İnsan,
endişe etse de üzülse de kaderinde yaşayacakları bellidir. Ve daha da güzeli,
bu kader dahilinde Rabbimiz her şeyi hayır ile yaratmıştır. Tüm güzelliklerin
ve nimetlerin Sahibi, sonsuz güzel olan Rabbimiz'in ayetinde bildirdiği gibi "...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey,
sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir.
Allah bilir de siz bilmezsiniz". (Bakara Suresi, 216) Nasıl bir
durumun kişi için hayırlı olduğunu yalnız Allah bilir. Dolayısıyla insanın
yapması gereken kendisi için zaten hayırla yaratılmış olan bir olay için
üzülmek, onun sonuçlarını uzun uzun düşünmek yerine, Rabbimiz'e tevekkül edip
bunun mutlak güzel bir sonuç ile sonuçlanacağına inanmaktır. Tüm yaratılanlar
Yüce Allah'a aittir ve kuşkusuz Rabbimiz bunların sonucunu bilir. Allah'ın her
şeyi en kusursuz şekilde hayırla yarattığına iman etmek ve buna kalpten
inanarak yaşamak, Allah'ın dilemesiyle, dünyada da ahirette de insana en büyük
kazancı sağlayacaktır. Kuşkusuz doğrusunu Allah bilir.
Kuran’da
Hz. Yakup’un üzüntüsünden bahsedilmektedir. Hz. Yakup karşılaştığı olayların
hepsinin Allah tarafından yaratıldığını bilmesine rağmen, Hz. Yusuf ve kardeşi
konusunda üzülmekten geri duramamaktadır. Bu da onun bir imtihanıdır. Ayetlerde
bildirildiğine göre, Hz. Yusuf'a olan kahrından dolayı gözleri ağarır, yani kör
olur. Oğulları ise üzüntüsünden dolayı hasta olabileceğini ya da "helake
uğrayabileceğini" söyleyerek kendisini uyarırlar:
Ve
onlardan yüz(ünü) çevirdi ve: "Ey Yusuf'a karşı (artan dayanılmaz)
kahrım" dedi ve GÖZLERİ ÜZÜNTÜSÜNDEN (AĞARDIKÇA) AĞARDI. Kİ YUTKUNDUKÇA
YUTKUNUYORDU. "Allah adına, hayret" dediler. "Hala Yusuf'u anıp
durmaktasın. SONUNDA (YA KAHRINDAN) HASTALANACAKSIN YA DA HELAKE UĞRAYANLARDAN
OLACAKSIN." Dedi ki: "Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca
Allah'a şikayet ediyorum. Ben Allah'tan (bir bilgi olarak) sizin bilmediğinizi
de biliyorum." (Yusuf Suresi, 84-86)
Bu ayette
de üzüntünün ciddi hastalıklara sebep olabileceğine de işaret edilmektedir. Nitekim
Allah, Kuran'ın pek çok ayetinde "üzülmeyin", "hüzne
kapılmayın" demektedir. Bu hükme uyulmadığında, negatif etkileri hemen
görülür. Üzüntünün psikolojik etkileri dışında, fiziksel olarak da çok olumsuz
etkileri vardır.
ÜZÜNTÜNÜN İNSANA YAPTIĞI BAZI TAHRİBATLAR
Üzüntü
insanı, fiziksel olarak da, manen de sadece tahrip eder. İnsanı din ahlakından
uzaklaştırır.
Üzüntü insanın
aklını kapatır, doğru düşünmesini, olaylara gerçekçi yaklaşmasını, çözüm
yollarını görebilmesini tamamen engeller.
Kişinin
bütün gücünü çekip alır. Böyle bir insan, fiziksel olarak da, manevi olarak da
çok zayıf düşer. Mücadele edecek, çaba harcayacak gücü neredeyse hiç kalmaz.
Üzüntü,
insanı hızla yaşlandırır.
Üzülme
şirktir. Allah’ın yarattığı kaderi beğenmemektir. Beğenilmediğinde insan
kendine saldırmaya başlar ve kendi kendini yıkar ve berbat eder.
Üzülmek insanı
hasta eder. Böyle bir kimse, ardı ardınca sürekli olarak yepyeni hastalıklarla
karşılaşır. Vücut direncini kaybeder, bünyesi her türlü rahatsızlığa çok daha
açık hale gelir.
Daimi
olarak mutsuzdur. Güzellikler, iyilikler onu mutlu etmeye yetmez. Çevresindeki
nimetleri göremez.
Üzüntüyü
sevmeye başlar. Sürekli olarak acılarını, sıkıntılarını düşünüp daha da çok
üzülmek ister.
Üzüntüden
kurtulma, üzüntüyle mücadele etme azmini kaybeder. Her fırsatta kendini
üzüntüye bırakmayı bir hayat şekli haline getirir.
Yalnızlığı
sevmeye başlar. Yalnız kalıp, üzüntülerini düşünmek, kafasında kurduğu
senaryolara hüzünlenmek, geleceğe yönelik ümitsiz beklentilere kapılmak,
ağlamak, ona çevresindeki pek çok nimetten daha çekici gelir.
Yaşama
sevincini ve yaşama azmini kaybeder. Din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda
insanların büyük bir bölümü olumlu olarak değerlendirdikleri olaylarla mutlu
olurken, olumsuz ya da ters gidiyor gibi görünen olaylarla birlikte de hüzne
kapılırlar. Oysa iman eden insanlar için böyle bir sıkıntı asla söz konusu
değildir. Çünkü Rabbimiz, Kuran'da olumsuz gibi görünse de her olayı salih
kullarının hayrına yarattığını müjdelemiş, onlar için hiçbir zaman hüzün ve
sıkıntı olmayacağını haber vermiştir.
MAL
KAYBINDAN DOLAYI ÜZÜLMEMEK
Cahiliye insanlarının
mala ve zenginliğe düşkün olmaları, hayatları boyunca sahip olduklarını
kaybetme korkusunu da beraberinde getirir. Bu çarpık mantığa ve anlayışa sahip
olan insanlar, malları bir sebepten dolayı ellerinden alınırsa tamamen
umutsuzluğa düşerler ve Allah'a karşı isyankar bir tavır gösterirler.
Mallarının eksilmesinin aslında bir deneme olduğundan tamamen gaflette
oldukları için, büyük bir zarara uğramanın üzüntüsünü yaşarlar. Oysa Allah
Kuran'da, iman eden kullarına ellerinden çıkanlar için üzüntü duymamalarını ve
kendilerine verdiği nimetler dolayısıyla da sevinip şımarmamalarını
emretmiştir:
Öyle
ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri
dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.
(Hadid Suresi, 23)
Allah,
ayetlerinde insanları itidalli olmaya ve güzel ahlaka çağırmaktadır. Bir
insanın mal ve mülkü arttığında şımarması, eksildiğinde ise ümitsizliğe
kapılması Allah'a karşı nankörlük olur. Fakat olayları kendi çarpık anlayışlarına
göre değerlendiren cahiliye toplumu insanları mal kaybında duyulan üzüntüyü
doğal karşılarlar. Örneğin, insanın hayatı boyunca çalışıp sahip olduğu serveti
bir doğal afet nedeniyle birkaç saniyede elinden alınabilir. Ya da uzun süre
para biriktirip aldığı güzel bir ev, kısa süren bir yangından dolayı
kullanılamayacak hale gelebilir. Dünya hayatının bir deneme mekanı olduğunun ve
böyle bir olay ile de imtihan edildiğinin bilincinde yaşamayan insan, malı bir
anda elinden alındığında neye uğradığını şaşırır; olumsuz ve isyankar bir yapı
gösterir.
Dinden uzak
insanlar mal kaybını bu bozuk bakış açısıyla değerlendirdikleri için, bu olayın
hayırlı ve iyi bir yönü olamayacağını düşünürler. Nitekim bu bakış açıları ve
Allah'a karşı gösterdikleri tevekkülsüzlük nedeniyle, gerçekten de bu olay
kendi aleyhlerinde olur. Samimi bir müslümanın yıllar boyunca çalışarak sahip
olduğu tüm mallar elinden gitse bile, bunda bir hayır ve hikmet arar. Hayır
gözüyle bakan insanlar için durum tamamen farklıdır. Mülklerini yitirmelerinin
o anda bilmedikleri pek çok hikmetleri ve hayırları bulunmaktadır. Belki de
Allah, bu vesile ile zenginlikten şımarmış ve büyüklük hissi duyarak dünya
hayatının geçici heveslerine kapılmış olan kullarına bir hatırlatma
yapmaktadır. Onlara, bütün gücün Kendisi'ne ait olduğunu ve sadece Kendisi'ne
rağbet etmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır. Veya o zor anda sabreden,
tevekkül eden kullarına dünyada ve ahirette daha güzeliyle karşılık vererek
onlar için bilmedikleri hayırlı bir gelecek belirlemiş olabilir. Dünya
hayatının geçici ve zahiri menfaatleri yerine sonsuz olan ahiret hayatındaki
sayısız nimetleri onlara verebilir; ki dünyanın geçici nimetleri ile ahiretin
sonsuz nimetleri arasında bir kıyas yapıldığında sonsuz ahiret nimetlerinin daha
hayırlı olduğu son derece açıktır.
Bu tarz
olayların dünyaya yönelik de pek çok hayrı bulunabilir. Örneğin, bir insan yeni
satın aldığı arabasıyla kaza geçirse ve araba ağır hasar görse bile bunda
muhakkak bir hayır vardır. Allah, belki de bu insanı daha büyük bir kazadan ya
da başına gelebilecek kötü bir olaydan korumuştur. Vicdanlı bir insan başına
gelen bu olayı bir uyarı, bir hatırlatma olarak algılayıp bağışlanma diler ve
Allah'ın yarattığı kadere kayıtsız şartsız teslimiyet gösterir.
İnsan, yaşamında nelerle karşılaşacağını hiç
bilemez. Kimi zaman en genç döneminde hiç beklemediği bir hastalığa
yakalanabilir ya da bir kaza geçirerek ömür boyu yatağa bağlı kalacağı bir
durum oluşabilir. Bütün mülkünü kaybedebilir veya olaylar hiç tahmin etmediği
bir şekilde gelişebilir. Bu tip bir durumda Allah'a imanı zayıf olan insanlar
ümitsizliğe düşer ve durumlarına isyan ederler. Allah'ın kendilerine verdiği
bütün nimetleri bir anda unutur ve Allah'a olan sevgilerini ve güvenlerini bir
anda yitirebilirler.
İşte gerçek
Müslümanların farkı bu noktada ortaya çıkar. Çünkü Müslümanlar Allah'a şartsız
olarak iman ederler. Allah'a olan sevgi ve güvenleri başlarına gelen olaylara
göre değişmez. Allah'ın herşeyde bir güzellik ve hayır yarattığını bilir ve
başlarına gelen, beklenmeyen olaylar karşısında sadece sabrederek, tevekkül
ederler. Allah'ın aklına, merhametine, adaletine güvenleri tam ve kesindir. Bu
nedenle ellerinden giden her ne olursa olsun, bunu bir kayıp olarak görmez ve
bunun üzüntüsünü yaşamazlar.
İnsan dünya
hayatında ne kaybederse kaybetsin, bu kaybı ahiretteki kayıpla bir olmaz.
Ahiretteki kayıplar, insanın sonsuza kadar dayanılmaz bir azap içinde kalması
demektir. Ahireti düşünerek yaşayan bir insan için dünya hayatındaki olayların
her biri ahirete yönelik bir hayır ve güzelliktir. Böyle bir olay yaşayan insan
aczini ve muhtaçlığını daha da iyi anlayarak, Allah'a dua ve tefekkürle daha
çok yönelecek ve yakınlaşacaktır. Bu da insanın ahireti için çok önemli bir
hayır ve güzellik demektir. Ayrıca böyle bir olaya tevekkül edip sabır
göstererek Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış olacaktır. Allah'ın hoşnutluğu ise
herşeyin üzerindedir.
GEÇMİŞTEKİ
YAPILANLARDAN DOLAYI ÜZÜLMEMEK
Allah'ın
sonsuz adaletini ve Rabbimiz'in kaderi en mükemmel şekilde yarattığını
düşünmeyen insanlar, olayların özel hikmetlerle yaratıldığını gözardı
etmelerinin sıkıntısını yaşarlar. Çevrelerinde olup biten olayların ya da
insanların davranışlarının hayırlarını görmek yerine, bunlar üzerinde saatlerce
karamsarlığa kapılarak düşünür, çok sıradan gündelik konuları büyütebilir ve
bundan dolayı da ciddi şekilde üzüntüye kapılırlar. Örneğin pek çok insanın en
çok üzüldüğü konulardan birisi geçmişe yönelik konulardır. Uzun uzun geçmişte
yaptıkları hataları düşünüp, nasıl o hatalara düştüklerine üzülürler. Tekrar
tekrar olayları hatırlayıp anlatır, üzüntü veren pişmanlıklar yaşarlar. Oysa
insan için, geçmişinin bir üzüntü konusu olmaması gerekir. Çünkü Allah her
olayı kaderde mutlaka hayırlarla ve hikmetlerle yaratmıştır. İnsan elbetteki
geçmişteki hatalarından pişmanlık duyacak, bunları tekrarlamamak ve telafi
etmek için çaba harcayacaktır. Ama bunların hiçbirisinin hiçbir zaman için bir
üzüntü konusu olmaması gerekir. Müminin yaptığı yanlış şeylerden dolayı duyduğu
pişmanlık mutsuzluk veren bir pişmanlık değil, aksine ümit veren, Allah'a
yönelmeye sebep olan bir pişmanlıktır. Pişmanlık demek bir daha yapmamaya
kararlı olup azmetmektir.
Müminin hayatında
bu ahlakı en güzel örnekleriyle görmek mümkündür. İster 30 yıl, isterse 30
saniye öncesi olsun, mümin yaptığı hatalar, yanlışlar dolayısıyla hüzne
kapılmaz. Yaptığı hataların hayır ve hikmetlerini düşünüp, onlardan ders alır. "Aksilik",
"terslik", "keşke" gibi kelimeleri ancak ders almak, ibret
çıkarmak amacıyla kullanır. Yani, "bu olay hikmetli ve hayırlı, fakat bir
dahaki seferde aynı hatayı yapmayayım, şu an öğrendiğim şekilde doğrusunu
yapayım" şeklinde bir bakış açısı içinde olur. Allah'tan bağışlanma diler,
hatasının kendisini Allah'a daha da yakınlaştırması için dua eder. Kişi tekrar
aynı zorlukla karşılaşırsa veya aynı hataya düşerse, yine hayır ve hikmetle
yaratıldığını aklından asla çıkarmamalı ve "bir dahaki sefere doğrusunu
yapayım" diye niyet etmelidir. Hatta aynı olay defalarca tekrarlansa, yine
mümin için bunun hayır olduğunu bilmelidir; çünkü bu, Allah’ın kanunudur ve
Allah'ın kanunu asla bozulmaz.
ZORLUK
ANINDA ÜZÜLMEMEK
“Artık ne yapacağımı bilemiyorum, nasıl olur
böyle bir şey, imkanı yok düzelmez”...
Bunlar birçok insanın çok sık kullandığı ve
çevresindekilerden de duyduğu sözlerdir. Umutsuzluk ifade eden ve hemen
arkasından üzüntüyü getiren bu ifadeler aslında bu insan karakterini de bize
tanıtır.
Her insanın hayatında zor anlar olarak nitelendirebilecek
zamanlar vardır. Kuran ahlakından uzak yaşayan insanların çoğu bu zor anları
huzursuzluk, üzüntü ve sıkıntı duyguları içerisinde geçirirler. Böyle
ortamlarda sinirlilik, gerginlik, tartışmacılık yoğun bir şekilde
sergiledikleri tavırlardır. Böyle tepkilerin olmasının tek nedeni ise bu
kişilerin dinin getirdiği güzel ahlaktan uzak kişiler olmalarıdır. Allah'a ve
O'nun yaratmış olduğu kaderin kusursuzluğuna iman etmedikleri için,
karşılaştıkları olayların, çektikleri zorlukların arkasında bir hikmet ve hayır
göremezler. Nitekim iman etmedikleri için zaten dünyada geçirdikleri her an
kendi aleyhlerine işlemektedir. Onlar da bunun sıkıntısı ve gerginliği içinde
yaşamlarını sürdürürler.
Müminler
ise, Allah'ın dünya hayatında kendileri için yarattığı zorlukların birer
imtihan olduğunu bilirler. Bu denemelerin, salih müslümanlar ile
"kalplerinde hastalık bulunan" ve samimi olarak iman etmeyen
kişilerin ayrılması için özel olarak yaratıldığının farkındadırlar. Çünkü Allah
müslümanları mutlaka deneyeceğini ve doğru olanlarla olmayanları birbirinden
ayırt edeceğini Kuran'da vaat etmiştir:
Yoksa
siz, Allah, içinizden CEHD EDENLERİ (ÇABA HARCAYANLARI) BELİRTİP-AYIRDETMEDEN
VE SABREDENLERİ DE BELİRTİP-AYIRDETMEDEN cennete gireceğinizi mi sandınız?
(Al-i İmran Suresi, 142)
Allah,
MURDAR OLANI, TEMİZ OLANDAN AYIRDEDİNCEYE KADAR mü'minleri, sizin kendisi
üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir… (Al-i İmran Suresi, 179)
Andolsun,
Biz sizden mücahid olanlarla SABREDENLERİ BİLİNCEYE (BELLİ EDİP ORTAYA
ÇIKARINCAYA) KADAR, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız (açıklayacağız).
(Muhammed Suresi, 31)
"Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de
benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri Biz onları insanlar arasında
devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın İMAN EDENLERİ BELİRTİP-AYIRMASI ve sizden
şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez"
(Al-i İmran Suresi, 140)
Bu konuyla
ilgili olarak Kuran'da, Peygamberimiz döneminde yaşanan şöyle bir olay örnek
verilmiştir:
İki
topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah'ın izniyle
idi. (Bu, Allah'ın) MÜ'MİNLERİ AYIRDETMESİ; MÜNAFIKLIK YAPANLARI DA BELİRTMESİ
İÇİNDİ… (Al-i İmran Suresi, 166-167)
Yukarıdaki
ayetler aslında şu ana kadar söz ettiğimiz konuyu açıklamaktadır. Peygamberimiz
döneminde müslümanlar zorlu ortamlarla karşılaşmış, zahiren birtakım sıkıntılar
çekmişlerdir. Zahiren müminler zorlu bir mücadele içinde gibi gözükmektedirler.
Ancak ayetlerde bildirildiği gibi bu olay da Allah'ın izniyle gerçekleşmiş ve
müminlere zarar vermeye çalışan münafıkların ortaya çıkmasına vesile olmuştur.
Yani sonucu, müminler için –her zaman olduğu gibi- hayra dönmüştür.
Müminler,
bu ayetlerde bildirilen gerçekleri bildikleri için kötü gibi görünen bir olayı
ya da zorluk anını, samimiyetlerini, Rablerine olan bağlılıklarını ve
tevekküllerini göstermek için güzel bir fırsat olarak değerlendirirler. Dünyada
hem zorluklarla hem de nimetlerle denendiklerini asla akıllarından çıkarmazlar.
Bu güzel ahlaklarının ve teslimiyetlerinin bir sonucu olarak Allah kötü gibi
görünen olayları ve zorlukları salih kullarının lehine çevirir. Allah,
Kuran'da, şer gibi görünen olaylarda dahi bir hayır olduğunu insanlara şöyle
haber verir:
"…belki,
bir şey hoşunuza gitmez, ama Allah onda çok hayır kılar." (Nisa Suresi,
19)
"…Olur
ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey
de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi,
216)
Müminler bu
sırrı bildikleri için, karşılaştıkları her olayda hayır ve güzellik ararlar.
Aksilik, zorluk veya eksiklik gibi görünen hiçbir olay onları üzmez, sıkmaz,
telaşlandırmaz. Bu halleri büyük küçük her olayda süreklidir. Bir mümin gün
içerisinde bazı olaylara üzülebilir, tedirginlik hissedebilir. Ancak bu üzüntü
ve tedirginliğin sebebi, karşısına çıkan olayın kaderde olduğunu, Allah
tarafından yaratıldığını unutmuş olmasıdır. Ona, "bu olayı Allah hayırla
yarattı" dense eğer o anda gafil değilse hemen açılır ve rahatlar. Bu
yüzden müslüman an an her olayın kaderde olduğunu daima hatırlamalı ve
hatırlatmalıdır. Allah’ın sonsuz evvelden hazırladığı olaya saygı gösterip,
Allah’a tevekkül edip, hayır ve hikmetle meydana gelen olayın güzelliklerini,
hikmetlerini anlamaya çalışmalıdır. Dileyen insan için, Allah'ın dilemesi
dışında, bu gerçeği anlayamama diye bir şey yoktur. Belki bu olaydaki sayısız
hayır ve hikmetin tamamını tespit edememe olabilir; ama eğer bir olay
gerçekleşmişse bilinmelidir ki o zaten müslüman için Allah’ın yarattığı hayır
ve hikmetle birlikte gerçekleşmiştir. Bir ayette Peygamberimizin yanındaki
kişiye söylediği söz şöyle bildirilir:
Siz
O'na (Peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler
ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında
arkadaşına şöyle diyordu: "HÜZNE KAPILMA, ELBETTE ALLAH BİZİMLE
BERABERDİR."… (Tevbe Suresi, 40)
Ayette görüldüğü gibi Peygamberimiz en zorlu görünen bir
ortamda bile arkadaşına hüzne kapılmamayı tavsiye etmiştir. Müminler için en
güzel örnek Peygamber ahlakı olduğu için, onlar da zor ortamlarda bu güzel
tavrı uygularlar.
Çeşitli
peygamber kıssalarını Rabbimiz bizlere düşünüp örnek almamız için bildirir.
Örneğin Hz. Musa, Firavun’un askerleri tarafından takip edilirken deniz ile
Firavun’un askerleri arasında kalmıştır. Zahiren hiç bir çıkış yok gibi görünen
bu durumda Hz. Musa’nın yanındaki kişilerin sözleri Kuran’da şöyle bildirilir:
"Gerçekten
yakalandık" dediler. (Musa:) "Hayır" dedi. "ŞÜPHESİZ
RABBİM, BENİMLE BERABERDİR; bana yol gösterecektir." Bunun üzerine
Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemen
yarıldı da her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. (Şuara Suresi, 61-63)
Ayetteki
durumu gözümüzde canlandırmaya çalışırsak ne kadar zorlu bir deneme olduğunu
daha iyi anlarız. İmanın gereği olarak Allah’ın onları kurtaracağını ummak ve
Hz. Musa’ya destek vermek yerine, yanındaki kişiler ‘eyvah yakalandık’ demektedirler.
Hz. Musa ise tek başına güçlü imanının bir yansıması olarak hemen ‘Hayır,
Rabbim benimledir’ diyor. Bu her Müslümanın örnek alması gereken üstün bir
tavırdır.
İnsan
dünyada hangi olayla karşılaşırsa karşılaşsın, o olay geçer biter. Her insan
hayatındaki en zorlu veya en tehlikeli günü düşünse, bunun zihninde sadece bir
anı olarak kalmış ve bitmiş bir hayal olduğunu görecektir. İnsanlar izledikleri
film sahnelerini de aynı şekilde hatırlarlar. Dolayısıyla, insan için en önemli
veya en "sarsıcı" gün dahi bir gün gelecek ve izlenen bir film karesi
gibi bir anı, bir hayal olarak akılda kalacaktır. Ancak bu anıdan geriye tek
birşey kalır ve o sonsuza kadar devam eder: O da, bu kişinin o zor anda
gösterdiği tavır ve Allah'ın o kişiden hoşnut olup olmamasıdır. İnsan
yaşadıklarından değil, yaşadıkları sırasında gösterdiği tavır, düşünce ve
samimiyetinden sorgulanacaktır. Dolayısıyla, her olayda Allah'ın yarattığı
hayır ve hikmetleri görmeye çalışmak ve ona göre bir tavır içinde olmak,
müminlere dünyada ve ahirette büyük bir kazanç sağlar. Bu sırrı bilen müminler
için dünyada ve ahirette korku ve hüzün olmaz. Hiçbir insan, hiçbir güç ve
hiçbir olay müminlere korku, mutsuzluk, ümitsizlik gibi olumsuz haller vermez.
Allah bu sırrı da Kuran'da şöyle bildirir:
Dedi
ki: "Oradan tümünüz inin. Bundan sonra size benden bir hidayet geldiğinde,
kim benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun
olmayacaklardır." (Bakara Suresi, 38)
Haberiniz
olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.
Onlar iman edenler ve (Allah'tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve
ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük
'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Yunus Suresi, 62-64)
ÖLEN
BİR KİMSENİN ARDINDAN ÜZÜLMEK DOĞRU DEĞİLDİR
Allah her
insan için belirli bir ömür süresi belirlemiştir ve hiç kimsenin bu vaktin
önüne geçmesi mümkün değildir. Bu konuda takdir Allah'ın olduğu için böyle bir
durumla karşılaşıldığında mümine düşen en güzel tavır, Allah'ın yarattığı
kadere razı olmak ve bu olaya tevekkül ve teslimiyetle yaklaşmaktır. Aksinde
gösterilen tevekkülsüz bir tavır Allah'ın yarattığı kadere karşı bir isyan
anlamına gelir ki bu, bir müminin asla yanaşmayacağı bir tavırdır.
Her şeyi
Allah yaratır; imkansız gibi görünen herhangi bir şeyi Allah imkanlı kılar;
minicik bir hücreden, eli, kolu bacağı olan, düşünme yeteneği bulunan, eğlence
anlayışı, algıları, zevkleri, hisleri, davranış biçimleri, kişilik özellikleri
olan insanları, canlıları Allah yaratır. Cansız bir hücreyi, canlı hale Allah
getirir. Hücrelere, kaslara, sinirlere yaşam emrini Allah verir. Allah ‘Hay’
sıfatıyla tecelli etmedikten sonra bir beden asla can bulamaz. Hayat bulup
yaşayamaz. İsterse eksiksiz tüm fonksiyonlarıyla bir arada bulunsun. Sadece
öylece serili durur. Allah bu ruha “bedenden çekil” emri verdiği anda o her gün
yürüyen, koşan, gülüp oynayan, sevinç hissi duyan, konuşup okuduğu kitabı
başkalarına anlatan, merdivenlerden üçer beşer adımla inip çıkan capcanlı beden
olduğu yerde yığılır kalır. Ne günde 5 saat çalıştırdığı güçlü kasları, ne her
gün antreman yaptırdığı o iri bedeni, ne daha sağlıklı olsun diye vitaminlerle
beslediği iskelet sistemi o ölü bedeni yerden kaldıracak gücü yani ruhu geri
getiremez. Beyin bir et parçası olarak orada cansız şekilde kalır. Kalbin tüm
enerjisi bir anda geri alınır. Kalp atamaz, durur. Tüm uzuvları birer et ve
kemik yığınına dönüşür. Ruh olmadıktan sonra, Allah ruhundan üfürmedikçe
kitlevi bir beden olarak, cansız bir şekilde sadece ceset olarak kalır. Hayatı
veren Allah’tır, hayatı alan da yine Allah’tır.
Şu ana
kadar gelmiş gelmiş tüm insanlar bir araya gelse, tüm bilgilerini, imkanlarını
birleştirip ittifak etseler, yine de ölüme çare bulamazlar. Çünkü kontrol
yalnızca Alemlerin Rabbi olan Allah’ındır. Allah kaderde kısa süreli, dünya
denen mekandaki eğitim sistemini takdir etmiştir. Her gelen de bu süreçten
geçecektir.
Dinden uzak
insanlar için dünya hayatı tek yaşamları, sahip olabilecekleri tek ömürdür.
Ölüm ile birlikte bu imkan tamamen kaybolmakta ve çarpık anlayışlarına göre
ölen kişinin arkasından geriye sadece üzüntü kalmaktadır. Özellikle de çok
sevdiği bir yakını vefat eden bir insan iç dünyasında muhakkak büyük bir üzüntü
ve sıkıntı yaşar. Hatta yakınının genç yaşta ve ani bir şekilde ölmesi
durumunda Allah'a ve kadere karşı isyana kadar varan davranışlar birbiri
ardınca gelir.
Oysa dinden
uzak olan bu insanlar çok önemli gerçekleri unutmaktadırlar: Öncelikle
yeryüzündeki insanların hiçbiri kendi istekleriyle dünyaya gelmemişlerdir.
İnsanların hiçbiri kendi iradeleriyle yaşam sahibi olmamışlardır. Tüm
insanların yaşamı Allah'a aittir; herkes Allah’ın takdir ettiği zamanda ve
O'nun dilemesiyle hayat bulmuştur. O halde göklerin, yerin ve bu ikisi
arasındaki canlı cansız her varlığın sahibi olan Allah, dilediği kişinin canını
dilediği şekilde ve dilediği zamanda alacaktır. Allah'ın kaderde belirlemiş
olduğu bu zamanı kimsenin ertelemeye veya öne almaya gücü yetmez. Bu gerçek
Kuran'da şöyle bildirilir:
Allah'ın
izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, SÜRESİ BELİRTİLMİŞ BİR
YAZIDIR. Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret
sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında
ödüllendireceğiz. (Al-i İmran Suresi,
145)
Bazı insanlar
ölen kimselerin ardından ağlamayı teşvik eder. Örneğin ölen çocuk için annenin
bağırması, dövünmesi, bayılması, kendini yerlere atması heyecan unsurudur. Bunu
seyretmekten heyecan duyanlarda vardır. Ağlamaya teşvik olduğunda duygusal bir
kısım insanlar adeta etkilenmektedir. Yani kötü yönde heyecan duyulmuş
olunmaktadır. Bu doğru değildir ve insanın bunu kendine yakıştırmaması gerekir.
Halbuki bunun toplum tarafından beğenilmediği ve bunun yanlış olduğunun
aktarılması insanların bu duyguya girmesine engel olabilir. Ölen kişinin Allah’ın
yanına gittiğini bilir ve gönlü çok rahat olur. Çünkü canı Allah verir ve Allah
alır. İnsanın ruhunu ve bedenini yaratan Allah’tır. Allah dünyaya getirdiğinde
bize sormadığına göre götürdüğünde de bize sormaz. Ölen kişiye sahip çıkıp
ağlamak çok yanlış olur. Kendine ait hiçbir şey olmadığı halde Allah‘ın
yarattığı hayra ve hikmete böyle şer gözüyle bakılması çok yanlıştır. Allah
insanın canını alıyorsa onda bir hayır vardır. İnsanın üzüntüden ağlaması, ben
Allah‘ın yaptığından çok rahatsız oldum, bu beni şiddetli şekilde olumsuz yönde
etkiledi anlamına gelir.
Üzüntüden
ağlamak hem tevekkülsüzlük hemde insanı küfre sokar. Üzülmek haramdır.
Üzüntüden ağlamak demek Allah’a isyan etmek, Allah’ın yaptığını beğenmemek,
Allah’ı adaletsiz görmek anlamına gelir. Allah’ı seven, Allah’ın verdiği canı
Allah aldığında sevinç duyar. Bu durumu hayır ve güzellikle görür.
Eğer ölen
kişi mümin ise, ölüm ile birlikte Allah'ın hoşnutluğuna ve cennetine kavuşacak
ve dünyayla kıyaslanmayacak kadar büyük nimetler içerisinde güzel bir hayat
yaşayacaktır. Bu durumda onun için değil üzülmek, aksine böyle şerefli bir
sonuca ulaşabildiği için sevinmek gerekir. Eğer ölen kişi dünyadaki hayatını
Allah'ın rızasını kazanmak için geçirmemişse bu durumda da cehennemle
karşılaşacaktır. Ancak bu da yine Allah'ın adaletinin bir gereği ve Allah'ın
takdiri olduğu için yine üzülecek bir konu yoktur. Çünkü bu kişi kendisine bu
son hatırlatıldığı halde bile bile inkar yolunu seçmiştir. İnsan vefat
ettiğinde ya cennete ya da cehenneme gider. Her ikisinde de hayır vardır.
İnsanın
ölümle birlikte sevdiği bir insandan uzak kaldığı için üzülmesi yersizdir. Zira
unutulmamalıdır ki eğer o kişi de Allah'ın rızasını kazanmak için ciddi bir
çaba gösterirse sonsuz cennet hayatında sevdiği insanla sonsuz bir beraberliği
elde etmesi söz konusudur. Dolayısıyla bir mümin bir başka müminin ölümünün
ardından onun cennete kavuşmuş olmasını umduğu için hiçbir şekilde üzüntüye
kapılmaz. Kuran'da müminlerin, ölümün ardından cennete kavuşmayı ummalarından
dolayı sevinip müjdeleşmeleri tavsiye edilmiştir:
Hiç
şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere-
canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar,
öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun
üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan
kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte
'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)
Her ölen çocuk cennette vildan
olarak diriltilir. Bu durumda ölen çocuk içinde üzülmek boşunadır. Zaten çocuk
yaratıldığında Allah tarafından cennetten dünyaya kısa süreliğine getirilmiş
küçük bir vildan olarak göstertilip geri alınır. Çocuğu kendisinin yarattığını,
ruhunu kendisinin verdiğini, kendisine ait birşey yok oldu zannedip ağlamak çok
yanlıştır. Halbuki Allah dünyada insan şeklinde tecelli eder ve Allah’ın
tecellisi geri gider. Ve Allah cennette yeniden tecelli etmeye devam eder. Allah
Kuran’da ölümlerin imtihan olduğunu şöyle bildirir:
ANDOLSUN,
BİZ SİZİ BİRAZ KORKU, AÇLIK VE BİR PARÇA MALLARDAN, CANLARDAN VE ÜRÜNLERDEN
EKSİLTMEKLE İMTİHAN EDECEĞİZ. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet
isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na
dönücüleriz." Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir
ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 155-157)
İnsan
ölümden uzaklaşmak için ne kadar tedbir alırsa alsın; kendince ne kadar
güvenlikli yerlere sığınırsa sığınsın ölümden kaçamaz. Hiç beklemediği bir
şekilde bu dünyadan ayrılabilir. Aynı şekilde bir yakınının ölmemesi için ne
kadar uğraşsa da, hatta tüm dünyanın imkanlarını seferber etse de bu isteğini -Allah
dilemedikçe- gerçekleştiremez. Bir ayette ölümün her yerde insanı bulacağı şu
şekilde ifade edilmiştir:
Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur;
yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile… (Nisa Suresi, 78)
Bu yüzden
insanın yapması gereken ölümden kaçmaya veya yakınlarını kaçırmaya çalışmak
değil, aksine ölümden sonrası için hazırlık yapmak ve sevdiği insanların da
ahiretleri için hazırlık yapmalarına vesile olmaktır.
Peygamber Efendimiz (sav) şunları
buyurmuştur:
"Ölüm
ve benzeri sıkıntılar anında yaka paça yırtan, yanaklarını döven ve cahilce
bağırıp çağıranlar bizden değildir." (Buhari, İbn-i Mace)
"Allah’ın
aldığı ve verdiği her şey Allah’a aittir. Her şey Allah katında
belirlenmiş bir müddet, bir ömür iledir. Binaenaleyh ey kızım, sabret ve bu
sabrın Allah yanında sevabı olduğunu hatırla." (Buhari, Müslim, Ebu Davud,
Nesai, İbn-i Mace, Ahmed b. Hanbel)
İNSANIN, ÇEVRESİNDEKİ BİR KİMSENİN İMAN
ETMEMESİNDEN DOLAYI HÜZNE KAPILMASI DOĞRU DEĞİLDİR
Allah'ın ve
ahiretin varlığına kesin bir bilgiyle iman eden bir insan, çevresindeki
insanların da kendisi gibi doğruyu görmesini ve insan fıtratına en uygun yaşam
şekli olan Kuran ahlakını yaşamasını ister. Aksinde karşısındaki kimsenin
sonsuz bir cehennem azabıyla karşılaşacağını bilmekten dolayı bu kimsenin iman
etmesi için elinden gelen tüm çabayı harcar. Ancak unutulmamalıdır ki insan
dini anlatmakla ve insanları doğru olana çağırmakla sorumludur fakat bu
kimselerin imanı kabul edip etmemelerinden sorumlu değildir. Hidayeti
verebilecek tek güç Allah'tır. Bir insan gece gündüz dini anlatsa, en çarpıcı
anlatımları yapsa, en etkileyici örnekleri de verse, eğer Allah bu kişi için
hidayet dilememişse anlatılanların hiçbiri karşı taraf üzerinde etkili olmaz. Eğer
Allah dilerse de istediği kişiye istediği anda hidayet verebilir. Takdir
Allah'a aittir ve Allah hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Allah'ın belirlediği
kader, verdiği karar insanlar için en hayırlı olandır. İşte bu nedenle
gösterilen tüm çabaya rağmen çevresindeki bir kimsenin iman etmemesi, mümin
için hiçbir zaman için bir üzüntü vesilesi olamaz. Allah'ın takdirine teslim
olmanın Kuran'a göre gösterilebilecek en güzel tavır olduğunu bilir ve tevekkül
eder.
Gerçek
şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete
erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir. (Kasas Suresi, 56)
ÜZÜNTÜYE
DELİL ARAMAYIN
Allah'ın
rızasına uygun yaşam şeklini ve Kur'an ahlakını benimsemeyen insanlar, üzülmek
ve mutsuz olmak için yüzlerce hatta binlerce sebep bulabilirler. İnsan, ancak
samimi olarak Allah'ın rızasına uygun bir hayat yaşayıp, Allah'a ihlasla kulluk
ederse, Allah'ın emir ve isteklerini titizlikle uygularsa, Allah'ı çok sevip
içten saygı duyarsa ve Kur'an ahlakını tam olarak yaşarsa gerçek anlamda mutlu
olabilir. Bunun dışında mutlu olmanın başka bir yolu yoktur. Bu nedenle, mutluluğu
Allah'ın rızasında ve Kuran'da aramayıp dünyevi hedeflere yönelen, kendi
nefsini rahat ettirmeye çalışan insanların karşısına mutlaka mutsuzluklar ve
üzüntüler çıkar.
Üzüntüye eğilimi olan insanlar
mutsuzluk ve sıkıntı için her an bir sebep bulmak gibi garip bir kabiliyete
sahiptirler. Herhangi bir konuda mutlaka sorun oluşturacak bir olumsuzluk
bulurlar. Haksızlığa uğradığını düşünmek, içine kapanıp yanlızlığı tercih
etmek, küskünlük, bencillik, öncelik beklentisi içinde olmak, olayları ters
yorumlamak bu kişilerin kötü ahlakındaki belirleyici özelliklerdendir.
Geçmişteki
hatalar, söylenen bir söz, geciken otobüs, iş yerindeki bir aksaklık, yemeğin
gecikmesi, istediği şeyi o anda elde edememek, herhangi bir konudaki unutkanlık
kısacası her konu bu kişiler için üzüntü vesilesi olabilmektedir. Hatta bu
kişiler bütün mantıksızlığına ve hiçbir fayda vermeyecek olmasına rağmen
geçmişteki olayları hatırlayıp bunlardan dolayı üzüntü bile duyabilirler.
Üzüntüye hiçbir
zaman delil aramamak gerekir. İnsan isterse kendisine çok sayıda üzülecek konu
bulabilir. “Seni solgun gördüm üzüldüm, düşünceli gördüm üzüldüm, yemekler iyi
değildi üzüldüm, arabam yok üzüldüm, evim yok üzüldüm, istediğim kadar param
yok üzüldüm, evlenemiyorum üzüldüm, istediğim yere gidemiyorum üzüldüm,
istediğim mesleğe giremedim üzüldüm…” Bu örnekler çoğaltılabilir. Konu ne
olursa olsun üzülmek insana her zaman acı ve ızdırap yaşatır. O nedenle insanın
üzülmeyi kendisine normal göstermemesi gerekir.
Üzüntünün
getirdiği ruh halinin bir sonucu olarak yüzlerinde, sıkıntının derin çizgiler
oluşturduğu, solgun yüzlü, fersiz bakışlı insanlar ortaya çıkar. Bu insanlar
sıkıntılarını üzüntüye, üzüntülerini de kavgacı, tartışmacı, mutsuz bir
kişiliğe dönüştürürler. Bu kişilerin ortak sorunu iman zafiyeti içinde
olmalarıdır. İman ettiklerini söyleseler de aslında gerçek anlamda iman
etmemişlerdir ve Allah’ı gereği gibi tanımamaktadırlar.
Ortalı bir
tavır içinde olup karşılaştığı olayları hem hayra hem şerre yorarak azap içinde
kalmak ahirette mümine büyük utanç verebilir. Herşeyde hayır ve hikmet olduğu
gerçeğini tembellik ve gafletle anlamazlıktan gelmek, vicdana ve akla tam kabul
ettirmemek ahirette ve dünyada azaba sebep olabilir. Bilinmelidir ki, Allah'ın
hazırladığı kader bütün olarak kusursuz yaratılmıştır. Milyonlarca olaydan
oluşan bu bütünde, hayır gözüyle bakan insan için sadece güzellikler, hayırlar
ve hikmetler vardır.
Bir insanın
nefsinin mutmain, dengeli hale gelmesi Rabbinden gelen hayır ve hikmetin
kesintisiz devam ettiğini bilmesi ile olur. Bu hakikati kavramak dünyada mümin
için büyük bir nimettir. Dinden uzak, inkar içindeki insan kesintisiz azap
içindedir; her olayı kendi aleyhinde yorumlar. Ve bundan dolayı da sürekli
sıkıntı içindedir. Mümin ise sürekli hikmet ve hayrın sevincini yaşar.
Üzüntü
vesilesi gibi kabul edilen olayların tümü özel olarak var edilir. Dünya imtihan
yeridir yani güzel ya da kötü davranışlarda bulunup bulunmayacağımızın
denenmesi için gönderildiğimiz bir yerdir. Hastalık, terör, ekonomik kriz, okul
sınavlarında başarısız olmak, yemeğin yanması, arabaya ya da eve gelen bir
zarar, uçağın rötar yapması, birinden kötü söz işitmek bunların hepsi teker
teker ya da kimi zaman da aynı anda insana imtihan olarak verilebilir. Bu
gerçeği bilen bir insan umutsuzluğa, üzüntüye ya da sıkıntıya kapılmayacaktır. Birçok
insanın hatta iman eden bazı insanların da haberdar olmadığı gerçek ise
Allah’ın üzüntüyü haram kıldığıdır:
Gevşemeyin,
üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i
İmran Suresi, 139)
Üzüntü
makbul bir davranış değildir, Peygamberimiz (sav)’in hayatından örnekler
vererek üzüntüyü kendilerince normal göstermeye çalışanlar büyük bir yanılgı
içindedirler. Kaderin varlığını bilen, Allah’ın iman edenler için her olayı
hayırla yarattığını kavrayan bir insanın sıkıntıya düşmesi söz konusu bile
değildir. İnsanın mutlu olmasının, her an ümitvar olmasının tek yolu iman etmek
ve Allah’ın hoşnut olacağı bir yaşam sürmektir, aksinde mutlu bir yaşam mümkün
değildir.
İnsanın
kendini boş yere üzmesi, boş yere vücudunun fonksiyonunu bozması büyük akılsızlıktır.
Üzüntüye kapılmamak Allah'ın bildirdiği, imani bir yükümlülüktür. Mümin bu ruh
halinden Allah emrettiği için sakınır. Ancak Yüce Rabbimiz dünya hayatını,
üzüntünün ne kadar yanlış bir ahlak olduğunu insanın düşünerek de
anlayabileceği gibi yaratmıştır. Zira dünya hayatı, üzüntülerle, kuruntularla,
gereksiz vesveselerle vakit kaybedilmeyecek kadar kısadır. İnsanın çok kısa bir
süre içinde dünyadaki imtihanı bitecek ve asıl kalacağı sonsuz ahiret hayatına
kavuşacaktır. Ölüm mutlaka bir gün dünyadaki herkesin karşısına çıkacaktır. Bu
kadar geçici ve kısa kalınan bir yerde, bu değerli zamanı üzülerek, Allah'ın
istemediği bir ahlakı göstererek, nimetleri fark edemeden geçirmek insan için
çok büyük bir kayıptır. İnsan üzülmenin aksine, dünyadayken, sonsuz ahiret
hayatının sevincini yaşamalıdır. Allah'ı razı etmiş ve cennetle müjdelenmiş
olma ümidi ve sevinci, insanın yüzüne, konuşmalarına, ahlakına ve tüm hayatına
yansımalıdır. Allah'ın belirlemiş olduğu kader mutlaka işleyecektir. Kuran'da
bize bu çok açık bir şekilde haber verilmiştir. Kişinin kendisi için hazırlanan
kadere teslim olması, yaşadıklarında her zaman hayır araması, üzülmemesi,
ümitsizliğe kapılmaması ve her şartta şükredici bir kul olması Kuran'a göre en
güzel ve en doğru davranış olacaktır. Bu örnek ahlak Kur'an'da şöyle haber
verilmiştir:
"De
ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey
isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül
etmelidirler"." (Tevbe Suresi, 51)
ŞEYTANIN ETKİSİYLE OLUŞAN
'ÜZÜNTÜDEN ZEVK ALMA' MANTIĞININ YANLIŞLIĞI
Din
ahlakına göre yaşamayan insanlar şeytanın etkisiyle üzülmeye, sinirlenmeye
şaşırtıcı şekilde eğilim gösterirler. Hatta olayların içinde sinirlenecek veya
üzülecek bir konu bulmaya çalışır, özellikle onun üzerinde yoğunlaşırlar.
Haksızlığa uğradığını düşünerek üzüntü ile boğuşmak, arkasından intikam almaya
çalışmak Kuran ahlakına uymayan insanların başındaki en büyük belalardan
biridir. Şeytan amacını bu yolla gerçekleştirmekte, insanları olmadık
kuruntulara düşürerek onları dünya hayatında oyalamaktadır. Filmler bile bu
tema üzerine kurulmuştur. Önce kişi mutlaka bir haksızlığa uğramakta, ardından
bir intikam peşine düşmektedir. Seyredenler bu ruh halini çok iyi
bildiklerinden haksızlığa uğrayan kahramanın tarafını tutarak heyecanlanır,
onun hislerini olduğu gibi paylaşırlar. Bu yanlış tutum insanları sıkıntılara,
belalara, boş kuruntulara, hastalıklara, stres ve yorgunluğa, dikkat
kapanıklığına iten bir sistemi beraberinde getirir. Bu şekilde davranan kişi
üzülerek, hatta intikam aldığını düşünerek aslında kendisine zarar verir.
Şeytan, bu kuruntularla böyle insanları cehennemin karanlık ve bela dolu ruh
haline yöneltir.
ÜZÜNTÜ, ŞEYTANIN
İNSANA EN ÇOK YAKLAŞTIĞI KONULARDAN BİRİSİDİR
Kimi
insanlardaki üzülmeye, içe kapanmaya, küsmeye olan eğilim şeytandandır. İmanlı
bir mümin irade ve akıl ile gün içinde hiçbir olayda şeytanın tuzağına düşmez.
Olayın şekli, kişileri, günü, yeri ne olursa olsun aynı hayır hükmünde olduğunu
asla unutmaz. Kendisi o an bu hayrı göremiyor olabilir; ama önemli olan
herşeyin hayırla yaratıldığına kesin olarak inanmaktır. İnsan kimi zaman
aceleci yapısı nedeniyle karşılaştığı olaydaki hayrı hemen görmek isteyebilir.
Eğer bunu o an için göremezse, kendisinin zararına olacak şeylerde ısrarcı ve
inatçı bir tavır sergileyebilir. Kuran'da insanın bu aceleci yönü şöyle
bildirilmiştir:
İnsan
hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan pek acelecidir. (İsra
Suresi, 11)
Oysa
insanın kendi doğru ve iyi gördüğü şeylerde ısrar etmesi, bunlara ulaşmak için
acele etmesi, hırsa kapılması değil, Allah'ın, karşısına çıkardığı olaylardaki
hikmetleri ve hayırları görebilmek için çalışması gerekir. Müslüman, şeytanın
nerelerden yaklaşacağı, hangi konularda üzüntü vereceği, üzüntüye nasıl zemin
hazırlayacağı gibi durumlara karşı hazırlıklıdır. Allah korkusu Müslümanın
böyle durumlara karşı sürekli uyanık olmasını, dikkatinin ve şuurunun şeytanın
oyunlarına karşı açık olmasını sağlar. Bunun sonucunda da mümin bir kimse,
nefsi hangi yönde kışkırtırsa kışkırtsın mutlaka Allah'ın razı olacağı şekilde
davranacağı üstün bir ahlak sergiler. Karşısına ne olay çıkarsa çıksın, bu
ahlakından taviz vermez. En zor şartlarda bile üzüntüye, hüzne, karamsarlığa sürüklenmez.
Allah'ın karşısına çıkardığı her durumda, beklenmedik olarak oluşan her ani
olayda Allah'a karşı derin bir tevekkül içerisinde olur.
Müminlerin
hiçbir olay karşısında hüzne kapılmamalarını sağlayan en önemli konulardan
birisi de ahiretin varlığına kesin olarak iman etmeleri ve asıl olarak ahirete
hazırlık yaparak yaşamalarıdır. Dünyanın çok kısa ve geçici olduğunu bilen,
sonsuz ve mükemmel olan ahiret hayatını ümit eden bir insan için, nefsin
üzüntüye teşvik ettiği dünya hayatına ilişkin konuların hepsi önemini yitirir.
Hiçbiri, Allah'ın rızasının, sevgisinin, yakınlığının ve cennetinin üstünde
değildir. Bu nedenle, bir müminin Allah'ın sevgisini, rızasını ve cennetini
ummasının vereceği neşe, mutluluk ve heyecan, dünya hayatına ait herhangi bir konu
için duyulacak üzüntüye üstün gelir.
Ayrıca
üzüntü Yüce Rabbimiz'in beğenmediğini ve sakınılmasını bildirdiği bir ahlaktır.
Mümin herşeyden önce Allah'ın bu hükmü gereği nefsinin bu kışkırtmasına karşı
kesin bir kararlılık gösterir. Allah korkusu ve imanın neşesi, müminin tam
tersine daimi bir huzur ve mutluluk içerisinde olmasını sağlar. Allah Kuran'da,
bu ahlak yaşandığı takdirde Müslümanların mutlaka üstün geleceklerini şöyle
vadetmiştir:
"Gevşemeyin,
üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz."
(Al-i imran Suresi, 139)
Müminin
üzüntüden uzak bir ahlak içerisinde olmasının bir sebebi de, sürekli olarak
Allah'ın verdiği nimetleri düşünmesi ve şükretmesidir. Çünkü Allah'ın
üzerimizdeki yakın ilgisi ve Rabbimiz'in sonsuz lütfunun ve sevgisinin
tecellileri olan nimetlerin her biri birer şükür ve sevinç vesilesidir.
ÜZÜNTÜ, MÜMİNLERDEN UZAK OLAN BİR RUH
HALİDİR
"Haberiniz
olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da
olmayacaklardır." (Yunus Suresi, 62)
Kuran'da
bildirildiği gibi, Allah, samimi olan müminleri, ahiretteki sonsuz hayatlarında
da üzülmeyecekleri, mahzun olmayacakları bir hayatla yaşatacağını bildirmiştir.
Burada, ebedi olarak, Allah'ı razı etmiş olmanın ve nimetlerin sevincini yaşayacaklardır.
Elbette müminler dünyada imtihan oldukları için hastalıkla, zorlukla,
sıkıntıyla, inanmayanların saldırılarıyla, mallarının eksiltilmesiyle ve daha
birçok zorlukla karşılaşırlar. Ancak bunların hiçbiri onlarda üzüntü
oluşturmaz. Mümin Allah'ın kendisine yaşattığı kaderin güzelliğinin, imtihan
olduğunun, herşeyde hayır ve hikmetler olduğunun farkındadır. Her zaman tevekküllü
davranır ve sabreder.
Müminlerin
hüzne kapılmamalarının en önemli nedenlerinden biri de Allah'ın yarattığı her olayın
kendileri için hayra dönüşeceğini bilmeleridir. Allah inanan insanlara dünyada
güzel bir yaşam vaat etmiştir. Bu güzel yaşam içinde ömürlerini sürdüren
müminler, Allah'ın kendilerini ahirette de, sonsuza kadar, nimetlerin asla
eksilmediği dünyadakinden çok daha güzel, olağanüstü mükemmellikte bir mekana
yerleştireceğini umarlar. Kuşkusuz bu, bir insan için olabilecek en büyük
müjdelerden biridir, ayrıca en büyük neşe kaynağıdır. Bundan dolayı da müminler
asla hüzne kapılmazlar. Allah müminleri şöyle müjdelemiştir:
Şüphesiz:
"Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet
tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:)
"Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin."
"Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda
nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de
sizindir." (Fussilet Suresi, 30-31)
KESİN
KARAR VER VE ÜZÜLMEKTEN VAZGEÇ
Gün içinde
müminin hiçbir şeye üzülüp meyus olmaması, imanı doğru anladığının bir
göstergesidir. Karşılaşılan olayları hayır gözüyle değerlendirememek, sürekli
tedirginlik, korku, ümitsizlik, aksilik beklentisi, hüzün, duygusallaşmak ise,
tertemiz, açık bir imanı puslu anlamanın alametleridir. Bu pus hemen
kaldırılmalı, kesintisiz iman neşesi sabit hayat özelliği haline
getirilmelidir. Allah'a iman eden bir insan terslik veya hata gibi görünen bir
olayla karşılaştığında, aslında bunun kendisi için mutlaka en hayırlısı
olduğunu bilmelidir.
Neşesizliğe
ve karamsarlığa teslim olmadan, herşeye hayır gözüyle bakarak, insanın
kendisini Allah’a bırakarak neşeyi elde etmesi gerekir. Üzülmek akıllı bir
insanın yapacağı birşey değildir. İnsanın kendini üzerek ezmesi, acı çektirmesi
akıllı bir hareket değildir. Böyle birşey yapıldığında insan kendini doğramış,
kendini zehirlemiş gibi olur. Elinde olmayarak üzülenlerin kendilerini
düzeltmeleri gerekir. Hüzün kadere, Allah’ın yarattığına isyandır. Bunun başka
bir anlamı yoktur. “Kahroldum, perişan oldum üzüntüden” demek şiddetli Allah’a
ve kadere isyan ediyorum anlamına gelir. Müslüman üzülüyorsa müslümanlığı
bilmiyor demektir. İnsan üzüldüğü anda üzüldüğü olaydaki hayır ve hikmetlerin
farkında değildir. Üzülmemekle beraber başkalarına da üzülmemeyi yakıştırmamak
gerekir. Müslümanın aklı berraktır. Allah'a güvendiği ve kendisini O'na teslim
ettiği için aklını kurcalayan gereksiz korkular, endişeler, üzüntüler yoktur. Bir
insanın rüyada üzülmesi ne kadar mantıksızsa, dünyada da üzülmesi o kadar
mantıksızdır.
Gün içinde
insanları üzen, rahatlarını kaçıran, onları kızdıran, sıkan, aksilik, terslik
olarak adlandırılan olayların hikmet ve hayırlarını Allah bir anda toplu olarak
gösterse, kişi üzülmesinin ne kadar yanlış olduğunu hemen anlayacak ve tam
tersine sevinç ve neşe içinde olacaktır. Kader kişiye bütün olarak gösterilecek
olsa ya da aksilik gibi görünen olayları kader içerisinde görecek olsa olanlar
için hiç üzülmeyecektir.
Bu bakımdan yapılacak en akılcı tavır
Allah’a teslim olarak yaşamaktır. Kaldı ki farkında olsa da olmasa da, kabul
etse de etmese de herkes zaten Allah’a teslimdir. Ancak bunun bilincinde
yaşamak önemlidir. Bu şuura sahip müminler huzur ve güven içinde, tatmin olmuş
bir ruh haliyle Allah’ın kendileri için belirlediği kaderi, bir film
seyretmenin rahatlığı içinde yaşarlar. İmanlı bir kimse Allah’ı dostu, velisi
olarak bildiğinden Allah’ın kendisi için takdir ettiği sonucu teslimiyetle,
neşeyle, şevkle karşılayacaktır.
Geçmiş ve geleceğin gerçekte Allah Katında yaratılmış ve
yaşanmış olarak saklı ve hazır olaylar olmaları bize çok önemli bir gerçeği
gösterir. Her insan kayıtsız ve şartsız kaderine teslim olmuştur. İnsan nasıl
geçmişini değiştiremezse, geleceğini de değiştiremez. Çünkü geçmişi gibi
geleceği de yaşanmıştır. Dolayısıyla başlarına gelen olaylara üzülen,
sinirlenen, bağırıp çağıranlar, geleceği için kaygılananlar, hırslananlar
aslında kendilerini boş yere üzmektedirler. Çünkü, nasıl olacağından kaygı ve
korku duydukları gelecekleri, zaten yaşanmıştır. Ve ne yaparlarsa yapsınlar
bunları değiştirme imkanları bulunmamaktadır.
İşte bu
yüzden, kadere iman eden bir insan, başına gelen hiçbir olaydan dolayı üzülmez,
ümitsizliğe kapılmaz. Aksine son derce tevekküllü, teslimiyetli ve daima
huzurlu olur. Çünkü Allah insanların başlarına gelen herşeyin önceden belli
olduğunu, bu nedenle başlarına gelen zorluklara üzülmemelerini ve kendilerine
verilen nimetlerle şımarmamalarını emretmiştir. İnsanın karşılaştığı zorluklar
da, elde ettiği başarı ve zenginlikler de Allah’ın takdiri iledir. Allah tüm
olayları zamansızlıkta dilemiş, insanlar bunları yapmış ve tüm bu olaylar
yaşanmış ve sonuçlanmıştır.
O halde, her anı Allah’ın katında yaşanmış, görülmüş ve
halen Allah’ın hafızasında hazır bulunan bir hayat için endişelenmek, korku
duymak, üzülmek büyük bir gaflettir. Ne kadar çabalarsa çabalasın, ne kadar
kaygılanırsa kaygılansın bir insanın kendisi de, çocuğu da, eşi ve yakınları da
kendileri için Allah katında hazır bulunan hayatlarını yaşayacaklardır.
Mümin,
Allah’ın yarattığı kadere teslim olacak, bununla birlikte karşılaştığı olaylar
karşısında elinden geldiğince sebeplere sarılacak, tedbir alacak, olayları
hayır yönünde yönlendirmek için çalışacak, ama tüm bunların kader içinde
gerçekleştiği ve Allah’ın en hayırlısını önceden takdir ettiğinin bilinci ve
rahatlığı içinde olacaktır.
Sonuçta
Allah’ın rızasını arayan ve gözeten bir mümin için hiçbir sıkıntı, zorluk ve
üzüntü yoktur. Yalnızca, Allah’ın dünyada bir imtihan olarak yarattığı ve
müminin tevekkül, sabır ve teslimiyetini denediği olaylar vardır. Bunlar dışarıdan
bakıldığında sıkıntı ve zorluk gibi görünen, içine girildiğinde ise Allah’ın
kesin bir rahmetiyle karşılaşılan olaylardır.
Unutmayın
ki her ne olursa olsun insanın üzüntüden uzak durması, üzüntü kaynağı
olabilecek gibi görünen konulardaki hayırları görüp güzelliğe çevirmesi çok
kolaydır. Bu konuda verilecek kesin bir karar olumsuzluklarda da bir güzellik
ve hayır olduğunu görmeye vesiledir.
Bir insanın
üzüntüden uzak durması için, bu konuda kesin bir karar vermesi gerekir. Üzüntü
duyduğu olayları da, herşeyi yaratan Allah'ın büyük bir hikmetle yarattığını;
hayatındaki herşeyin en küçük detayına kadar Allah'ın sonsuz aklıyla
gerçekleştirdiğini bilmesi ve hayatının sürekli olarak bu gerçeğin şuuruyla
yaşaması gerekir. Bir insan yalnızca bu gerçeği kavradığı takdirde hayatının
sonuna kadar hep Allah'ın istediği şekilde bir ahlak gösterebilir.
Peygamber
Efendimiz (sav) üzülmek ile ilgili şunları buyurmuştur:
"Dünya işi için üzülen Allah’a
karşı öfkelenmiş olur." (Taberani)
"Dünya malından ayrılınca
üzülmek, buna kavuşunca sevinmek ve azgınlık yapmak, insanı cehenneme götürür." (Tirmizi)
Dört şey
sende olursa, dünyada elde edemediğin şeylerden dolayı üzülme: Doğru sözlü
olmak, vaadinde durmak, güzel ahlak sahibi olmak, yemek içmekte israftan kaçıp,
helal lokma yemek. (Ramuz :S/68)
Akıllı insanın üç alameti vardır:
Dünyaya değer vermez, üzüntü ve eziyetleri şikayet etmez, musibet karşısında
sabırlı olur. (Menakıb)
ALLAH KURAN’DA ÜZÜLMEYİ YASAKLAMIŞTIR
Kuran'ın
pek çok ayetinde "üzülmeyin", "hüzne kapılmayın" denilmektedir.
Söz konusu ayetler şöyledir:
Gevşemeyin,
üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i
İmran Suresi, 139)
Yeryüzünde
olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz
onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre
pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size
(Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük
taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)
Onların
sözleri seni üzmesin. Şüphesiz 'izzet ve gücün' tümü Allah'ındır. O, işitendir,
bilendir. (Yunus Suresi, 65)
…(Allah)
Elinizden kaçırdıklarınıza ve size isabet edene üzülmemeniz için sizi kederden
kedere uğrattı. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Al-i İmran Suresi,
153)
Kim
de inkar ederse, artık onun inkarı seni hüzne kaptırmasın. Onların dönüşü
Bizedir, artık Biz de onlara yaptıklarını haber vereceğiz. Şüphesiz Allah,
sinelerin özünde saklı olanı bilendir. (Lokman Suresi, 23)
Öyleyse
onların sözleri seni hüzne kaptırmasın. Gerçekten Biz, sakladıklarını da, açığa
vurduklarını da biliyoruz. (Yasin Suresi, 76)
Nuh'a
vahyedildi: 'Gerçekten iman edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak.
Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme.' (Hud Suresi, 36)
Musa'nın
annesine: "Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, onu suya bırak,
korkma ve üzülme; çünkü onu Biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu gönderilen
(elçilerden) kılacağız" diye vahyettik (bildirdik). (Kasas Suresi, 7)
Sakın
onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne
kapılma, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger. (Hicr Suresi, 88)
Sabret;
senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma ve
kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme. (Nahl Suresi,
127)
Sen,
onlara karşı hüzne kapılma ve kurdukları tuzaklardan dolayı sıkıntı içinde
olma. (Neml Suresi, 70)
…Sen
de o fasıklar topluluğuna üzülme." (Maide Suresi, 26)
…Sen
de kafirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma. (Maide Suresi, 68)
(Şuayb)
O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: "Ey kavmim andolsun, size
Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkara sapan
bir topluluğa nasıl üzülebilirim?" (Araf Suresi, 93)
Yusuf'un
yanına girdikleri zaman, o, kardeşini bağrına bastı; "Ben" dedi.
"Senin gerçekten kardeşinim. Artık onların yaptıklarına üzülme."
(Yusuf Suresi, 69)
Altından
(bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark
kılmıştır." (Meryem Suresi, 24)
"Hani
kız kardeşin gezinip; "Onu(n bakımını) üstlenecek birini size haber
vereyim mi?" demekteydi. Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü
aydın olsun ve hüzne kapılmasın… (Taha Suresi, 40)
Elçilerimiz
Lut'a geldikleri zaman o, bunlar dolayısıyla kötüleşti ve içi daraldı. Dediler
ki: "Korkuya düşme ve hüzne kapılma. Karın dışında, seni ve aileni muhakak
kurtaracağız. O ise, arkada kalacaktır." (Ankebut Suresi, 33)