MUTLULUĞU YANLIŞ YOLLARDA ARAMAYIN
İnsanların hayatları boyunca yapmak istedikleri, gerçekleştirmeyi arzuladıkları birbirinden farklı birçok amaçları ve planları vardır. İlk bakışta birbirlerinden farklı görünse de, bu amaçlar temel bir noktada birleşmektedir. Bu temel nokta, insanların yaşadıkları hayattan olabilecek en fazla menfaati elde ederek, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmeleridir. Elde edilen menfaatler ne kadar fazla olursa, buna bağlı olarak duyulacak olan mutluluk ve rahatlık da o denli fazla olacaktır. Bu yüzden tüm insanlar farklı yollar ve yöntemler izleyerek, bu ortak amaca ulaşmayı hedeflemekte ve bunun için ömürleri boyunca büyük bir çaba harcamaktadırlar. Ancak Allah'ın rızasını arayan ve ahireti gerçek yurt olarak benimseyen salih müminler dışındaki insanlar, tüm bu isteklerini gerçekleştirip, hedeflerine ulaşsalar da sonuç yine değişmemektedir. Mutsuzluk ve buna bağlı olarak da sıkıntı dolu, kasvetli bir hayat...
İnsanların büyük bir kısmı bir
türlü gerçek huzuru yakalayamadıklarından, onca çabaya, çalışmaya ve yorgunluğa
rağmen bir türlü mutlu olamadıklarından şikayetçidirler. Böyle bir sonuçla
karşılaşmalarının sebebi ise, insanların mutluluğu yanlış yerde, yanlış
kimselerde bulacaklarına inanmış olmalarıdır.
Kimisi için mutluluk elde edeceği
maddi zenginliktedir; böylece parasını istediği gibi harcayacak, elde etmek
istediği şeylere sahip olabilecek ve her geçen gün bir öncekine göre daha fazla
şey tüketebilecektir. Bu insanlar için tüketmek, tüm güzellikleri ve zevkleri
tatmak hayatlarının en büyük mutluluk kaynağıdır. Bu istekleri ise dipsiz bir
kuyu gibidir; hiçbir zaman sonu gelmez. Bunun sonucunda da ortaya elde
ettikleri hiçbir şeyden memnun olmayan, sürekli daha fazlasını, daha iyisini
isteyen ve bu sayede mutlu olup daha rahat bir hayat sürebileceklerini zanneden
insanlar çıkar. Ancak bu çabaları onlara sadece geçici bir mutluluk kazandırır.
Kimi insan içinse mutluluk, herkes tarafından
tanınmak, herkesin sevdiği, beğendiği, peşinden koştuğu bir kişi olmaktır.
Herkes ona özenip onu taklit edecek, yaptığı herşey ile insanların hayranlığını
kazanacaktır. Bunu ne kadar çok başarır, insanların gözüne ne kadar girer, ne
kadar dikkatlerini çekerse, kendini o derece mutlu hissedecektir.
Kimisi için de mutluluk, yaşadığı
sıkıntılı ve monoton hayattan biraz olsun kurtulmak, sorunlarını unutmaktır.
Buna bağlı olarak, mutlu olabilmek için hayatında birtakım 'değişiklikler'
yapmalıdır. Sıra dışı olmalı, değişik giyinmeli, kısacası 'marjinal' bir hayat
sürerek, farklı olan herşeyi denemelidir. Ya da değişik yerler görmeli, gezmeli,
yeni insanlar tanımalıdır. Çevresindeki insanların dikkatini ne kadar üzerinde
toplarsa kendini o denli farklı görecek, bu da ona büyük bir zevk verecektir.
Bu şekilde hareket ederek hayatına renk katacağını ve yaşadığı mutsuzluktan
kurtulacağını sanır. Dolayısıyla bu insanlar için mutluluk, 'değişiklik' veya
'farklı olmak' demektir.
Ancak tüm bu insanların elde
ettikleri mutluluklar sahte ve geçicidir. Sadece yaşanılan o ana mahsustur; bu
an bittiğinde duyulan mutluluk da sona erer ve kişi yine eski monoton ve
sıkıntılı hayatına geri döner. Değişen bir şey yoktur; kişi kendini sadece kısa
bir süre için rahatlatmıştır. Bu süre ister bir gün, ister bir ay, ister bir
yıl olsun, insanlar mutluluğun sırrını bilmedikleri için, elde ettikleri sonuç
hep aynıdır.
Allah, hayatları boyunca Allah'ı ve
ahireti unutarak, tamamen kendi istek ve tutkularına göre yaşayan bu insanların
durumunu "Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun
ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını giderir ve
göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir." (Bakara Suresi, 17)
ayetiyle haber verir. Allah, ayetlerinden uzak bir yaşam süren bu insanların
'göremez bir şekilde sürekli olarak karanlıklar içinde kalacaklarını'
bildirmiştir. İnsanlar kendilerini yaratan Allah'ın emirlerine uymadıkları ve
kendilerini yaratan Rabbimizi unutarak yaşadıkları için, Allah onların
mutluluğa ulaşma çabalarını her defasında boşa çıkarmaktadır.
Allah Kuran'da, "İnkar
edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya
hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip yok ettiniz, onlarla
yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız)
ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız."
(Ahkaf Suresi, 20) ayetiyle, insanların dünya hayatında açgözlülük ve
nankörlükle elde ettikleri bu sahte mutluluğu, ahirette sonsuz bir mutsuzluğa
çevireceğini bildirmiştir.
Bir evi olan kişi, daha büyük bir
evi olan arkadaşını gördüğünde onun için sevineceğine, o kişi için mutlu
olacağına bunu kıskanır ve daha büyük bir eve kavuşma planlarına başlar. Ancak
olabilecek en büyük eve kavuşsa yine de mutlu olmayacaktır, çünkü Allah dünya
hayatındaki huzuru ve mutluluğu evin büyüklüğüne, güzelliğe, yiyeceklerin
çokluğuna, şöhrete ya da başarıya bağlı olacak gibi yaratmamıştır. Biraz derin
düşünen insanlar bunu hemen kavrayabilirler.
Bir insanın ne kadar büyük bir evi
olursa olsun yaşayacağı yer tek bir odadır, bir mutfak veya banyodur. Bu insan,
10 odalı bir eve de sahip olsa, odaların hepsinde aynı anda olamayacak yine tek
bir odanın içinde yaşayacaktır.
En güzel ziyafet sofrasındaki insan
için de durum aynıdır, muhteşem bir masa bile olsa her insanın bir yeme
kapasitesi vardır, en lezzetli yemekler bile sınırlı yenebilir, aksi
vücutta ciddi rahatsızlıklar oluşturur.
Gençlik ve güzellik ise geçicidir,
her insan zamanla yaşlanır, gücünü kaybeder. İman olmazsa bu durum büyük bir
sıkıntı oluşturabilir.
Dünyada nimet olarak verilen bütün
güzellikler en fazlasıyla sahip olunduğunda değil ancak sevgiyle
paylaşıldığında, fedakarlık ruhuyla hareket edildiğinde zevk verir, aksinde
insanın hayat kalitesini düşüren birer azap vesile haline gelebilir.
İnsan imanının derecesi arttıkça
güzelliklerden de daha zevk hale gelir, her konuda güzel bir yön bulup, her
olayda hayır görebilir. Bu da derin bir imana vesile olur, sevmeye,
sevilmeye ve büyük bir konfora vesile olur.
İman zafiyetini önlemenin en güzel
yolu ise, zafiyete neden olan bu olumsuz ve yanlış telkinleri ilmi olarak
etkisiz hale getirmektir. İnsanlara yaratılış amaçlarını hatırlatmak, olumlu
telkinlerle onları neşelendirmek, canlandırmak ve güzelliklerle müjdelemektir.
İnsanların mutlu ve huzurlu
olabilmeleri hayatları boyunca karşılaştıkları olaylarda 'doğru' kararlar
verebilmelerine bağlıdır. Bunun için de 'temiz bir akla' ve 'akletme gücüne'
ihtiyaç vardır. İnsanı doğrulara ulaştırabilecek akıl ise yalnızca Allah'a iman
etmekle ve Kuran ahlakına göre yaşamakla elde edilebilir.
MUTSUZLUĞUN NEDENLERİ
ÇÖZÜMÜ KURAN'DA ARAMAMAK İNSANI
MUTSUZLAŞTIRIR
Huzursuz bir
hayat yaşayan insanların içinde bulundukları en büyük yanlış, çözümü Allah’a
yakınlıkta ve Kuran’da aramamalarıdır. Bu kişiler içinde bulundukları durumun
açmaz bir hal aldığını açıkça görürler. Yaşadıkları hayat tarzının,
benimsedikleri karakter yapısının onlara istediklerini vermediğini, kendilerini
tatmin etmediğini ve hatta sıkıntıya soktuğunu hayatlarının her anında
hissederler.
Dünya hayatı
hırsla bağlanmaya değmeyecek kadar kısadır. Burada dünyevi anlamda kazanılan
hiçbir şey baki kalmaz. Ölümle birlikte insanlardan mutlaka uzaklaşır. Bu
nedenle dünya adına atılan her adım sıkıntılıdır. Çözümü ise insanlara şöyle
bildirilmiştir: Bir insan ancak Allah'a yöneldiği zaman huzura kavuşur,
insanlar ancak Allah ile dost olup O'nun beğendiği hayatı yaşadıklarında bu
sıkıntılardan kurtulabilirler. Allah bir ayette bu önemli sırrı şöyle
bildirmiştir:
Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle
mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain
olur. (Rad Suresi, 28)
Allah ile dost
olan bir insan ise yol gösterici olarak Rabbimizin indirdiği hak kitaba
kusursuzca uyar. Artık onun karakterini ve yaşam tarzını belirleyecek tek ölçü
Kuran'dır. Ve Kuran'ın Allah'ın izniyle insanları karanlıklardan nura çıkarıcı
özelliği vardır:
Elif,
Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O
güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. (İbrahim
Suresi, 1)
Bu nedenle Kuran'ın
kazandırdığı karakterde sıkıntı, huzursuzluk, kaygı ve karmaşa yoktur. Mutlaka
güzel bir hayat, mutlaka dengeli bir ruh ve mutlaka güzel tavırlar vardır.
Allah bu karakteri yaşayan müminlere yaptıklarının en güzeliyle karşılık
vereceğini vaat etmiştir:
Çünkü
Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara kendi fazlından
artıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nur Suresi, 38)
ALLAH'IN DEĞİL DE İNSANLARIN
HOŞNUTLUĞUNU HEDEFLEMEK İNSANI MUTSUZLAŞTIRIR
İnsanların mutlu
olamamalarının ve her ne yaparlarsa yapsınlar bir türlü çıkış yolu
bulamamalarının bir sebebi de Allah için yaşamak yerine insanlar için
yaşamalarıdır. Bu şu demektir; bir insan tüm doğrularını ve yanlışlarını
insanların ne diyeceğine göre belirliyorsa, onların tavırlarına göre üzülüp,
onların beğenmelerine göre seviniyorsa, onların gözünde değer kazanmaya
çalışıyor ve onların yanında küçük düşmemeye göre kendini ayarlıyorsa, bu kimse
insanlar için yaşıyor demektir.
İnsanlar için
yaşamak ise büyük bir zorluktur. Çünkü her insanın beğenisi farklı ölçüler
üzerine kurulmuştur. Bir insanın çevresinde yüzlerce insan olduğu düşünülecek
olursa, bunların her birini memnun etmek için ayrı çaba harcanması gerektiği
açıkça görülebilecektir. Biri yanında hareketli bir karakter görmek isterken,
bir diğeri pasif ve ağır bir insan arayacaktır. Birinin memnun olduğu tavır bir
diğerininkini tutmayacaktır. Ancak bu uyumsuzluklar ve ölçülerdeki
farklılıkların sayısı binleri bulur. Bu durumda "insanlar için yaşayan"
kimselerin "binlerce farklı talebi birden aynı anda" karşılaması
gerekmektedir. Ancak bundan sonra istediği tüm insanlar kendisinden hoşnut
olacak ve ancak bundan sonra ona değer verebileceklerdir.
Allah onların bu
sıkıntılarına Kuran'da şöyle bir örnek vermiştir:
Allah
(ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz
bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye
teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır
onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 29)
Bu noktada insana
yardımcı olabilecek tek bir yol vardır; Allah'ın sonsuz aklına ve bilgisine
teslim olmak. Allah insanı ve tüm diğer varlıkları yaratandır. İnsanın nasıl
yaşadığında, neler yaptığında mutlu olabileceğini de yine ancak Allah bilir. Ve
Allah insanlar için kurtuluş yolunu Kuran'da bildirmiştir: Yalnızca Allah'tan
korkup, yalnızca O'nun hoşnutluğunu aramak.
Allah dedi ki: "İki ilah edinmeyin: O, ancak tek bir
ilahtır. Öyleyse benden, yalnızca benden korkun." (Nahl Suresi, 51)
Bunun aksi bir
tavır sadece insanı mutsuz etmekle kalmaz aynı zamanda da kişinin Allah'a karşı
büyük bir suç işlemesine neden olur. İnsanın Allah'ın dışında varlıkların
hoşnutluğunu araması Kuran'da "şirk koşmak" olarak ifade edilir. Şirk
koşan bir insan Allah'tan başka bir varlığı kendisine ilah edinmiş ve tüm
hayatını da onun için yaşıyor demektir. Bu insanların ahirette görecekleri
karşılık ise hüsrandır. Bu nedenle Allah insanları cehennemle ve telafi
edemeyecekleri bir pişmanlıkla karşılaşmadan evvel bu konuyu bildirerek
uyarmıştır:
Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki):
"Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette
sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın." "Hayır, artık (yalnızca)
Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer Suresi, 65-66)
Gerçekten, Allah, Kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz.
Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa,
doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi, 48)
Bir başka unutulmaması
gereken konu da şudur: İnsanın dünyada iken uğruna tüm hayatını feda ettiği ve
Allah'ı bırakarak onların hoşnutluklarını kazanmayı esas aldığı tüm insanlar
ahiret günü onu yalnız bırakacaklardır. Çünkü her insan yaptıklarından tek
başına sorguya çekilecek ve kimsenin çabası bir başkasını kurtarmaya
yetmeyecektir. Kuran'da bu önemli bilgi şöyle bildirilmiştir:
Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek
başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi, 95)
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de)
'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz ve size
lutfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar
olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun,
aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar
besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır. (Enam Suresi, 94)
Yalnız kalmış
olmanın korku ve telaşını tadan insanlar o gün, dünyada iken en yakınım
dedikleri insanları, çocuklarını, eşlerini, dostlarını sırf cehennem azabından
kurtulabilmek için fidye olarak teklif edeceklerdir. Ancak bu talepleri kabul
görmeyecektir. Ayetlerde bu durum şöyle haber verilir:
(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu
sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına
karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve
kardeşini, Ve onu barındıran aşiretini de; Yeryüzünde bulunanların tümünü
(verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem),
cayır cayır yanmakta olan ateştir... (Mearic Suresi, 10-15)
Kuran'da verilen
tüm bu bilgilerin ışığında insanların hoşnutluğu üzerine kurulan bir hayatın
sadece dünyada mutsuzluk getirmekle kalmayacağı, aynı zamanda ahirette de
insanı kayba uğratacağı görülmektedir. Bu durumdan kurtulmanın yolu ise çok
açıktır; Allah'a teslim olup sadece O'nun hoşnutluğunu arayarak yaşamak...
DÜNYANIN
BİR İMTİHAN YERİ OLDUĞUNU UNUTMAK İNSANI MUTSUZLAŞTIRIR
İnsanların mutlu
olamamalarının bir sebebi de hepsinin dünyada bulunuş amaçlarını unutmuş
olmasıdır. İnsan denenmek için yaratılmıştır: Allah'ı ve O'nun aklını, gücünü,
sanatını ve tüm diğer üstün sıfatlarını takdir edebilecek mi, yoksa bunları ve
yaratılış amacını unutup dünya hayatına kapılacak mı diye denenmektedir. Allah
hayatın bu gerçeğini şöyle bildirmektedir:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha
iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve
güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Allah bu doğrultuda
insana sınırlı bir ömür süresi vermiştir. Aklı ermeye başladığı andan itibaren
artık düşündüğü, yaptığı ve amaçladığı herşeyden sorumludur. İçinde kendisine
her an doğru olanı bildiren vicdanına ait bir ses vardır. Her insan vicdanının
kendisine söylediği sözlerden ahirette sorguya çekilecektir. Çünkü vicdan
doğruyu söylediği halde ona uymayan insan nefsinin isteklerine uymuş olur.
Nefis ise insana daima kötü olanı emreder. İşte insan, içinde sürekli olarak
bir imtihana tabi tutulur; ya nefsinden yana ya da vicdanından yana hareket
edecektir.
Bu imtihan, hayatının her anında devam eder.
Okulda, işte, evde, sokakta, yalnızken ya da kalabalıkta, hasta iken de
sağlıklı iken de, dünyanın bir diğer ucuna gitse orada da yine denenmeye devam
edilecektir. İstisna oluşturabilecek tek bir an dahi yoktur. Söylediği her söz,
yaptığı her tavır ve düşündüğü herşey ahirette karşısına çıkarılacaktır.
İyilikten ya da kötülükten yana yaptığı herşey mutlaka karşılık görecek, hiçbir
şey karşılıksız kalmayacak ve sonuç olarak herkes hak ettiği yere sevk
edilecektir.
İnsanın dünyada olup biten her olayın bir
deneme olarak yaratıldığını unutması, tevekkülsüz bir tavır göstermesine neden
olur. Cahiliye toplumunda sık sık duyulan "neden böyle oldu, keşke böyle
olmasaydı" "işler yolunda gitmiyor", "mahvolduk",
"bütün işler ters gidiyor", "şöyle yapmasaydım böyle
olmazdı" ve bunlara benzer pek çok şikayetçi ifadenin altında yatan ahlak
anlayışı işte yine bu tevekkülsüzlüktür.
Tevekkülsüzlüğün kesin sonucu ise
sıkıntı ve mutsuzluktur. Hikmetini düşünmedikleri için aleyhlerinde gibi
görünen en ufak bir durumla karşılaştıklarında hemen şikayet etmeye başlarlar.
Bunun sonucunda da sürekli olarak huzursuz, mutsuz ve sıkıntılı bir hayat
yaşarlar. Oysa insanın üzerine düşen, Allah'ın kendisi için yarattığı her andan
razı olmasıdır. Ters gidiyor gibi görünen olaylar meydana gelse de, güzel
ahlakta ve Allah'a sadakatte kararlı davranması gerekir. En önemlisi yaratılış
amacının zaten tüm bunlarla denenmek olduğunu unutmamalıdır. Kuran'da emredilen
güzel ahlakı yaşayan kimseler, bu tür olaylarda gösterecekleri sabrın ahirette
kendilerine bir güzellik olarak döneceğini bilmenin huzurunu ve mutluluğunu
yaşarlar.
Bir insan Müslümanlarla birarada ise mutludur, Allah
yolunda gayret gösteriyorsa o mutluluktur. Karşısındaki insanın mutlu olduğunu
görmek, fedakarlık, incelik içinde yaşamak, herkesin yanında rahat ettiği hoş
insan olmak mutluluktur, çünkü böyle bir insanı en başta Allah beğenir, sever.
Müslümanın en sevdiği olan Allah’ın sevgisini kazanmak ise onun için en büyük
mutluluktur. İşte böyle bir insanın tüm hayatı güven duygusu ve huzur içinde
geçer; Allah’ın kendisi için yarattığı hayatın her saniyesinde hikmet olduğunu
bilir, onun sevinciyle yaşar; çünkü Allah’ın yarattığı her şeyde hayır vardır,
kaderin her aşaması güzeldir. Hastalıkta da, zorlukta da Müslüman hep mutludur;
başına olumsuz bir olay geldiğinde, asla ümitsizliği kapılmaz kendisi için
hayırlara vesile olacağını kesin bildiği bu olayları güzel bir sabırla
karşılar. Böyle bir insan dünyada da ahirette de güzel bir hayatla yaşamını
sürdürür. Elbette ahiret hayatı hiçbir eksikliğin, acizliğin olmadığı yepyeni
bir yaratılışla sonsuza kadar devam edecek olan mutluluklar yurdudur.
ÖMRÜNÜN
SONUNA KADAR KESİNTİSİZ MUTLU YAŞAYABİLİRSİN
İnsanlara mutsuzluk, endişe, korku, stres
meydana getiren nedenleri şöyle bir düşünelim:
-
Mutluluğu yalnızca maddiyatta, dünyevi eğlencelerde, geçici hazlarda aramak,
-
Bunlara ulaşılamadığında ortaya çıkan memnuniyetsizlik,
-
Bunlara ulaşılsa bile başkalarının sahip olduklarıyla kendini kıyaslama
sonucunda ortaya çıkan haset ve kızgınlık duyguları,
-
Hayatın bir çatışma alanı olduğu, güçlü olanın ayakta kaldığı telkini nedeniyle
insanlara duyulan güvensizlik ve sevgisizlik,
-
Herşeyinbaşı boş kör tesadüfler sonucu oluştuğu yanılgısı,
-
Gelecek kaygısı ve tevekkülsüzlük,
-
Allah için değil insanlar için yaşamak, depresif bir ruh halinin oluşmasında
başlıca sebeplerdir.
Çocuklar daima mutludur biliriz. En zor şartlar
altında, en kısıtlı imkanlar içinde yaşayan çocukları hayal edin, mutlaka
neşelenecek bir sebepleri vardır. Pahalı bir oyuncağı yoktur belki ancak bir
ağacın dalı bile ona oyuncak olur, neşe vesilesi olur. Bunun gerçek sebebi,
aslında tüm insanların başta mükemmel bir fıtratla doğmalarından kaynaklanır.
İnsanın gerçek
fıtratı neşelidir, sevgi doludur, ruhları, bedenleri sağlıklıdır. Ancak zaman
geçtikçe, Kuran ahlakından uzak yaşayan toplumların olumsuz etkileri insanların
yaşamlarını karartır, mutsuzluğa sevk eder. Allah’a tevekkül etmeyi bilmeyen,
kadere teslimiyeti bilmeyen insanların, pek tabii ki mutlu olmalarına imkân
yoktur.
İnsanların birçoğu
düşünmeden, mutsuz yaşamlarını; ekonomik durumlarına, yani büyük oranda
maddiyata bağlarlar. Sanki dünyanın en zengin insanı olduklarında dünyada onlar
için adeta hiçbir sorun kalmayacak, mutluluğa tam olarak erişecekmiş hissine
kapılırlar. Ancak mutsuzluğun sebebi bu değildir. Mutsuzluğun tek sebebi iman
zafiyetidir, Allah’tan uzak yaşamaktır.
Eğer insan Allah’ın
varlığından yüzde yüz emin olsa, tüm kalbiyle Allah’a inansa, cennetin
varlığından yüzde yüz emin olsa, niçin mutsuz olsun? Bu mümkün değildir. Kalbi
Allah’a tam bağlanmış, her şeyin bir kader üzerine yaratıldığını bilen,
dünyanın gelip geçici bir deneme yeri olduğunu bilen insan aç kalsa, susuz
kalsa, evsiz kalsa, kolu kopsa, ağır hastalığı olsa yine de neşe içinde olur,
asla mutsuz olamaz.
Bunun için kalpleri
Allah ile beraber olan, Allah’a samimi içten bir bağlılıkla bağlı olan
inananların var güçleriyle Allah’ın varlığının delillerini anlatmaları gerekir.
Allah’ın yarattığı canlılardaki eşsiz özellikler, müthiş detaylar, Allah'ı daha
yakından tanımamıza, Allah’ın varlığına kesin olarak iman etmemize, Allah’a
duyduğumuz sevginin kat kat artmasına vesile olur.
"...kim
benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz." (Taha
Suresi, 123)
İnsan ruhunun asıl
ihtiyacı imandır. İmanı güçlü bir insan, koşullar ne olursa olsun kalbi
mutmain, neşesi bol, mutluluğu kalıcı insandır.
İNSANLARIN DİNİ YAŞAMADAN MUTLU OLMALARI
MÜMKÜN DEĞİLDİR
Bazıları yemek
yaparak, alışverişe çıkarak, kimisi maç seyrederek, kimisi bilgisayarla
bütünleşerek, kimisi kendisini işine vererek mutlu olmaya çalışır, ama bunlar
mutluluk değil, bunlar insanı oyalayan meşgalelerdir. Küçük mutluluklar diye
tabir edilen şeyler de; yağmurda koşmak, çıplak ayakla kumsalda yürümek gibi;
bunlar da samimi olarak yaşanılan, tatmin edici mutluluklar değildir. Gerçek
mutluluğun ne olduğunu bilmek önemlidir; gerçek anlamda mutluluk sadece Allah’a
iman etmenin getirdiği iç neşesiyle yaşanır. İnsan Allah’ı razı etmek amacıyla
yaşıyorsa, bu umutla yaşıyorsa en mutlu olan odur.
Dini yaşamayan
hiçbir insanın gerçek anlamda mutlu olabilmesi mümkün değildir. Çünkü bir
insanın mutlu olabilmesi için herşeyden önce vicdanen rahat olması şarttır.
Yani kalbine sıkıntı verecek, aklına takılacak, pişmanlık içinde yaşamasına
sebep olacak bir durum içinde bulunmaması gerekir. Kişinin eğer vicdanı temizse
o kişi mutludur. Aksinde kişi Allah’ın yarattığı fıtrata ters davrandığı için; istediği
formülü uygulasın hiçbir zaman mutlu olamaz; dünyanın neresine giderse gitsin
vicdanen duyduğu rahatsızlık da o kişi ile birlikte her yere gidecektir. Vicdanın
rahat olması ise sadece bir tek şekilde mümkündür; bu da dinin yaşanmasıdır. Çünkü
vicdan Allah'ın emrindedir ve insana sürekli olarak Allah'a iman etmeyi, dinin
hükümlerini yerine getirmeyi ve güzel ahlaklı olmayı emreder. Bu nedenle bütün
hayatı boyunca vicdanının bu emrine karşı mücadele veren dinsiz bir insanın
mutlu olabilmesi mümkün değildir. Allah insanın kalp rahatlığını ve gerçek
huzuru yalnızca Allah'a imanla elde edebileceğini bildirmiştir:
Bunlar,
iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun;
kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle
mutmain olur. (Rad Suresi, 28)
Kalpler yalnızca Allah’ı anmakla, O’nun
rızası için yaşamakla tatmin bulur. Dolayısıyla Allah’ın zikrinden yüz çeviren
insanlar için dünyada her ne yaparlarsa yapsınlar tatminsizlik söz konusudur.
Bize
hayatı bahşeden Rabbimiz insanı ancak Kendisiyle birlikte bir hayat
yaşandığında mutlu olacak şekilde yaratmıştır. Mutluluk ile Allah sevgisi ve
Allah korkusu birlikte yaratılmıştır. Bunun dışında Allah’ı unutarak yaşayan
insanlarda pek çok açıdan yanlış uygulamalar, düşünceler ve çarpık bir hayat
anlayışı ortaya çıkar.
Allah Kendisine
iman eden ve Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde yaşayan kullarına huzur ve
mutluluk vereceğini şöyle bildirmiştir:
“Erkek
olsun, kadın olsun, mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz
Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en
güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl Suresi, 97)
Mutluluğun tek
sırrı vardır, o da Allah’ı aşkla ve coşkuyla sevmek, O’na teslim olmaktır.
Allah’ı sevmeyen bir insana ya da topluma Allah hiçbir şekilde gerçek mutluluğu
tattırmaz. Her işinde Allah’a yönelmeyen bir insanın mutlu olması imkansızdır.
Allah belki o kişiye bu dünyada elde etmek istediklerini verebilir, ancak bu
durum kişiyi yanıltmamalıdır, çünkü Allah insanları denemek maksadıyla da
nimetlerini arttırmaktadır. Kişi elde ettiği nimetlerle bir tür mutluluk da
hissedebilir, ancak bu hiçbir şekilde kalbini tam anlamıyla rahatlatan bir
mutluluk değildir. Her türlü maddi imkana sahip olsa da gerçek mutluluğa karşı
özlem ve arayışı hiçbir zaman son bulmayacaktır. Diğer bir ifadeyle, ruhu
hiçbir zaman mutmain olmayacaktır. Allah bu durumu şu şekilde bildirmiştir:
Kim
de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır…
(Taha Suresi, 124)
Dünya’nın
geçiciliğini görmezden gelen insanların amaçları, kısa ve geçici olan
yaşamlarına hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanmak, yalnızca kendi istek ve arzuları
doğrultusunda tatmin bulmaya çalışmaktır. Bu nedenledir ki, Allah’ı unutarak
yaşayan insanların hayata dair yaptıkları planlar, koydukları hedefler genelde
aynıdır, hayat tarzları hep sıkıntılı, karamsar ve mutsuzdur.
Allah, Kuran’da, “Bu dünya hayatı yalnızca bir oyun ve
tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir
bilselerdi.” (Rum Suresi, 64) ayetiyle bu durumu bildirmiştir. Tutkulu
oyalanma beraberinde tatminsizliği, kıskançlığı, hasedi ve bencilliği
getirmekte, insanın her şeyi yaratan, sonsuz kudret sahibi olan Yüce Allah’ı
unutmasından dolayı mutsuzluk ve huzursuzluğa sebebiyet vermektedir.
Bir kişinin Allah’a
iman etmesi, Allah’ın imanı o kişinin kalbine yerleştirmesi ve o kişinin bütün
hayatı boyunca imanlı bir şekilde yaşaması mümin için mutluluğun kaynağıdır.
Bunun üzerine yaşadığı herşey, Allah’tan kendisine verilen ayrı birer nimet ve
mutluluk vesilesidir. Bu müminlerin yaşadığı önemli bir sırdır. Bunun dışında
kişi ne yaparsa yapsın mutlu olamaz. Ne kadar zengin olursa olsun, en güzel
manzaralı bir evde de otursa, dünyanın en lüks yerinde yaşayıp, son model
arabası da olsa, en pahalı, en kaliteli kıyafetleri de giyse yine de gerçek
anlamda mutlu olamaz.
Böyle bir aşamaya gelmiş insanların bir türlü
anlayamadıkları da, neden bir kurtuluş yolu bulamıyor olduklarıdır. Oysa ki
yaşadıkları bu derin yokluğun, acının ve kısır döngünün tek sebebi, gözlerini
gerçeklere, kalplerini de Allah sevgisine kapatmış olmalarıdır. Yoksa kurtuluş
çok kolay ve sadece bir an meselesidir. Allah bu gerçeği ayetlerde şöyle haber
vermiştir:
“...Onlar
Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır.”
(Tevbe Suresi, 67)
“Kendileri
Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi
olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir. (Haşr Suresi, 19)
Onlar Allah’ı
unuttukları için Allah da onlara böyle bir karşılık vermiştir. Allah’ın
yarattığı bir varlık, Allah’tan yüz çevirirse; ancak Allah’ın sahip olduğu ve
ancak Allah'ın kendisine verebileceği güzel duyguları, Allah’tan bağımsız
olarak yaşayabileceğini nasıl düşünebilir ki zaten? Böyle bir şey nasıl mümkün
olabilir ki?
Mutluluk ancak
Allah’a iman etmek, imandan kaynaklanan çok büyük bir sevinçle birlikte
Allah’ın emirlerini titizlikle yerine getirmekle yaşanır. Bilinmelidir ki
insanın ruhu ancak imanla tatmin bulur. Akıl ve ruh güzelliği, ruh zenginliği,
sevinç ve neşe yalnızca imanla oluşur. Allah’a tevekkül eden bir insan dünyanın
en büyük konforuna sahiptir. Tevekkül eden, her işinde Allah'a yönelip dönen
bir insanın üstünde çok büyük bir ferahlık ve mutluluk meydana gelir. Allah bir
ayetinde şöyle buyurmaktadır:
De
ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey
isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül
etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)
Allah’a inanan ve
Allah'a canı gönülden teslim olan insanlar her koşulda mutludurlar.
Unutulmamalıdır ki, Allah yarattığı kullarını çok sevmekte ve her zaman
kullarının iyiliğini istemektedir. Bizi seven, bize sürekli nimet sunan
Rabbimize yönelmek, O'nunla dost olmak hiçbir şekilde ertelenmemesi gereken çok
önemli bir güzelliktir. Allah, Kendisini dost edinen kullarına nimetlerini daha
da arttıracak, ruhlarının hoşnut olacağı mutluluğu onlara verecektir. Ne mutlu
Allah’ın taraftarlarına, ki onlar hem dünyada hem ahirette güzel bir hayatla
yaşayacaklardır. Rabbimiz bu konuyu Kuran'da şöyle müjdelemektedir:
...Allah
onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve
mutluluk' budur. (Maide Suresi, 119)
Şunu unutmamak
gerekir ki, samimi bir Müslüman Allah’ı huzur veya bereket bulmak için değil;
Allah’ın rızasını, sevgisini kazanmak için anar. Rabbimiz buna layık olduğu
için, en büyük gerçek Rabbimiz olduğu için anar. Bu güzellikler de ona
Allah’tan bir lütuf olarak gelir.
Sonsuz ve kusursuz
olan hayatın ahiret hayatı olduğunu unutmadan yaşamak ve ömür boyunca büyük bir
kararlılıkla Allah’ı aşla sevip, hep rızasını kazanmak için çaba harcamak
gerekir.
HİÇ
ÖLMEYECEKMİŞ GİBİ DEĞİL, HER AN ÖLECEKMİŞ GİBİ YAŞAMAK İNSANIN HAYATINI HUZURLU
VE MUTLU HALE GETİRİR
Ölümü düşünmek
birçoklarının kendi deyimleriyle ağızlarının tadını kaçırır, hayattan zevk
almalarını engeller. O yüzden hayatta gerçekleşmesi en kesin olan ölümü akıllarına
dahi getirmek istemezler.
Ancak bir
yakınlarının cenazesinde veya görmeye çok alışık oldukları bir sanatçının ya da
politikacının ölüm haberiyle bu konuda vicdanlarının üstünü kapatan örtü biraz
olsun açılır ve bir gün kendilerinin de öleceğini, orada bulunan kalabalığın
günün birinde kendi cenazesine katılacağını düşünürler. Ama cenazenin bitimiyle
birlikte akılları yine günlük hayatın konularıyla meşgul olmaya devam eder. Ta
ki belki de başka bir yakınlarının cenazesine kadar…
Peki gerçekten
ölümü düşünmek, hayattan zevk almayı engeller mi ya da insanın neşesini kaçırır
mı, insanda kasvetli bir ruh hali meydana getirir mi?
Bu sorunun iki
cevabı var: Eğer bir insan ruhun valığını yok sayıp, ölümden sonra ahiretin
varolduğu gerçeğini görmezden gelip ölümü bir son, bir yokoluş olarak
düşünüyorsa, o zaman evet o kişi ölümü düşündüğünde ağzının tadı kaçacaktır. O yüzden
de ölümü mümkün mertebe düşünmekten kendini uzak tutacaktır. Sanki hiç
ölmeyecekmiş, hep genç ve sağlıklı haliyle kalacakmış gibi hoyratça yaşamaya
devam edecektir. “Anı yaşa, günü yaşa” gibi sloganları da bu çarpık ve yanlış mantığın
birer ürünü olarak hayatına düstur edinecektir.
Bir insan için
ölümü düşünmek birçoklarının zannettiğinin aksine insanın hayatını daha güzel,
daha anlamlı, daha keyifli hale getirir. Nedeni; ölümü düşünen insan her anında
Allah’ın en çok razı olacağı şekilde yaşamaya gayret eder, dolayısıyla vicdanı
rahattır, ruhunda bir huzursuzluk yaşamaz, vicdan azabı çekmez, o yüzden
Allah’ın kendisine yaşattığı bütün nimetlerden en güzel şekilde zevk alır,
bütün nimetlerin kıymetini bilir. Bu nimetleri yaşarken de bu nimetlerin
asıllarının cennette olacağını bildiği ve ölümden sonra sonsuz cennetini
Allah’tan umduğu için onun heyecanını ve şevkini yaşar.
Ölümü hatırlamak,
ölümü düşünmek çok büyük bir nimettir. Tabii ki aklını kullanan, nefsine değil
vicdanına uyan, samimi ve dürüst iman edenler için…