14 Ocak 2014 Salı

MUTSUZLUĞUN NEDENLERİ VE MUTLULUĞU ELDE ETMEK

MUTLULUĞU YANLIŞ YOLLARDA ARAMAYIN

İnsanların hayatları boyunca yapmak istedikleri, gerçekleştirmeyi arzuladıkları birbirinden farklı birçok amaçları ve planları vardır. İlk bakışta birbirlerinden farklı görünse de, bu amaçlar temel bir noktada birleşmektedir. Bu temel nokta, insanların yaşadıkları hayattan olabilecek en fazla menfaati elde ederek, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmeleridir. Elde edilen menfaatler ne kadar fazla olursa, buna bağlı olarak duyulacak olan mutluluk ve rahatlık da o denli fazla olacaktır. Bu yüzden tüm insanlar farklı yollar ve yöntemler izleyerek, bu ortak amaca ulaşmayı hedeflemekte ve bunun için ömürleri boyunca büyük bir çaba harcamaktadırlar. Ancak Allah'ın rızasını arayan ve ahireti gerçek yurt olarak benimseyen salih müminler dışındaki insanlar, tüm bu isteklerini gerçekleştirip, hedeflerine ulaşsalar da sonuç yine değişmemektedir. Mutsuzluk ve buna bağlı olarak da sıkıntı dolu, kasvetli bir hayat...
İnsanların büyük bir kısmı bir türlü gerçek huzuru yakalayamadıklarından, onca çabaya, çalışmaya ve yorgunluğa rağmen bir türlü mutlu olamadıklarından şikayetçidirler. Böyle bir sonuçla karşılaşmalarının sebebi ise, insanların mutluluğu yanlış yerde, yanlış kimselerde bulacaklarına inanmış olmalarıdır.
Kimisi için mutluluk elde edeceği maddi zenginliktedir; böylece parasını istediği gibi harcayacak, elde etmek istediği şeylere sahip olabilecek ve her geçen gün bir öncekine göre daha fazla şey tüketebilecektir. Bu insanlar için tüketmek, tüm güzellikleri ve zevkleri tatmak hayatlarının en büyük mutluluk kaynağıdır. Bu istekleri ise dipsiz bir kuyu gibidir; hiçbir zaman sonu gelmez. Bunun sonucunda da ortaya elde ettikleri hiçbir şeyden memnun olmayan, sürekli daha fazlasını, daha iyisini isteyen ve bu sayede mutlu olup daha rahat bir hayat sürebileceklerini zanneden insanlar çıkar. Ancak bu çabaları onlara sadece geçici bir mutluluk kazandırır.
 Kimi insan içinse mutluluk, herkes tarafından tanınmak, herkesin sevdiği, beğendiği, peşinden koştuğu bir kişi olmaktır. Herkes ona özenip onu taklit edecek, yaptığı herşey ile insanların hayranlığını kazanacaktır. Bunu ne kadar çok başarır, insanların gözüne ne kadar girer, ne kadar dikkatlerini çekerse, kendini o derece mutlu hissedecektir.
Kimisi için de mutluluk, yaşadığı sıkıntılı ve monoton hayattan biraz olsun kurtulmak, sorunlarını unutmaktır. Buna bağlı olarak, mutlu olabilmek için hayatında birtakım 'değişiklikler' yapmalıdır. Sıra dışı olmalı, değişik giyinmeli, kısacası 'marjinal' bir hayat sürerek, farklı olan herşeyi denemelidir. Ya da değişik yerler görmeli, gezmeli, yeni insanlar tanımalıdır. Çevresindeki insanların dikkatini ne kadar üzerinde toplarsa kendini o denli farklı görecek, bu da ona büyük bir zevk verecektir. Bu şekilde hareket ederek hayatına renk katacağını ve yaşadığı mutsuzluktan kurtulacağını sanır. Dolayısıyla bu insanlar için mutluluk, 'değişiklik' veya 'farklı olmak' demektir.
Ancak tüm bu insanların elde ettikleri mutluluklar sahte ve geçicidir. Sadece yaşanılan o ana mahsustur; bu an bittiğinde duyulan mutluluk da sona erer ve kişi yine eski monoton ve sıkıntılı hayatına geri döner. Değişen bir şey yoktur; kişi kendini sadece kısa bir süre için rahatlatmıştır. Bu süre ister bir gün, ister bir ay, ister bir yıl olsun, insanlar mutluluğun sırrını bilmedikleri için, elde ettikleri sonuç hep aynıdır.
Allah, hayatları boyunca Allah'ı ve ahireti unutarak, tamamen kendi istek ve tutkularına göre yaşayan bu insanların durumunu "Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir." (Bakara Suresi, 17) ayetiyle haber verir. Allah, ayetlerinden uzak bir yaşam süren bu insanların 'göremez bir şekilde sürekli olarak karanlıklar içinde kalacaklarını' bildirmiştir. İnsanlar kendilerini yaratan Allah'ın emirlerine uymadıkları ve kendilerini yaratan Rabbimizi unutarak yaşadıkları için, Allah onların mutluluğa ulaşma çabalarını her defasında boşa çıkarmaktadır.
Allah Kuran'da, "İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20) ayetiyle, insanların dünya hayatında açgözlülük ve nankörlükle elde ettikleri bu sahte mutluluğu, ahirette sonsuz bir mutsuzluğa çevireceğini bildirmiştir.
Bir evi olan kişi, daha büyük bir evi olan arkadaşını gördüğünde onun için sevineceğine, o kişi için mutlu olacağına bunu kıskanır ve daha büyük bir eve kavuşma planlarına başlar. Ancak olabilecek en büyük eve kavuşsa yine de mutlu olmayacaktır, çünkü Allah dünya hayatındaki huzuru ve mutluluğu evin büyüklüğüne, güzelliğe, yiyeceklerin çokluğuna, şöhrete ya da başarıya bağlı olacak gibi yaratmamıştır. Biraz derin düşünen insanlar bunu hemen kavrayabilirler.
Bir insanın ne kadar büyük bir evi olursa olsun yaşayacağı yer tek bir odadır, bir mutfak veya banyodur. Bu insan, 10 odalı bir eve de sahip olsa, odaların hepsinde aynı anda olamayacak yine tek bir odanın içinde yaşayacaktır.
En güzel ziyafet sofrasındaki insan için de durum aynıdır, muhteşem bir masa bile olsa her insanın bir yeme kapasitesi vardır,  en lezzetli yemekler bile sınırlı yenebilir, aksi vücutta ciddi rahatsızlıklar oluşturur.
Gençlik ve güzellik ise geçicidir, her insan zamanla yaşlanır, gücünü kaybeder. İman olmazsa bu durum büyük bir sıkıntı oluşturabilir.
Dünyada nimet olarak verilen bütün güzellikler en fazlasıyla sahip olunduğunda değil ancak sevgiyle paylaşıldığında, fedakarlık ruhuyla hareket edildiğinde zevk verir, aksinde insanın hayat kalitesini düşüren birer azap vesile haline gelebilir.
İnsan imanının derecesi arttıkça güzelliklerden de daha zevk hale gelir, her konuda güzel bir yön bulup, her olayda hayır görebilir. Bu da derin bir imana vesile olur,  sevmeye, sevilmeye ve büyük bir konfora vesile olur.
İman zafiyetini önlemenin en güzel yolu ise, zafiyete neden olan bu olumsuz ve yanlış telkinleri ilmi olarak etkisiz hale getirmektir. İnsanlara yaratılış amaçlarını hatırlatmak, olumlu telkinlerle onları neşelendirmek, canlandırmak ve güzelliklerle müjdelemektir.
İnsanların mutlu ve huzurlu olabilmeleri hayatları boyunca karşılaştıkları olaylarda 'doğru' kararlar verebilmelerine bağlıdır. Bunun için de 'temiz bir akla' ve 'akletme gücüne' ihtiyaç vardır. İnsanı doğrulara ulaştırabilecek akıl ise yalnızca Allah'a iman etmekle ve Kuran ahlakına göre yaşamakla elde edilebilir.


                 MUTSUZLUĞUN NEDENLERİ

  ÇÖZÜMÜ KURAN'DA ARAMAMAK İNSANI MUTSUZLAŞTIRIR

Huzursuz bir hayat yaşayan insanların içinde bulundukları en büyük yanlış, çözümü Allah’a yakınlıkta ve Kuran’da aramamalarıdır. Bu kişiler içinde bulundukları durumun açmaz bir hal aldığını açıkça görürler. Yaşadıkları hayat tarzının, benimsedikleri karakter yapısının onlara istediklerini vermediğini, kendilerini tatmin etmediğini ve hatta sıkıntıya soktuğunu hayatlarının her anında hissederler.
Dünya hayatı hırsla bağlanmaya değmeyecek kadar kısadır. Burada dünyevi anlamda kazanılan hiçbir şey baki kalmaz. Ölümle birlikte insanlardan mutlaka uzaklaşır. Bu nedenle dünya adına atılan her adım sıkıntılıdır. Çözümü ise insanlara şöyle bildirilmiştir: Bir insan ancak Allah'a yöneldiği zaman huzura kavuşur, insanlar ancak Allah ile dost olup O'nun beğendiği hayatı yaşadıklarında bu sıkıntılardan kurtulabilirler. Allah bir ayette bu önemli sırrı şöyle bildirmiştir:

Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)

Allah ile dost olan bir insan ise yol gösterici olarak Rabbimizin indirdiği hak kitaba kusursuzca uyar. Artık onun karakterini ve yaşam tarzını belirleyecek tek ölçü Kuran'dır. Ve Kuran'ın Allah'ın izniyle insanları karanlıklardan nura çıkarıcı özelliği vardır:

Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. (İbrahim Suresi, 1)

Bu nedenle Kuran'ın kazandırdığı karakterde sıkıntı, huzursuzluk, kaygı ve karmaşa yoktur. Mutlaka güzel bir hayat, mutlaka dengeli bir ruh ve mutlaka güzel tavırlar vardır. Allah bu karakteri yaşayan müminlere yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğini vaat etmiştir:

Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara kendi fazlından artıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nur Suresi, 38)


ALLAH'IN DEĞİL DE İNSANLARIN HOŞNUTLUĞUNU HEDEFLEMEK İNSANI MUTSUZLAŞTIRIR

İnsanların mutlu olamamalarının ve her ne yaparlarsa yapsınlar bir türlü çıkış yolu bulamamalarının bir sebebi de Allah için yaşamak yerine insanlar için yaşamalarıdır. Bu şu demektir; bir insan tüm doğrularını ve yanlışlarını insanların ne diyeceğine göre belirliyorsa, onların tavırlarına göre üzülüp, onların beğenmelerine göre seviniyorsa, onların gözünde değer kazanmaya çalışıyor ve onların yanında küçük düşmemeye göre kendini ayarlıyorsa, bu kimse insanlar için yaşıyor demektir.
İnsanlar için yaşamak ise büyük bir zorluktur. Çünkü her insanın beğenisi farklı ölçüler üzerine kurulmuştur. Bir insanın çevresinde yüzlerce insan olduğu düşünülecek olursa, bunların her birini memnun etmek için ayrı çaba harcanması gerektiği açıkça görülebilecektir. Biri yanında hareketli bir karakter görmek isterken, bir diğeri pasif ve ağır bir insan arayacaktır. Birinin memnun olduğu tavır bir diğerininkini tutmayacaktır. Ancak bu uyumsuzluklar ve ölçülerdeki farklılıkların sayısı binleri bulur. Bu durumda "insanlar için yaşayan" kimselerin "binlerce farklı talebi birden aynı anda" karşılaması gerekmektedir. Ancak bundan sonra istediği tüm insanlar kendisinden hoşnut olacak ve ancak bundan sonra ona değer verebileceklerdir.
Allah onların bu sıkıntılarına Kuran'da şöyle bir örnek vermiştir:

Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 29)

Bu noktada insana yardımcı olabilecek tek bir yol vardır; Allah'ın sonsuz aklına ve bilgisine teslim olmak. Allah insanı ve tüm diğer varlıkları yaratandır. İnsanın nasıl yaşadığında, neler yaptığında mutlu olabileceğini de yine ancak Allah bilir. Ve Allah insanlar için kurtuluş yolunu Kuran'da bildirmiştir: Yalnızca Allah'tan korkup, yalnızca O'nun hoşnutluğunu aramak.

Allah dedi ki: "İki ilah edinmeyin: O, ancak tek bir ilahtır. Öyleyse benden, yalnızca benden korkun." (Nahl Suresi, 51)

Bunun aksi bir tavır sadece insanı mutsuz etmekle kalmaz aynı zamanda da kişinin Allah'a karşı büyük bir suç işlemesine neden olur. İnsanın Allah'ın dışında varlıkların hoşnutluğunu araması Kuran'da "şirk koşmak" olarak ifade edilir. Şirk koşan bir insan Allah'tan başka bir varlığı kendisine ilah edinmiş ve tüm hayatını da onun için yaşıyor demektir. Bu insanların ahirette görecekleri karşılık ise hüsrandır. Bu nedenle Allah insanları cehennemle ve telafi edemeyecekleri bir pişmanlıkla karşılaşmadan evvel bu konuyu bildirerek uyarmıştır: 

Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): "Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın." "Hayır, artık (yalnızca) Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer Suresi, 65-66)
Gerçekten, Allah, Kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi, 48)

Bir başka unutulmaması gereken konu da şudur: İnsanın dünyada iken uğruna tüm hayatını feda ettiği ve Allah'ı bırakarak onların hoşnutluklarını kazanmayı esas aldığı tüm insanlar ahiret günü onu yalnız bırakacaklardır. Çünkü her insan yaptıklarından tek başına sorguya çekilecek ve kimsenin çabası bir başkasını kurtarmaya yetmeyecektir. Kuran'da bu önemli bilgi şöyle bildirilmiştir:

Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi, 95)
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz ve size lutfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır. (Enam Suresi, 94)

Yalnız kalmış olmanın korku ve telaşını tadan insanlar o gün, dünyada iken en yakınım dedikleri insanları, çocuklarını, eşlerini, dostlarını sırf cehennem azabından kurtulabilmek için fidye olarak teklif edeceklerdir. Ancak bu talepleri kabul görmeyecektir. Ayetlerde bu durum şöyle haber verilir:

(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve kardeşini, Ve onu barındıran aşiretini de; Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir... (Mearic Suresi, 10-15)

Kuran'da verilen tüm bu bilgilerin ışığında insanların hoşnutluğu üzerine kurulan bir hayatın sadece dünyada mutsuzluk getirmekle kalmayacağı, aynı zamanda ahirette de insanı kayba uğratacağı görülmektedir. Bu durumdan kurtulmanın yolu ise çok açıktır; Allah'a teslim olup sadece O'nun hoşnutluğunu arayarak yaşamak...


DÜNYANIN BİR İMTİHAN YERİ OLDUĞUNU UNUTMAK İNSANI MUTSUZLAŞTIRIR

İnsanların mutlu olamamalarının bir sebebi de hepsinin dünyada bulunuş amaçlarını unutmuş olmasıdır. İnsan denenmek için yaratılmıştır: Allah'ı ve O'nun aklını, gücünü, sanatını ve tüm diğer üstün sıfatlarını takdir edebilecek mi, yoksa bunları ve yaratılış amacını unutup dünya hayatına kapılacak mı diye denenmektedir. Allah hayatın bu gerçeğini şöyle bildirmektedir:

O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)

Allah bu doğrultuda insana sınırlı bir ömür süresi vermiştir. Aklı ermeye başladığı andan itibaren artık düşündüğü, yaptığı ve amaçladığı herşeyden sorumludur. İçinde kendisine her an doğru olanı bildiren vicdanına ait bir ses vardır. Her insan vicdanının kendisine söylediği sözlerden ahirette sorguya çekilecektir. Çünkü vicdan doğruyu söylediği halde ona uymayan insan nefsinin isteklerine uymuş olur. Nefis ise insana daima kötü olanı emreder. İşte insan, içinde sürekli olarak bir imtihana tabi tutulur; ya nefsinden yana ya da vicdanından yana hareket edecektir.
  Bu imtihan, hayatının her anında devam eder. Okulda, işte, evde, sokakta, yalnızken ya da kalabalıkta, hasta iken de sağlıklı iken de, dünyanın bir diğer ucuna gitse orada da yine denenmeye devam edilecektir. İstisna oluşturabilecek tek bir an dahi yoktur. Söylediği her söz, yaptığı her tavır ve düşündüğü herşey ahirette karşısına çıkarılacaktır. İyilikten ya da kötülükten yana yaptığı herşey mutlaka karşılık görecek, hiçbir şey karşılıksız kalmayacak ve sonuç olarak herkes hak ettiği yere sevk edilecektir.
  İnsanın dünyada olup biten her olayın bir deneme olarak yaratıldığını unutması, tevekkülsüz bir tavır göstermesine neden olur. Cahiliye toplumunda sık sık duyulan "neden böyle oldu, keşke böyle olmasaydı" "işler yolunda gitmiyor", "mahvolduk", "bütün işler ters gidiyor", "şöyle yapmasaydım böyle olmazdı" ve bunlara benzer pek çok şikayetçi ifadenin altında yatan ahlak anlayışı işte yine bu tevekkülsüzlüktür.
            Tevekkülsüzlüğün kesin sonucu ise sıkıntı ve mutsuzluktur. Hikmetini düşünmedikleri için aleyhlerinde gibi görünen en ufak bir durumla karşılaştıklarında hemen şikayet etmeye başlarlar. Bunun sonucunda da sürekli olarak huzursuz, mutsuz ve sıkıntılı bir hayat yaşarlar. Oysa insanın üzerine düşen, Allah'ın kendisi için yarattığı her andan razı olmasıdır. Ters gidiyor gibi görünen olaylar meydana gelse de, güzel ahlakta ve Allah'a sadakatte kararlı davranması gerekir. En önemlisi yaratılış amacının zaten tüm bunlarla denenmek olduğunu unutmamalıdır. Kuran'da emredilen güzel ahlakı yaşayan kimseler, bu tür olaylarda gösterecekleri sabrın ahirette kendilerine bir güzellik olarak döneceğini bilmenin huzurunu ve mutluluğunu yaşarlar.
            Bir insan Müslümanlarla birarada ise mutludur, Allah yolunda gayret gösteriyorsa o mutluluktur. Karşısındaki insanın mutlu olduğunu görmek, fedakarlık, incelik içinde yaşamak, herkesin yanında rahat ettiği hoş insan olmak mutluluktur, çünkü böyle bir insanı en başta Allah beğenir, sever. Müslümanın en sevdiği olan Allah’ın sevgisini kazanmak ise onun için en büyük mutluluktur. İşte böyle bir insanın tüm hayatı güven duygusu ve huzur içinde geçer; Allah’ın kendisi için yarattığı hayatın her saniyesinde hikmet olduğunu bilir, onun sevinciyle yaşar; çünkü Allah’ın yarattığı her şeyde hayır vardır, kaderin her aşaması güzeldir. Hastalıkta da, zorlukta da Müslüman hep mutludur; başına olumsuz bir olay geldiğinde, asla ümitsizliği kapılmaz kendisi için hayırlara vesile olacağını kesin bildiği bu olayları güzel bir sabırla karşılar. Böyle bir insan dünyada da ahirette de güzel bir hayatla yaşamını sürdürür. Elbette ahiret hayatı hiçbir eksikliğin, acizliğin olmadığı yepyeni bir yaratılışla sonsuza kadar devam edecek olan mutluluklar yurdudur.


 ÖMRÜNÜN SONUNA KADAR KESİNTİSİZ MUTLU YAŞAYABİLİRSİN

  İnsanlara mutsuzluk, endişe, korku, stres meydana getiren nedenleri şöyle bir düşünelim:

-       Mutluluğu yalnızca maddiyatta, dünyevi eğlencelerde, geçici hazlarda aramak,
-       Bunlara ulaşılamadığında ortaya çıkan memnuniyetsizlik,
-       Bunlara ulaşılsa bile başkalarının sahip olduklarıyla kendini kıyaslama sonucunda ortaya çıkan haset ve kızgınlık duyguları,
-       Hayatın bir çatışma alanı olduğu, güçlü olanın ayakta kaldığı telkini nedeniyle insanlara duyulan güvensizlik ve sevgisizlik,
-       Herşeyinbaşı boş kör tesadüfler sonucu oluştuğu yanılgısı,
-       Gelecek kaygısı ve tevekkülsüzlük,
-       Allah için değil insanlar için yaşamak, depresif bir ruh halinin oluşmasında başlıca sebeplerdir.
 Çocuklar daima mutludur biliriz. En zor şartlar altında, en kısıtlı imkanlar içinde yaşayan çocukları hayal edin, mutlaka neşelenecek bir sebepleri vardır. Pahalı bir oyuncağı yoktur belki ancak bir ağacın dalı bile ona oyuncak olur, neşe vesilesi olur. Bunun gerçek sebebi, aslında tüm insanların başta mükemmel bir fıtratla doğmalarından kaynaklanır.
İnsanın gerçek fıtratı neşelidir, sevgi doludur, ruhları, bedenleri sağlıklıdır. Ancak zaman geçtikçe, Kuran ahlakından uzak yaşayan toplumların olumsuz etkileri insanların yaşamlarını karartır, mutsuzluğa sevk eder. Allah’a tevekkül etmeyi bilmeyen, kadere teslimiyeti bilmeyen insanların, pek tabii ki mutlu olmalarına imkân yoktur.
İnsanların birçoğu düşünmeden, mutsuz yaşamlarını; ekonomik durumlarına, yani büyük oranda maddiyata bağlarlar. Sanki dünyanın en zengin insanı olduklarında dünyada onlar için adeta hiçbir sorun kalmayacak, mutluluğa tam olarak erişecekmiş hissine kapılırlar. Ancak mutsuzluğun sebebi bu değildir. Mutsuzluğun tek sebebi iman zafiyetidir, Allah’tan uzak yaşamaktır.
Eğer insan Allah’ın varlığından yüzde yüz emin olsa, tüm kalbiyle Allah’a inansa, cennetin varlığından yüzde yüz emin olsa, niçin mutsuz olsun? Bu mümkün değildir. Kalbi Allah’a tam bağlanmış, her şeyin bir kader üzerine yaratıldığını bilen, dünyanın gelip geçici bir deneme yeri olduğunu bilen insan aç kalsa, susuz kalsa, evsiz kalsa, kolu kopsa, ağır hastalığı olsa yine de neşe içinde olur, asla mutsuz olamaz.
Bunun için kalpleri Allah ile beraber olan, Allah’a samimi içten bir bağlılıkla bağlı olan inananların var güçleriyle Allah’ın varlığının delillerini anlatmaları gerekir. Allah’ın yarattığı canlılardaki eşsiz özellikler, müthiş detaylar, Allah'ı daha yakından tanımamıza, Allah’ın varlığına kesin olarak iman etmemize, Allah’a duyduğumuz sevginin kat kat artmasına vesile olur.

"...kim benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz." (Taha Suresi, 123)

İnsan ruhunun asıl ihtiyacı imandır. İmanı güçlü bir insan, koşullar ne olursa olsun kalbi mutmain, neşesi bol, mutluluğu kalıcı insandır.


 İNSANLARIN DİNİ YAŞAMADAN MUTLU OLMALARI MÜMKÜN DEĞİLDİR

Bazıları yemek yaparak, alışverişe çıkarak, kimisi maç seyrederek, kimisi bilgisayarla bütünleşerek, kimisi kendisini işine vererek mutlu olmaya çalışır, ama bunlar mutluluk değil, bunlar insanı oyalayan meşgalelerdir. Küçük mutluluklar diye tabir edilen şeyler de; yağmurda koşmak, çıplak ayakla kumsalda yürümek gibi; bunlar da samimi olarak yaşanılan, tatmin edici mutluluklar değildir. Gerçek mutluluğun ne olduğunu bilmek önemlidir; gerçek anlamda mutluluk sadece Allah’a iman etmenin getirdiği iç neşesiyle yaşanır. İnsan Allah’ı razı etmek amacıyla yaşıyorsa, bu umutla yaşıyorsa en mutlu olan odur.
Dini yaşamayan hiçbir insanın gerçek anlamda mutlu olabilmesi mümkün değildir. Çünkü bir insanın mutlu olabilmesi için herşeyden önce vicdanen rahat olması şarttır. Yani kalbine sıkıntı verecek, aklına takılacak, pişmanlık içinde yaşamasına sebep olacak bir durum içinde bulunmaması gerekir. Kişinin eğer vicdanı temizse o kişi mutludur. Aksinde kişi Allah’ın yarattığı fıtrata ters davrandığı için; istediği formülü uygulasın hiçbir zaman mutlu olamaz; dünyanın neresine giderse gitsin vicdanen duyduğu rahatsızlık da o kişi ile birlikte her yere gidecektir. Vicdanın rahat olması ise sadece bir tek şekilde mümkündür; bu da dinin yaşanmasıdır. Çünkü vicdan Allah'ın emrindedir ve insana sürekli olarak Allah'a iman etmeyi, dinin hükümlerini yerine getirmeyi ve güzel ahlaklı olmayı emreder. Bu nedenle bütün hayatı boyunca vicdanının bu emrine karşı mücadele veren dinsiz bir insanın mutlu olabilmesi mümkün değildir. Allah insanın kalp rahatlığını ve gerçek huzuru yalnızca Allah'a imanla elde edebileceğini bildirmiştir:

Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca  Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)

  Kalpler yalnızca Allah’ı anmakla, O’nun rızası için yaşamakla tatmin bulur. Dolayısıyla Allah’ın zikrinden yüz çeviren insanlar için dünyada her ne yaparlarsa yapsınlar tatminsizlik söz konusudur.
  Bize hayatı bahşeden Rabbimiz insanı ancak Kendisiyle birlikte bir hayat yaşandığında mutlu olacak şekilde yaratmıştır. Mutluluk ile Allah sevgisi ve Allah korkusu birlikte yaratılmıştır. Bunun dışında Allah’ı unutarak yaşayan insanlarda pek çok açıdan yanlış uygulamalar, düşünceler ve çarpık bir hayat anlayışı ortaya çıkar.
Allah Kendisine iman eden ve Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde yaşayan kullarına huzur ve mutluluk vereceğini şöyle bildirmiştir:

“Erkek olsun, kadın olsun, mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl Suresi, 97)

  Mutluluğun tek sırrı vardır, o da Allah’ı aşkla ve coşkuyla sevmek, O’na teslim olmaktır. Allah’ı sevmeyen bir insana ya da topluma Allah hiçbir şekilde gerçek mutluluğu tattırmaz. Her işinde Allah’a yönelmeyen bir insanın mutlu olması imkansızdır. Allah belki o kişiye bu dünyada elde etmek istediklerini verebilir, ancak bu durum kişiyi yanıltmamalıdır, çünkü Allah insanları denemek maksadıyla da nimetlerini arttırmaktadır. Kişi elde ettiği nimetlerle bir tür mutluluk da hissedebilir, ancak bu hiçbir şekilde kalbini tam anlamıyla rahatlatan bir mutluluk değildir. Her türlü maddi imkana sahip olsa da gerçek mutluluğa karşı özlem ve arayışı hiçbir zaman son bulmayacaktır. Diğer bir ifadeyle, ruhu hiçbir zaman mutmain olmayacaktır. Allah bu durumu şu şekilde bildirmiştir:

Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır… (Taha Suresi, 124)

Dünya’nın geçiciliğini görmezden gelen insanların amaçları, kısa ve geçici olan yaşamlarına hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanmak, yalnızca kendi istek ve arzuları doğrultusunda tatmin bulmaya çalışmaktır. Bu nedenledir ki, Allah’ı unutarak yaşayan insanların hayata dair yaptıkları planlar, koydukları hedefler genelde aynıdır, hayat tarzları hep sıkıntılı, karamsar ve mutsuzdur.
Allah, Kuran’da, “Bu dünya hayatı yalnızca bir oyun ve tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.” (Rum Suresi, 64) ayetiyle bu durumu bildirmiştir. Tutkulu oyalanma beraberinde tatminsizliği, kıskançlığı, hasedi ve bencilliği getirmekte, insanın her şeyi yaratan, sonsuz kudret sahibi olan Yüce Allah’ı unutmasından dolayı mutsuzluk ve huzursuzluğa sebebiyet vermektedir.
Bir kişinin Allah’a iman etmesi, Allah’ın imanı o kişinin kalbine yerleştirmesi ve o kişinin bütün hayatı boyunca imanlı bir şekilde yaşaması mümin için mutluluğun kaynağıdır. Bunun üzerine yaşadığı herşey, Allah’tan kendisine verilen ayrı birer nimet ve mutluluk vesilesidir. Bu müminlerin yaşadığı önemli bir sırdır. Bunun dışında kişi ne yaparsa yapsın mutlu olamaz. Ne kadar zengin olursa olsun, en güzel manzaralı bir evde de otursa, dünyanın en lüks yerinde yaşayıp, son model arabası da olsa, en pahalı, en kaliteli kıyafetleri de giyse yine de gerçek anlamda mutlu olamaz.
 Böyle bir aşamaya gelmiş insanların bir türlü anlayamadıkları da, neden bir kurtuluş yolu bulamıyor olduklarıdır. Oysa ki yaşadıkları bu derin yokluğun, acının ve kısır döngünün tek sebebi, gözlerini gerçeklere, kalplerini de Allah sevgisine kapatmış olmalarıdır. Yoksa kurtuluş çok kolay ve sadece bir an meselesidir. Allah bu gerçeği ayetlerde şöyle haber vermiştir:

“...Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır.” (Tevbe Suresi, 67)

 “Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir. (Haşr Suresi, 19)

Onlar Allah’ı unuttukları için Allah da onlara böyle bir karşılık vermiştir. Allah’ın yarattığı bir varlık, Allah’tan yüz çevirirse; ancak Allah’ın sahip olduğu ve ancak Allah'ın kendisine verebileceği güzel duyguları, Allah’tan bağımsız olarak yaşayabileceğini nasıl düşünebilir ki zaten? Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir ki?
Mutluluk ancak Allah’a iman etmek, imandan kaynaklanan çok büyük bir sevinçle birlikte Allah’ın emirlerini titizlikle yerine getirmekle yaşanır. Bilinmelidir ki insanın ruhu ancak imanla tatmin bulur. Akıl ve ruh güzelliği, ruh zenginliği, sevinç ve neşe yalnızca imanla oluşur. Allah’a tevekkül eden bir insan dünyanın en büyük konforuna sahiptir. Tevekkül eden, her işinde Allah'a yönelip dönen bir insanın üstünde çok büyük bir ferahlık ve mutluluk meydana gelir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Allah’a inanan ve Allah'a canı gönülden teslim olan insanlar her koşulda mutludurlar. Unutulmamalıdır ki, Allah yarattığı kullarını çok sevmekte ve her zaman kullarının iyiliğini istemektedir. Bizi seven, bize sürekli nimet sunan Rabbimize yönelmek, O'nunla dost olmak hiçbir şekilde ertelenmemesi gereken çok önemli bir güzelliktir. Allah, Kendisini dost edinen kullarına nimetlerini daha da arttıracak, ruhlarının hoşnut olacağı mutluluğu onlara verecektir. Ne mutlu Allah’ın taraftarlarına, ki onlar hem dünyada hem ahirette güzel bir hayatla yaşayacaklardır. Rabbimiz bu konuyu Kuran'da şöyle müjdelemektedir:

...Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Maide Suresi, 119)

Şunu unutmamak gerekir ki, samimi bir Müslüman Allah’ı huzur veya bereket bulmak için değil; Allah’ın rızasını, sevgisini kazanmak için anar. Rabbimiz buna layık olduğu için, en büyük gerçek Rabbimiz olduğu için anar. Bu güzellikler de ona Allah’tan bir lütuf olarak gelir.
Sonsuz ve kusursuz olan hayatın ahiret hayatı olduğunu unutmadan yaşamak ve ömür boyunca büyük bir kararlılıkla Allah’ı aşla sevip, hep rızasını kazanmak için çaba harcamak gerekir.


HİÇ ÖLMEYECEKMİŞ GİBİ DEĞİL, HER AN ÖLECEKMİŞ GİBİ YAŞAMAK İNSANIN HAYATINI HUZURLU VE MUTLU HALE GETİRİR

Ölümü düşünmek birçoklarının kendi deyimleriyle ağızlarının tadını kaçırır, hayattan zevk almalarını engeller. O yüzden hayatta gerçekleşmesi en kesin olan ölümü akıllarına dahi getirmek istemezler.
Ancak bir yakınlarının cenazesinde veya görmeye çok alışık oldukları bir sanatçının ya da politikacının ölüm haberiyle bu konuda vicdanlarının üstünü kapatan örtü biraz olsun açılır ve bir gün kendilerinin de öleceğini, orada bulunan kalabalığın günün birinde kendi cenazesine katılacağını düşünürler. Ama cenazenin bitimiyle birlikte akılları yine günlük hayatın konularıyla meşgul olmaya devam eder. Ta ki belki de başka bir yakınlarının cenazesine kadar…
Peki gerçekten ölümü düşünmek, hayattan zevk almayı engeller mi ya da insanın neşesini kaçırır mı, insanda kasvetli bir ruh hali meydana getirir mi?
Bu sorunun iki cevabı var: Eğer bir insan ruhun valığını yok sayıp, ölümden sonra ahiretin varolduğu gerçeğini görmezden gelip ölümü bir son, bir yokoluş olarak düşünüyorsa, o zaman evet o kişi ölümü düşündüğünde ağzının tadı kaçacaktır. O yüzden de ölümü mümkün mertebe düşünmekten kendini uzak tutacaktır. Sanki hiç ölmeyecekmiş, hep genç ve sağlıklı haliyle kalacakmış gibi hoyratça yaşamaya devam edecektir. “Anı yaşa, günü yaşa” gibi sloganları da bu çarpık ve yanlış mantığın birer ürünü olarak hayatına düstur edinecektir.
Bir insan için ölümü düşünmek birçoklarının zannettiğinin aksine insanın hayatını daha güzel, daha anlamlı, daha keyifli hale getirir. Nedeni; ölümü düşünen insan her anında Allah’ın en çok razı olacağı şekilde yaşamaya gayret eder, dolayısıyla vicdanı rahattır, ruhunda bir huzursuzluk yaşamaz, vicdan azabı çekmez, o yüzden Allah’ın kendisine yaşattığı bütün nimetlerden en güzel şekilde zevk alır, bütün nimetlerin kıymetini bilir. Bu nimetleri yaşarken de bu nimetlerin asıllarının cennette olacağını bildiği ve ölümden sonra sonsuz cennetini Allah’tan umduğu için onun heyecanını ve şevkini yaşar.

Ölümü hatırlamak, ölümü düşünmek çok büyük bir nimettir. Tabii ki aklını kullanan, nefsine değil vicdanına uyan, samimi ve dürüst iman edenler için…