oluşturur. (Taha Suresi, 113)

        ALLAH'IN ELÇİLERİ, ANLAYIŞI KAPALI OLAN KAVİMLERİNİ DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRMIŞLARDIR
            De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 50)
            Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 80)
      
   ALLAH İNSANI ŞEYTANIN ETKİSİNE KARŞI KOYMAK İÇİN DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR

                Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Şeytan'ın) Kardeşleri ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini bırakmazlar. (Araf Suresi, 200-202)
              
            ALLAH TEBLİĞ YAPILAN KİŞİYİ DÜŞÜNMEYE YÖNELTMEYİ TAVSİYE EDER
                Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve beni zikretmede gevşek davranmayın. İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar. (Taha Suresi, 42-44)

                      ALLAH İNSANI ÖLÜM VE UYKU ÜZERİNDE DÜŞÜNMEYE ÇAĞIRIR

                Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Zümer Suresi, 42)
            Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)


             KURAN’DA DÜŞÜNMENİN ÖNEMİ

                  Allah, Kuran’ın birçok yerinde “düşünmez misiniz”, “düşünenler için deliller vardır” ifadeleriyle müminlere derin düşünmenin önemini vurgular. Düşünülecek konular ise sınırsızdır. Düşünmek için Allah sonsuz malzeme yaratmıştır. Gördüğümüz, farkına vardığımız herşey Allah'ın bir tecellisi ve delili olduğuna göre göklerde, yerde ve bunların aralarında bulunan herşey bizim tefekkür vesilemizdir. Mümin, evrendeki olağanüstü düzen, yeryüzündeki canlılar, bunların sahip olduğu kusursuz sistemler, insanın başına gelen herhangi bir olay, Allah’ın durmaksızın yarattığı nimetler, inkarcılara verilen belalar, cennet, cehennem, sonsuzluk… gibi pek çok konu üzerinde düşünür ve Allah’ın varlığını, yüceliğini, sonsuz aklını daha iyi takdir eder. Allah’ın insanları düşünmeye yönelttiği ayetler şöyledir:

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz; (Bakara Suresi, 219)
Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza gitse de- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Bakara Suresi, 221)
Hangi biriniz ister ki, altından ırmaklar akan hurmalardan, üzümlerden bir bahçesi olsun, içinde kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, (üstelik) zayıf ve küçük çocukları olsun (böyle bir durumda iken) ona (bahçesine) ateşli bir kasırga isabet etsin de yanıversin. İşte Allah size ayetleri böyle açıklar, ki düşünesiniz. (Bakara Suresi, 266)
Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez. (Bakara Suresi, 269)
Sana Kitab’ı indiren O'dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
Onlar hala Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. (Nisa Suresi, 82)
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer size Allah'ın azabı gelirse ya da saat (kıyamet) gelip çatarsa, Allah'tan başkasını mı çağıracaksınız? Eğer doğru sözlüler iseniz (çağırın bakalım.)" (En’am Suresi, 40)
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, Biz nasıl ayetleri 'çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da' sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (En’am Suresi, 46)
De ki: "Düşündünüz mü hiç; size Allah'ın azabı apansız ya da açıktan geliverirse, zulme sapan kavimden başkası mı yıkıma uğrayacak?" (En’am Suresi, 47)
De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?" (En’am Suresi, 50)
Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (En’am Suresi, 80)
Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık. (En’am Suresi, 126)
"Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz." (En’am Suresi, 152)
Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Araf Suresi, 26)
Andolsun, Biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık. (Araf Suresi, 130)
Bir zamanlar dağı, sanki bir gölgelikmiş gibi üstlerine geçirmiştik. Onlar ise neredeyse tepelerine düşecek sanmışlardı. (Onlara demiştik ki:) "Size verdiklerimize sımsıkı sarılın ve onda olanı düşünün, ki sakınasınız." (Araf Suresi, 171)
Eğer Biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler. (Araf Suresi, 176)
Sahiplerinde (ya da arkadaşları olan peygamberde) delilikten hiçbir şey olmadığını düşünmüyorlar mı? O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir. (Araf Suresi, 184)
(Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 201)
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar. (Tevbe Suresi, 126)
Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah'tır. O’nun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? (Yunus Suresi, 3)
Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)
De ki: "Düşündünüz mü hiç, eğer O'nun azabı size gece veya gündüz geliverirse, suçlu-günahkarlar, bunu ne diye erkene almak istiyorlar?" (Yunus Suresi, 50)
Bu iki grubun örneği; kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit olur mu? Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 24)
"Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah'tan (gelecek azaba karşı) bana kim yardım edecek? Hiç düşünmez misiniz?" (Hud Suresi, 30)
Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Ra’d Suresi, 3)
Peki, sana Rabbinden indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen kişi, o görmeyen (a'ma) gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünebilirler. (Ra’d Suresi, 19)
Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. (İbrahim Suresi, 25)
İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek İlah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)
Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 11)
Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 13)
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi, 17)
(Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye. (Nahl Suresi, 44)
Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 69)
Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)
Andolsun, Biz bu Kur'an'da çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp-düşünsünler diye. Oysa bu, onların daha uzaklaşmalarından başkasını arttırmıyor. (İsra Suresi, 41)
İnsan önceden, hiçbir şey değilken, gerçekten Bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu? (Meryem Suresi, 67)
"Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar." (Taha Suresi, 44)
Böylece Biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini) oluşturur. (Taha Suresi, 113)
Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun Suresi, 68)
"Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Müminun Suresi, 85)
(Bu,) İndirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. İçinde, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirdik. (Nur Suresi, 1)
Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, yakınlık kurup (izin almadan) ve (ev halkına) selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz. (Nur Suresi, 27)
Andolsun bunu, onların arasında öğüt alıp-düşünsünler diye çeşitli biçimlerde açıkladık. Ama insanların çoğu nankörlük edip ayak direttiler. (Furkan Suresi, 50)
O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için. (Furkan Suresi, 62)
Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisi'ne dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir İlah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz. (Neml Suresi, 62)
Andolsun, ilk nesilleri yıkıma uğrattıktan sonra, Musa'ya, insanlar için (gözleri hikmetle açıp aydınlatacak) basiretler, hidayet ve rahmet olmak üzere kitap verdik. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürler diye. (Kasas Suresi, 43)
(Musa'ya) Seslendiğimiz zaman da, sen Tur'un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olmak üzere senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için (gönderildin). Umulur ki, öğüt alıp düşünürler diye. (Kasas Suresi, 46)
Andolsun, Biz öğüt alıp-düşünsünler diye, sözü birbiri ardınca dizip-indirdik. (Kasas Suresi, 51)
Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar. (Rum Suresi, 8)
Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 21)
Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O'nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Secde Suresi, 4)
De ki: "Size bir tek öğüt veriyorum: “Allah için ikişer ikişer ve teker teker kıyam etmeniz, sonra düşünmeniz. Sizin sahibiniz (veya arkadaşınız olan Peygamber)de hiçbir delilik yoktur. O, yalnızca sizi, şiddetli bir azabın öncesinde uyarandır." (Sebe Suresi, 46)
Hiç mi öğüt alıp-düşünmüyorsunuz? (Saffat Suresi, 155)
(Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir Kitap'tır. (Sad Suresi, 29)
Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler." (Zümer Suresi, 9)
Andolsun, Biz bu Kur'an'da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar için her bir örnekten verdik. (Zümer Suresi, 27)
Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Zümer Suresi, 42)
O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah'a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Mümin Suresi, 13)
Kör olanla (basiretle) gören bir olmaz; iman edip salih amellerde bulunanlarla kötülük yapan da. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz. (Mümin Suresi, 58)
Onlar için öğüt alıp-düşünmek nerede? Onlara, açıklayan bir elçi gelmişti. (Duhan Suresi, 13)
Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, Biz onu (Kur'an'ı), senin dilinle kolaylaştırdık. (Duhan Suresi, 58)
Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye Suresi, 13)
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? İşte onun işaretleri gelmiştir. Fakat kendilerine geldikten sonra öğüt alıp-düşünmeleri onlara neyi sağlar? (Muhammed Suresi, 18)
Öyle olmasa, Kur'an'ı iyiden iyiye düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş? (Muhammed Suresi, 24)
Musa (olayın)da da (düşündürücü ayetler vardır). Hani Biz onu açık bir delille Firavun'a göndermiştik; (Zariyat Suresi, 38)
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz. Yeri de Biz döşeyip-yaydık; ne güzel döşeyici(yiz). Ve Biz, herşeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz. (Zariyat Suresi, 47-49)
Andolsun, Biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 15)
Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 17)
Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 22)
Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 32)
Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 40)
Andolsun Biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (Kamer Suresi, 51)
Andolsun, ilk inşa (yaratma)yı bildiniz; ama öğüt alıp-düşünmeniz gerekmez mi? (Vakıa Suresi, 62)
Şayet Biz bu Kur'an'ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz. (Haşr Suresi, 21)
Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz? (Hakka Suresi, 42)
Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür. (Müddessir Suresi, 55)
Artık dileyen, onu 'düşünüp-öğüt alsın.' (Abese Suresi, 12)
Allah'tan ‘İçi titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür. (A’la Suresi, 10)