14 Ocak 2014 Salı

SAKIN KENDİNİZİ ÜZMEYİN

                                                                            

            İnsan, endişe etse de üzülse de kaderinde yaşayacakları bellidir. Ve daha da güzeli, bu kader dahilinde Rabbimiz her şeyi hayır ile yaratmıştır. Tüm güzelliklerin ve nimetlerin Sahibi, sonsuz güzel olan Rabbimiz'in ayetinde bildirdiği gibi "...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz". (Bakara Suresi, 216) Nasıl bir durumun kişi için hayırlı olduğunu yalnız Allah bilir. Dolayısıyla insanın yapması gereken kendisi için zaten hayırla yaratılmış olan bir olay için üzülmek, onun sonuçlarını uzun uzun düşünmek yerine, Rabbimiz'e tevekkül edip bunun mutlak güzel bir sonuç ile sonuçlanacağına inanmaktır. Tüm yaratılanlar Yüce Allah'a aittir ve kuşkusuz Rabbimiz bunların sonucunu bilir. Allah'ın her şeyi en kusursuz şekilde hayırla yarattığına iman etmek ve buna kalpten inanarak yaşamak, Allah'ın dilemesiyle, dünyada da ahirette de insana en büyük kazancı sağlayacaktır. Kuşkusuz doğrusunu Allah bilir.
            Kuran’da Hz. Yakup’un üzüntüsünden bahsedilmektedir. Hz. Yakup karşılaştığı olayların hepsinin Allah tarafından yaratıldığını bilmesine rağmen, Hz. Yusuf ve kardeşi konusunda üzülmekten geri duramamaktadır. Bu da onun bir imtihanıdır. Ayetlerde bildirildiğine göre, Hz. Yusuf'a olan kahrından dolayı gözleri ağarır, yani kör olur. Oğulları ise üzüntüsünden dolayı hasta olabileceğini ya da "helake uğrayabileceğini" söyleyerek kendisini uyarırlar:

            Ve onlardan yüz(ünü) çevirdi ve: "Ey Yusuf'a karşı (artan dayanılmaz) kahrım" dedi ve GÖZLERİ ÜZÜNTÜSÜNDEN (AĞARDIKÇA) AĞARDI. Kİ YUTKUNDUKÇA YUTKUNUYORDU. "Allah adına, hayret" dediler. "Hala Yusuf'u anıp durmaktasın. SONUNDA (YA KAHRINDAN) HASTALANACAKSIN YA DA HELAKE UĞRAYANLARDAN OLACAKSIN." Dedi ki: "Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah'a şikayet ediyorum. Ben Allah'tan (bir bilgi olarak) sizin bilmediğinizi de biliyorum." (Yusuf Suresi, 84-86)

            Bu ayette de üzüntünün ciddi hastalıklara sebep olabileceğine de işaret edilmektedir. Nitekim Allah, Kuran'ın pek çok ayetinde "üzülmeyin", "hüzne kapılmayın" demektedir. Bu hükme uyulmadığında, negatif etkileri hemen görülür. Üzüntünün psikolojik etkileri dışında, fiziksel olarak da çok olumsuz etkileri vardır.


                                  ÜZÜNTÜNÜN İNSANA YAPTIĞI BAZI TAHRİBATLAR

              Üzüntü insanı, fiziksel olarak da, manen de sadece tahrip eder. İnsanı din ahlakından uzaklaştırır.

        Üzüntü insanın aklını kapatır, doğru düşünmesini, olaylara gerçekçi yaklaşmasını, çözüm yollarını görebilmesini tamamen engeller.

            Kişinin bütün gücünü çekip alır. Böyle bir insan, fiziksel olarak da, manevi olarak da çok zayıf düşer. Mücadele edecek, çaba harcayacak gücü neredeyse hiç kalmaz.

               Üzüntü, insanı hızla yaşlandırır.

           Üzülme şirktir. Allah’ın yarattığı kaderi beğenmemektir. Beğenilmediğinde insan kendine saldırmaya başlar ve kendi kendini yıkar ve berbat eder.

            Üzülmek insanı hasta eder. Böyle bir kimse, ardı ardınca sürekli olarak yepyeni hastalıklarla karşılaşır. Vücut direncini kaybeder, bünyesi her türlü rahatsızlığa çok daha açık hale gelir.

             Daimi olarak mutsuzdur. Güzellikler, iyilikler onu mutlu etmeye yetmez. Çevresindeki nimetleri göremez.

              Üzüntüyü sevmeye başlar. Sürekli olarak acılarını, sıkıntılarını düşünüp daha da çok üzülmek ister.

            Üzüntüden kurtulma, üzüntüyle mücadele etme azmini kaybeder. Her fırsatta kendini üzüntüye bırakmayı bir hayat şekli haline getirir.

            Yalnızlığı sevmeye başlar. Yalnız kalıp, üzüntülerini düşünmek, kafasında kurduğu senaryolara hüzünlenmek, geleceğe yönelik ümitsiz beklentilere kapılmak, ağlamak, ona çevresindeki pek çok nimetten daha çekici gelir.

            Yaşama sevincini ve yaşama azmini kaybeder. Din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda insanların büyük bir bölümü olumlu olarak değerlendirdikleri olaylarla mutlu olurken, olumsuz ya da ters gidiyor gibi görünen olaylarla birlikte de hüzne kapılırlar. Oysa iman eden insanlar için böyle bir sıkıntı asla söz konusu değildir. Çünkü Rabbimiz, Kuran'da olumsuz gibi görünse de her olayı salih kullarının hayrına yarattığını müjdelemiş, onlar için hiçbir zaman hüzün ve sıkıntı olmayacağını haber vermiştir.

                                                                                                                  

               MAL KAYBINDAN DOLAYI ÜZÜLMEMEK

            Cahiliye insanlarının mala ve zenginliğe düşkün olmaları, hayatları boyunca sahip olduklarını kaybetme korkusunu da beraberinde getirir. Bu çarpık mantığa ve anlayışa sahip olan insanlar, malları bir sebepten dolayı ellerinden alınırsa tamamen umutsuzluğa düşerler ve Allah'a karşı isyankar bir tavır gösterirler. Mallarının eksilmesinin aslında bir deneme olduğundan tamamen gaflette oldukları için, büyük bir zarara uğramanın üzüntüsünü yaşarlar. Oysa Allah Kuran'da, iman eden kullarına ellerinden çıkanlar için üzüntü duymamalarını ve kendilerine verdiği nimetler dolayısıyla da sevinip şımarmamalarını emretmiştir:

            Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 23)

            Allah, ayetlerinde insanları itidalli olmaya ve güzel ahlaka çağırmaktadır. Bir insanın mal ve mülkü arttığında şımarması, eksildiğinde ise ümitsizliğe kapılması Allah'a karşı nankörlük olur. Fakat olayları kendi çarpık anlayışlarına göre değerlendiren cahiliye toplumu insanları mal kaybında duyulan üzüntüyü doğal karşılarlar. Örneğin, insanın hayatı boyunca çalışıp sahip olduğu serveti bir doğal afet nedeniyle birkaç saniyede elinden alınabilir. Ya da uzun süre para biriktirip aldığı güzel bir ev, kısa süren bir yangından dolayı kullanılamayacak hale gelebilir. Dünya hayatının bir deneme mekanı olduğunun ve böyle bir olay ile de imtihan edildiğinin bilincinde yaşamayan insan, malı bir anda elinden alındığında neye uğradığını şaşırır; olumsuz ve isyankar bir yapı gösterir.
            Dinden uzak insanlar mal kaybını bu bozuk bakış açısıyla değerlendirdikleri için, bu olayın hayırlı ve iyi bir yönü olamayacağını düşünürler. Nitekim bu bakış açıları ve Allah'a karşı gösterdikleri tevekkülsüzlük nedeniyle, gerçekten de bu olay kendi aleyhlerinde olur. Samimi bir müslümanın yıllar boyunca çalışarak sahip olduğu tüm mallar elinden gitse bile, bunda bir hayır ve hikmet arar. Hayır gözüyle bakan insanlar için durum tamamen farklıdır. Mülklerini yitirmelerinin o anda bilmedikleri pek çok hikmetleri ve hayırları bulunmaktadır. Belki de Allah, bu vesile ile zenginlikten şımarmış ve büyüklük hissi duyarak dünya hayatının geçici heveslerine kapılmış olan kullarına bir hatırlatma yapmaktadır. Onlara, bütün gücün Kendisi'ne ait olduğunu ve sadece Kendisi'ne rağbet etmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır. Veya o zor anda sabreden, tevekkül eden kullarına dünyada ve ahirette daha güzeliyle karşılık vererek onlar için bilmedikleri hayırlı bir gelecek belirlemiş olabilir. Dünya hayatının geçici ve zahiri menfaatleri yerine sonsuz olan ahiret hayatındaki sayısız nimetleri onlara verebilir; ki dünyanın geçici nimetleri ile ahiretin sonsuz nimetleri arasında bir kıyas yapıldığında sonsuz ahiret nimetlerinin daha hayırlı olduğu son derece açıktır.
            Bu tarz olayların dünyaya yönelik de pek çok hayrı bulunabilir. Örneğin, bir insan yeni satın aldığı arabasıyla kaza geçirse ve araba ağır hasar görse bile bunda muhakkak bir hayır vardır. Allah, belki de bu insanı daha büyük bir kazadan ya da başına gelebilecek kötü bir olaydan korumuştur. Vicdanlı bir insan başına gelen bu olayı bir uyarı, bir hatırlatma olarak algılayıp bağışlanma diler ve Allah'ın yarattığı kadere kayıtsız şartsız teslimiyet gösterir.
             İnsan, yaşamında nelerle karşılaşacağını hiç bilemez. Kimi zaman en genç döneminde hiç beklemediği bir hastalığa yakalanabilir ya da bir kaza geçirerek ömür boyu yatağa bağlı kalacağı bir durum oluşabilir. Bütün mülkünü kaybedebilir veya olaylar hiç tahmin etmediği bir şekilde gelişebilir. Bu tip bir durumda Allah'a imanı zayıf olan insanlar ümitsizliğe düşer ve durumlarına isyan ederler. Allah'ın kendilerine verdiği bütün nimetleri bir anda unutur ve Allah'a olan sevgilerini ve güvenlerini bir anda yitirebilirler.
            İşte gerçek Müslümanların farkı bu noktada ortaya çıkar. Çünkü Müslümanlar Allah'a şartsız olarak iman ederler. Allah'a olan sevgi ve güvenleri başlarına gelen olaylara göre değişmez. Allah'ın herşeyde bir güzellik ve hayır yarattığını bilir ve başlarına gelen, beklenmeyen olaylar karşısında sadece sabrederek, tevekkül ederler. Allah'ın aklına, merhametine, adaletine güvenleri tam ve kesindir. Bu nedenle ellerinden giden her ne olursa olsun, bunu bir kayıp olarak görmez ve bunun üzüntüsünü yaşamazlar.
            İnsan dünya hayatında ne kaybederse kaybetsin, bu kaybı ahiretteki kayıpla bir olmaz. Ahiretteki kayıplar, insanın sonsuza kadar dayanılmaz bir azap içinde kalması demektir. Ahireti düşünerek yaşayan bir insan için dünya hayatındaki olayların her biri ahirete yönelik bir hayır ve güzelliktir. Böyle bir olay yaşayan insan aczini ve muhtaçlığını daha da iyi anlayarak, Allah'a dua ve tefekkürle daha çok yönelecek ve yakınlaşacaktır. Bu da insanın ahireti için çok önemli bir hayır ve güzellik demektir. Ayrıca böyle bir olaya tevekkül edip sabır göstererek Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış olacaktır. Allah'ın hoşnutluğu ise herşeyin üzerindedir.



       GEÇMİŞTEKİ YAPILANLARDAN DOLAYI ÜZÜLMEMEK

            Allah'ın sonsuz adaletini ve Rabbimiz'in kaderi en mükemmel şekilde yarattığını düşünmeyen insanlar, olayların özel hikmetlerle yaratıldığını gözardı etmelerinin sıkıntısını yaşarlar. Çevrelerinde olup biten olayların ya da insanların davranışlarının hayırlarını görmek yerine, bunlar üzerinde saatlerce karamsarlığa kapılarak düşünür, çok sıradan gündelik konuları büyütebilir ve bundan dolayı da ciddi şekilde üzüntüye kapılırlar. Örneğin pek çok insanın en çok üzüldüğü konulardan birisi geçmişe yönelik konulardır. Uzun uzun geçmişte yaptıkları hataları düşünüp, nasıl o hatalara düştüklerine üzülürler. Tekrar tekrar olayları hatırlayıp anlatır, üzüntü veren pişmanlıklar yaşarlar. Oysa insan için, geçmişinin bir üzüntü konusu olmaması gerekir. Çünkü Allah her olayı kaderde mutlaka hayırlarla ve hikmetlerle yaratmıştır. İnsan elbetteki geçmişteki hatalarından pişmanlık duyacak, bunları tekrarlamamak ve telafi etmek için çaba harcayacaktır. Ama bunların hiçbirisinin hiçbir zaman için bir üzüntü konusu olmaması gerekir. Müminin yaptığı yanlış şeylerden dolayı duyduğu pişmanlık mutsuzluk veren bir pişmanlık değil, aksine ümit veren, Allah'a yönelmeye sebep olan bir pişmanlıktır. Pişmanlık demek bir daha yapmamaya kararlı olup azmetmektir.
            Müminin hayatında bu ahlakı en güzel örnekleriyle görmek mümkündür. İster 30 yıl, isterse 30 saniye öncesi olsun, mümin yaptığı hatalar, yanlışlar dolayısıyla hüzne kapılmaz. Yaptığı hataların hayır ve hikmetlerini düşünüp, onlardan ders alır. "Aksilik", "terslik", "keşke" gibi kelimeleri ancak ders almak, ibret çıkarmak amacıyla kullanır. Yani, "bu olay hikmetli ve hayırlı, fakat bir dahaki seferde aynı hatayı yapmayayım, şu an öğrendiğim şekilde doğrusunu yapayım" şeklinde bir bakış açısı içinde olur. Allah'tan bağışlanma diler, hatasının kendisini Allah'a daha da yakınlaştırması için dua eder. Kişi tekrar aynı zorlukla karşılaşırsa veya aynı hataya düşerse, yine hayır ve hikmetle yaratıldığını aklından asla çıkarmamalı ve "bir dahaki sefere doğrusunu yapayım" diye niyet etmelidir. Hatta aynı olay defalarca tekrarlansa, yine mümin için bunun hayır olduğunu bilmelidir; çünkü bu, Allah’ın kanunudur ve Allah'ın kanunu asla bozulmaz.



                    ZORLUK ANINDA ÜZÜLMEMEK

             “Artık ne yapacağımı bilemiyorum, nasıl olur böyle bir şey, imkanı yok düzelmez”...

              Bunlar birçok insanın çok sık kullandığı ve çevresindekilerden de duyduğu sözlerdir. Umutsuzluk ifade eden ve hemen arkasından üzüntüyü getiren bu ifadeler aslında bu insan karakterini de bize tanıtır.
         Her insanın hayatında zor anlar olarak nitelendirebilecek zamanlar vardır. Kuran ahlakından uzak yaşayan insanların çoğu bu zor anları huzursuzluk, üzüntü ve sıkıntı duyguları içerisinde geçirirler. Böyle ortamlarda sinirlilik, gerginlik, tartışmacılık yoğun bir şekilde sergiledikleri tavırlardır. Böyle tepkilerin olmasının tek nedeni ise bu kişilerin dinin getirdiği güzel ahlaktan uzak kişiler olmalarıdır. Allah'a ve O'nun yaratmış olduğu kaderin kusursuzluğuna iman etmedikleri için, karşılaştıkları olayların, çektikleri zorlukların arkasında bir hikmet ve hayır göremezler. Nitekim iman etmedikleri için zaten dünyada geçirdikleri her an kendi aleyhlerine işlemektedir. Onlar da bunun sıkıntısı ve gerginliği içinde yaşamlarını sürdürürler.
            Müminler ise, Allah'ın dünya hayatında kendileri için yarattığı zorlukların birer imtihan olduğunu bilirler. Bu denemelerin, salih müslümanlar ile "kalplerinde hastalık bulunan" ve samimi olarak iman etmeyen kişilerin ayrılması için özel olarak yaratıldığının farkındadırlar. Çünkü Allah müslümanları mutlaka deneyeceğini ve doğru olanlarla olmayanları birbirinden ayırt edeceğini Kuran'da vaat etmiştir:

            Yoksa siz, Allah, içinizden CEHD EDENLERİ (ÇABA HARCAYANLARI) BELİRTİP-AYIRDETMEDEN VE SABREDENLERİ DE BELİRTİP-AYIRDETMEDEN cennete gireceğinizi mi sandınız? (Al-i İmran Suresi, 142)

            Allah, MURDAR OLANI, TEMİZ OLANDAN AYIRDEDİNCEYE KADAR mü'minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir… (Al-i İmran Suresi, 179)

            Andolsun, Biz sizden mücahid olanlarla SABREDENLERİ BİLİNCEYE (BELLİ EDİP ORTAYA ÇIKARINCAYA) KADAR, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız (açıklayacağız). (Muhammed Suresi, 31)

  "Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri Biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın İMAN EDENLERİ BELİRTİP-AYIRMASI ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez" (Al-i İmran Suresi, 140)
            Bu konuyla ilgili olarak Kuran'da, Peygamberimiz döneminde yaşanan şöyle bir olay örnek verilmiştir:

            İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah'ın izniyle idi. (Bu, Allah'ın) MÜ'MİNLERİ AYIRDETMESİ; MÜNAFIKLIK YAPANLARI DA BELİRTMESİ İÇİNDİ… (Al-i İmran Suresi, 166-167)

            Yukarıdaki ayetler aslında şu ana kadar söz ettiğimiz konuyu açıklamaktadır. Peygamberimiz döneminde müslümanlar zorlu ortamlarla karşılaşmış, zahiren birtakım sıkıntılar çekmişlerdir. Zahiren müminler zorlu bir mücadele içinde gibi gözükmektedirler. Ancak ayetlerde bildirildiği gibi bu olay da Allah'ın izniyle gerçekleşmiş ve müminlere zarar vermeye çalışan münafıkların ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Yani sonucu, müminler için –her zaman olduğu gibi- hayra dönmüştür.
            Müminler, bu ayetlerde bildirilen gerçekleri bildikleri için kötü gibi görünen bir olayı ya da zorluk anını, samimiyetlerini, Rablerine olan bağlılıklarını ve tevekküllerini göstermek için güzel bir fırsat olarak değerlendirirler. Dünyada hem zorluklarla hem de nimetlerle denendiklerini asla akıllarından çıkarmazlar. Bu güzel ahlaklarının ve teslimiyetlerinin bir sonucu olarak Allah kötü gibi görünen olayları ve zorlukları salih kullarının lehine çevirir. Allah, Kuran'da, şer gibi görünen olaylarda dahi bir hayır olduğunu insanlara şöyle haber verir:

            "…belki, bir şey hoşunuza gitmez, ama Allah onda çok hayır kılar." (Nisa Suresi, 19)

            "…Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216)

            Müminler bu sırrı bildikleri için, karşılaştıkları her olayda hayır ve güzellik ararlar. Aksilik, zorluk veya eksiklik gibi görünen hiçbir olay onları üzmez, sıkmaz, telaşlandırmaz. Bu halleri büyük küçük her olayda süreklidir. Bir mümin gün içerisinde bazı olaylara üzülebilir, tedirginlik hissedebilir. Ancak bu üzüntü ve tedirginliğin sebebi, karşısına çıkan olayın kaderde olduğunu, Allah tarafından yaratıldığını unutmuş olmasıdır. Ona, "bu olayı Allah hayırla yarattı" dense eğer o anda gafil değilse hemen açılır ve rahatlar. Bu yüzden müslüman an an her olayın kaderde olduğunu daima hatırlamalı ve hatırlatmalıdır. Allah’ın sonsuz evvelden hazırladığı olaya saygı gösterip, Allah’a tevekkül edip, hayır ve hikmetle meydana gelen olayın güzelliklerini, hikmetlerini anlamaya çalışmalıdır. Dileyen insan için, Allah'ın dilemesi dışında, bu gerçeği anlayamama diye bir şey yoktur. Belki bu olaydaki sayısız hayır ve hikmetin tamamını tespit edememe olabilir; ama eğer bir olay gerçekleşmişse bilinmelidir ki o zaten müslüman için Allah’ın yarattığı hayır ve hikmetle birlikte gerçekleşmiştir. Bir ayette Peygamberimizin yanındaki kişiye söylediği söz şöyle bildirilir:

            Siz O'na (Peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "HÜZNE KAPILMA, ELBETTE ALLAH BİZİMLE BERABERDİR."… (Tevbe Suresi, 40)

            Ayette görüldüğü gibi Peygamberimiz en zorlu görünen bir ortamda bile arkadaşına hüzne kapılmamayı tavsiye etmiştir. Müminler için en güzel örnek Peygamber ahlakı olduğu için, onlar da zor ortamlarda bu güzel tavrı uygularlar.
            Çeşitli peygamber kıssalarını Rabbimiz bizlere düşünüp örnek almamız için bildirir. Örneğin Hz. Musa, Firavun’un askerleri tarafından takip edilirken deniz ile Firavun’un askerleri arasında kalmıştır. Zahiren hiç bir çıkış yok gibi görünen bu durumda Hz. Musa’nın yanındaki kişilerin sözleri Kuran’da şöyle bildirilir:

            "Gerçekten yakalandık" dediler. (Musa:) "Hayır" dedi. "ŞÜPHESİZ RABBİM, BENİMLE BERABERDİR; bana yol gösterecektir." Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemen yarıldı da her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. (Şuara Suresi, 61-63)

            Ayetteki durumu gözümüzde canlandırmaya çalışırsak ne kadar zorlu bir deneme olduğunu daha iyi anlarız. İmanın gereği olarak Allah’ın onları kurtaracağını ummak ve Hz. Musa’ya destek vermek yerine, yanındaki kişiler ‘eyvah yakalandık’ demektedirler. Hz. Musa ise tek başına güçlü imanının bir yansıması olarak hemen ‘Hayır, Rabbim benimledir’ diyor. Bu her Müslümanın örnek alması gereken üstün bir tavırdır.
            İnsan dünyada hangi olayla karşılaşırsa karşılaşsın, o olay geçer biter. Her insan hayatındaki en zorlu veya en tehlikeli günü düşünse, bunun zihninde sadece bir anı olarak kalmış ve bitmiş bir hayal olduğunu görecektir. İnsanlar izledikleri film sahnelerini de aynı şekilde hatırlarlar. Dolayısıyla, insan için en önemli veya en "sarsıcı" gün dahi bir gün gelecek ve izlenen bir film karesi gibi bir anı, bir hayal olarak akılda kalacaktır. Ancak bu anıdan geriye tek birşey kalır ve o sonsuza kadar devam eder: O da, bu kişinin o zor anda gösterdiği tavır ve Allah'ın o kişiden hoşnut olup olmamasıdır. İnsan yaşadıklarından değil, yaşadıkları sırasında gösterdiği tavır, düşünce ve samimiyetinden sorgulanacaktır. Dolayısıyla, her olayda Allah'ın yarattığı hayır ve hikmetleri görmeye çalışmak ve ona göre bir tavır içinde olmak, müminlere dünyada ve ahirette büyük bir kazanç sağlar. Bu sırrı bilen müminler için dünyada ve ahirette korku ve hüzün olmaz. Hiçbir insan, hiçbir güç ve hiçbir olay müminlere korku, mutsuzluk, ümitsizlik gibi olumsuz haller vermez. Allah bu sırrı da Kuran'da şöyle bildirir:

            Dedi ki: "Oradan tümünüz inin. Bundan sonra size benden bir hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır." (Bakara Suresi, 38)

            Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman edenler ve (Allah'tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Yunus Suresi, 62-64)


 ÖLEN BİR KİMSENİN ARDINDAN ÜZÜLMEK DOĞRU DEĞİLDİR

            Allah her insan için belirli bir ömür süresi belirlemiştir ve hiç kimsenin bu vaktin önüne geçmesi mümkün değildir. Bu konuda takdir Allah'ın olduğu için böyle bir durumla karşılaşıldığında mümine düşen en güzel tavır, Allah'ın yarattığı kadere razı olmak ve bu olaya tevekkül ve teslimiyetle yaklaşmaktır. Aksinde gösterilen tevekkülsüz bir tavır Allah'ın yarattığı kadere karşı bir isyan anlamına gelir ki bu, bir müminin asla yanaşmayacağı bir tavırdır.
            Her şeyi Allah yaratır; imkansız gibi görünen herhangi bir şeyi Allah imkanlı kılar; minicik bir hücreden, eli, kolu bacağı olan, düşünme yeteneği bulunan, eğlence anlayışı, algıları, zevkleri, hisleri, davranış biçimleri, kişilik özellikleri olan insanları, canlıları Allah yaratır. Cansız bir hücreyi, canlı hale Allah getirir. Hücrelere, kaslara, sinirlere yaşam emrini Allah verir. Allah ‘Hay’ sıfatıyla tecelli etmedikten sonra bir beden asla can bulamaz. Hayat bulup yaşayamaz. İsterse eksiksiz tüm fonksiyonlarıyla bir arada bulunsun. Sadece öylece serili durur. Allah bu ruha “bedenden çekil” emri verdiği anda o her gün yürüyen, koşan, gülüp oynayan, sevinç hissi duyan, konuşup okuduğu kitabı başkalarına anlatan, merdivenlerden üçer beşer adımla inip çıkan capcanlı beden olduğu yerde yığılır kalır. Ne günde 5 saat çalıştırdığı güçlü kasları, ne her gün antreman yaptırdığı o iri bedeni, ne daha sağlıklı olsun diye vitaminlerle beslediği iskelet sistemi o ölü bedeni yerden kaldıracak gücü yani ruhu geri getiremez. Beyin bir et parçası olarak orada cansız şekilde kalır. Kalbin tüm enerjisi bir anda geri alınır. Kalp atamaz, durur. Tüm uzuvları birer et ve kemik yığınına dönüşür. Ruh olmadıktan sonra, Allah ruhundan üfürmedikçe kitlevi bir beden olarak, cansız bir şekilde sadece ceset olarak kalır. Hayatı veren Allah’tır, hayatı alan da yine Allah’tır.
            Şu ana kadar gelmiş gelmiş tüm insanlar bir araya gelse, tüm bilgilerini, imkanlarını birleştirip ittifak etseler, yine de ölüme çare bulamazlar. Çünkü kontrol yalnızca Alemlerin Rabbi olan Allah’ındır. Allah kaderde kısa süreli, dünya denen mekandaki eğitim sistemini takdir etmiştir. Her gelen de bu süreçten geçecektir.
            Dinden uzak insanlar için dünya hayatı tek yaşamları, sahip olabilecekleri tek ömürdür. Ölüm ile birlikte bu imkan tamamen kaybolmakta ve çarpık anlayışlarına göre ölen kişinin arkasından geriye sadece üzüntü kalmaktadır. Özellikle de çok sevdiği bir yakını vefat eden bir insan iç dünyasında muhakkak büyük bir üzüntü ve sıkıntı yaşar. Hatta yakınının genç yaşta ve ani bir şekilde ölmesi durumunda Allah'a ve kadere karşı isyana kadar varan davranışlar birbiri ardınca gelir.
            Oysa dinden uzak olan bu insanlar çok önemli gerçekleri unutmaktadırlar: Öncelikle yeryüzündeki insanların hiçbiri kendi istekleriyle dünyaya gelmemişlerdir. İnsanların hiçbiri kendi iradeleriyle yaşam sahibi olmamışlardır. Tüm insanların yaşamı Allah'a aittir; herkes Allah’ın takdir ettiği zamanda ve O'nun dilemesiyle hayat bulmuştur. O halde göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki canlı cansız her varlığın sahibi olan Allah, dilediği kişinin canını dilediği şekilde ve dilediği zamanda alacaktır. Allah'ın kaderde belirlemiş olduğu bu zamanı kimsenin ertelemeye veya öne almaya gücü yetmez. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir:

            Allah'ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, SÜRESİ BELİRTİLMİŞ BİR YAZIDIR. Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz.  (Al-i İmran Suresi, 145)
           
            Bazı insanlar ölen kimselerin ardından ağlamayı teşvik eder. Örneğin ölen çocuk için annenin bağırması, dövünmesi, bayılması, kendini yerlere atması heyecan unsurudur. Bunu seyretmekten heyecan duyanlarda vardır. Ağlamaya teşvik olduğunda duygusal bir kısım insanlar adeta etkilenmektedir. Yani kötü yönde heyecan duyulmuş olunmaktadır. Bu doğru değildir ve insanın bunu kendine yakıştırmaması gerekir. Halbuki bunun toplum tarafından beğenilmediği ve bunun yanlış olduğunun aktarılması insanların bu duyguya girmesine engel olabilir. Ölen kişinin Allah’ın yanına gittiğini bilir ve gönlü çok rahat olur. Çünkü canı Allah verir ve Allah alır. İnsanın ruhunu ve bedenini yaratan Allah’tır. Allah dünyaya getirdiğinde bize sormadığına göre götürdüğünde de bize sormaz. Ölen kişiye sahip çıkıp ağlamak çok yanlış olur. Kendine ait hiçbir şey olmadığı halde Allah‘ın yarattığı hayra ve hikmete böyle şer gözüyle bakılması çok yanlıştır. Allah insanın canını alıyorsa onda bir hayır vardır. İnsanın üzüntüden ağlaması, ben Allah‘ın yaptığından çok rahatsız oldum, bu beni şiddetli şekilde olumsuz yönde etkiledi anlamına gelir.
            Üzüntüden ağlamak hem tevekkülsüzlük hemde insanı küfre sokar. Üzülmek haramdır. Üzüntüden ağlamak demek Allah’a isyan etmek, Allah’ın yaptığını beğenmemek, Allah’ı adaletsiz görmek anlamına gelir. Allah’ı seven, Allah’ın verdiği canı Allah aldığında sevinç duyar. Bu durumu hayır ve güzellikle görür.
            Eğer ölen kişi mümin ise, ölüm ile birlikte Allah'ın hoşnutluğuna ve cennetine kavuşacak ve dünyayla kıyaslanmayacak kadar büyük nimetler içerisinde güzel bir hayat yaşayacaktır. Bu durumda onun için değil üzülmek, aksine böyle şerefli bir sonuca ulaşabildiği için sevinmek gerekir. Eğer ölen kişi dünyadaki hayatını Allah'ın rızasını kazanmak için geçirmemişse bu durumda da cehennemle karşılaşacaktır. Ancak bu da yine Allah'ın adaletinin bir gereği ve Allah'ın takdiri olduğu için yine üzülecek bir konu yoktur. Çünkü bu kişi kendisine bu son hatırlatıldığı halde bile bile inkar yolunu seçmiştir. İnsan vefat ettiğinde ya cennete ya da cehenneme gider. Her ikisinde de hayır vardır.
            İnsanın ölümle birlikte sevdiği bir insandan uzak kaldığı için üzülmesi yersizdir. Zira unutulmamalıdır ki eğer o kişi de Allah'ın rızasını kazanmak için ciddi bir çaba gösterirse sonsuz cennet hayatında sevdiği insanla sonsuz bir beraberliği elde etmesi söz konusudur. Dolayısıyla bir mümin bir başka müminin ölümünün ardından onun cennete kavuşmuş olmasını umduğu için hiçbir şekilde üzüntüye kapılmaz. Kuran'da müminlerin, ölümün ardından cennete kavuşmayı ummalarından dolayı sevinip müjdeleşmeleri tavsiye edilmiştir:

            Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)

            Her ölen çocuk cennette vildan olarak diriltilir. Bu durumda ölen çocuk içinde üzülmek boşunadır. Zaten çocuk yaratıldığında Allah tarafından cennetten dünyaya kısa süreliğine getirilmiş küçük bir vildan olarak göstertilip geri alınır. Çocuğu kendisinin yarattığını, ruhunu kendisinin verdiğini, kendisine ait birşey yok oldu zannedip ağlamak çok yanlıştır. Halbuki Allah dünyada insan şeklinde tecelli eder ve Allah’ın tecellisi geri gider. Ve Allah cennette yeniden tecelli etmeye devam eder. Allah Kuran’da ölümlerin imtihan olduğunu şöyle bildirir:

            ANDOLSUN, BİZ SİZİ BİRAZ KORKU, AÇLIK VE BİR PARÇA MALLARDAN, CANLARDAN VE ÜRÜNLERDEN EKSİLTMEKLE İMTİHAN EDECEĞİZ. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 155-157)

            İnsan ölümden uzaklaşmak için ne kadar tedbir alırsa alsın; kendince ne kadar güvenlikli yerlere sığınırsa sığınsın ölümden kaçamaz. Hiç beklemediği bir şekilde bu dünyadan ayrılabilir. Aynı şekilde bir yakınının ölmemesi için ne kadar uğraşsa da, hatta tüm dünyanın imkanlarını seferber etse de bu isteğini -Allah dilemedikçe- gerçekleştiremez. Bir ayette ölümün her yerde insanı bulacağı şu şekilde ifade edilmiştir:

            Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile… (Nisa Suresi, 78)

            Bu yüzden insanın yapması gereken ölümden kaçmaya veya yakınlarını kaçırmaya çalışmak değil, aksine ölümden sonrası için hazırlık yapmak ve sevdiği insanların da ahiretleri için hazırlık yapmalarına vesile olmaktır.


            Peygamber Efen­di­miz (sav) şunları buyurmuştur:

            "Ölüm ve benzeri sıkıntılar anında yaka paça yırtan, yanaklarını döven ve cahilce bağırıp çağıranlar bizden değildir." (Buhari, İbn-i Mace)
            "Allah’ın aldığı ve verdiği her şey Allah’a aittir. Her şey Allah katında belirlenmiş bir müddet, bir ömür iledir. Binaenaleyh ey kızım, sabret ve bu sabrın Allah yanında sevabı olduğunu hatırla." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai, İbn-i Mace, Ahmed b. Hanbel)


  
  İNSANIN, ÇEVRESİNDEKİ BİR KİMSENİN İMAN ETMEMESİNDEN DOLAYI HÜZNE KAPILMASI DOĞRU DEĞİLDİR

            Allah'ın ve ahiretin varlığına kesin bir bilgiyle iman eden bir insan, çevresindeki insanların da kendisi gibi doğruyu görmesini ve insan fıtratına en uygun yaşam şekli olan Kuran ahlakını yaşamasını ister. Aksinde karşısındaki kimsenin sonsuz bir cehennem azabıyla karşılaşacağını bilmekten dolayı bu kimsenin iman etmesi için elinden gelen tüm çabayı harcar. Ancak unutulmamalıdır ki insan dini anlatmakla ve insanları doğru olana çağırmakla sorumludur fakat bu kimselerin imanı kabul edip etmemelerinden sorumlu değildir. Hidayeti verebilecek tek güç Allah'tır. Bir insan gece gündüz dini anlatsa, en çarpıcı anlatımları yapsa, en etkileyici örnekleri de verse, eğer Allah bu kişi için hidayet dilememişse anlatılanların hiçbiri karşı taraf üzerinde etkili olmaz. Eğer Allah dilerse de istediği kişiye istediği anda hidayet verebilir. Takdir Allah'a aittir ve Allah hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Allah'ın belirlediği kader, verdiği karar insanlar için en hayırlı olandır. İşte bu nedenle gösterilen tüm çabaya rağmen çevresindeki bir kimsenin iman etmemesi, mümin için hiçbir zaman için bir üzüntü vesilesi olamaz. Allah'ın takdirine teslim olmanın Kuran'a göre gösterilebilecek en güzel tavır olduğunu bilir ve tevekkül eder.

            Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir. (Kasas Suresi, 56)



                   ÜZÜNTÜYE DELİL ARAMAYIN

            Allah'ın rızasına uygun yaşam şeklini ve Kur'an ahlakını benimsemeyen insanlar, üzülmek ve mutsuz olmak için yüzlerce hatta binlerce sebep bulabilirler. İnsan, ancak samimi olarak Allah'ın rızasına uygun bir hayat yaşayıp, Allah'a ihlasla kulluk ederse, Allah'ın emir ve isteklerini titizlikle uygularsa, Allah'ı çok sevip içten saygı duyarsa ve Kur'an ahlakını tam olarak yaşarsa gerçek anlamda mutlu olabilir. Bunun dışında mutlu olmanın başka bir yolu yoktur. Bu nedenle, mutluluğu Allah'ın rızasında ve Kuran'da aramayıp dünyevi hedeflere yönelen, kendi nefsini rahat ettirmeye çalışan insanların karşısına mutlaka mutsuzluklar ve üzüntüler çıkar.
            Üzüntüye eğilimi olan insanlar mutsuzluk ve sıkıntı için her an bir sebep bulmak gibi garip bir kabiliyete sahiptirler. Herhangi bir konuda mutlaka sorun oluşturacak bir olumsuzluk bulurlar. Haksızlığa uğradığını düşünmek, içine kapanıp yanlızlığı tercih etmek, küskünlük, bencillik, öncelik beklentisi içinde olmak, olayları ters yorumlamak bu kişilerin kötü ahlakındaki belirleyici özelliklerdendir.
            Geçmişteki hatalar, söylenen bir söz, geciken otobüs, iş yerindeki bir aksaklık, yemeğin gecikmesi, istediği şeyi o anda elde edememek, herhangi bir konudaki unutkanlık kısacası her konu bu kişiler için üzüntü vesilesi olabilmektedir. Hatta bu kişiler bütün mantıksızlığına ve hiçbir fayda vermeyecek olmasına rağmen geçmişteki olayları hatırlayıp bunlardan dolayı üzüntü bile duyabilirler.
            Üzüntüye hiçbir zaman delil aramamak gerekir. İnsan isterse kendisine çok sayıda üzülecek konu bulabilir. “Seni solgun gördüm üzüldüm, düşünceli gördüm üzüldüm, yemekler iyi değildi üzüldüm, arabam yok üzüldüm, evim yok üzüldüm, istediğim kadar param yok üzüldüm, evlenemiyorum üzüldüm, istediğim yere gidemiyorum üzüldüm, istediğim mesleğe giremedim üzüldüm…” Bu örnekler çoğaltılabilir. Konu ne olursa olsun üzülmek insana her zaman acı ve ızdırap yaşatır. O nedenle insanın üzülmeyi kendisine normal göstermemesi gerekir.
            Üzüntünün getirdiği ruh halinin bir sonucu olarak yüzlerinde, sıkıntının derin çizgiler oluşturduğu, solgun yüzlü, fersiz bakışlı insanlar ortaya çıkar. Bu insanlar sıkıntılarını üzüntüye, üzüntülerini de kavgacı, tartışmacı, mutsuz bir kişiliğe dönüştürürler. Bu kişilerin ortak sorunu iman zafiyeti içinde olmalarıdır. İman ettiklerini söyleseler de aslında gerçek anlamda iman etmemişlerdir ve Allah’ı gereği gibi tanımamaktadırlar.
            Ortalı bir tavır içinde olup karşılaştığı olayları hem hayra hem şerre yorarak azap içinde kalmak ahirette mümine büyük utanç verebilir. Herşeyde hayır ve hikmet olduğu gerçeğini tembellik ve gafletle anlamazlıktan gelmek, vicdana ve akla tam kabul ettirmemek ahirette ve dünyada azaba sebep olabilir. Bilinmelidir ki, Allah'ın hazırladığı kader bütün olarak kusursuz yaratılmıştır. Milyonlarca olaydan oluşan bu bütünde, hayır gözüyle bakan insan için sadece güzellikler, hayırlar ve hikmetler vardır.
            Bir insanın nefsinin mutmain, dengeli hale gelmesi Rabbinden gelen hayır ve hikmetin kesintisiz devam ettiğini bilmesi ile olur. Bu hakikati kavramak dünyada mümin için büyük bir nimettir. Dinden uzak, inkar içindeki insan kesintisiz azap içindedir; her olayı kendi aleyhinde yorumlar. Ve bundan dolayı da sürekli sıkıntı içindedir. Mümin ise sürekli hikmet ve hayrın sevincini yaşar.
            Üzüntü vesilesi gibi kabul edilen olayların tümü özel olarak var edilir. Dünya imtihan yeridir yani güzel ya da kötü davranışlarda bulunup bulunmayacağımızın denenmesi için gönderildiğimiz bir yerdir. Hastalık, terör, ekonomik kriz, okul sınavlarında başarısız olmak, yemeğin yanması, arabaya ya da eve gelen bir zarar, uçağın rötar yapması, birinden kötü söz işitmek bunların hepsi teker teker ya da kimi zaman da aynı anda insana imtihan olarak verilebilir. Bu gerçeği bilen bir insan umutsuzluğa, üzüntüye ya da sıkıntıya kapılmayacaktır. Birçok insanın hatta iman eden bazı insanların da haberdar olmadığı gerçek ise Allah’ın üzüntüyü haram kıldığıdır:

            Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i İmran Suresi, 139)

            Üzüntü makbul bir davranış değildir, Peygamberimiz (sav)’in hayatından örnekler vererek üzüntüyü kendilerince normal göstermeye çalışanlar büyük bir yanılgı içindedirler. Kaderin varlığını bilen, Allah’ın iman edenler için her olayı hayırla yarattığını kavrayan bir insanın sıkıntıya düşmesi söz konusu bile değildir. İnsanın mutlu olmasının, her an ümitvar olmasının tek yolu iman etmek ve Allah’ın hoşnut olacağı bir yaşam sürmektir, aksinde mutlu bir yaşam mümkün değildir.
            İnsanın kendini boş yere üzmesi, boş yere vücudunun fonksiyonunu bozması büyük akılsızlıktır. Üzüntüye kapılmamak Allah'ın bildirdiği, imani bir yükümlülüktür. Mümin bu ruh halinden Allah emrettiği için sakınır. Ancak Yüce Rabbimiz dünya hayatını, üzüntünün ne kadar yanlış bir ahlak olduğunu insanın düşünerek de anlayabileceği gibi yaratmıştır. Zira dünya hayatı, üzüntülerle, kuruntularla, gereksiz vesveselerle vakit kaybedilmeyecek kadar kısadır. İnsanın çok kısa bir süre içinde dünyadaki imtihanı bitecek ve asıl kalacağı sonsuz ahiret hayatına kavuşacaktır. Ölüm mutlaka bir gün dünyadaki herkesin karşısına çıkacaktır. Bu kadar geçici ve kısa kalınan bir yerde, bu değerli zamanı üzülerek, Allah'ın istemediği bir ahlakı göstererek, nimetleri fark edemeden geçirmek insan için çok büyük bir kayıptır. İnsan üzülmenin aksine, dünyadayken, sonsuz ahiret hayatının sevincini yaşamalıdır. Allah'ı razı etmiş ve cennetle müjdelenmiş olma ümidi ve sevinci, insanın yüzüne, konuşmalarına, ahlakına ve tüm hayatına yansımalıdır. Allah'ın belirlemiş olduğu kader mutlaka işleyecektir. Kuran'da bize bu çok açık bir şekilde haber verilmiştir. Kişinin kendisi için hazırlanan kadere teslim olması, yaşadıklarında her zaman hayır araması, üzülmemesi, ümitsizliğe kapılmaması ve her şartta şükredici bir kul olması Kuran'a göre en güzel ve en doğru davranış olacaktır. Bu örnek ahlak Kur'an'da şöyle haber verilmiştir:

            "De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler"." (Tevbe Suresi, 51)


 ŞEYTANIN ETKİSİYLE OLUŞAN 'ÜZÜNTÜDEN ZEVK ALMA' MANTIĞININ YANLIŞLIĞI

            Din ahlakına göre yaşamayan insanlar şeytanın etkisiyle üzülmeye, sinirlenmeye şaşırtıcı şekilde eğilim gösterirler. Hatta olayların içinde sinirlenecek veya üzülecek bir konu bulmaya çalışır, özellikle onun üzerinde yoğunlaşırlar. Haksızlığa uğradığını düşünerek üzüntü ile boğuşmak, arkasından intikam almaya çalışmak Kuran ahlakına uymayan insanların başındaki en büyük belalardan biridir. Şeytan amacını bu yolla gerçekleştirmekte, insanları olmadık kuruntulara düşürerek onları dünya hayatında oyalamaktadır. Filmler bile bu tema üzerine kurulmuştur. Önce kişi mutlaka bir haksızlığa uğramakta, ardından bir intikam peşine düşmektedir. Seyredenler bu ruh halini çok iyi bildiklerinden haksızlığa uğrayan kahramanın tarafını tutarak heyecanlanır, onun hislerini olduğu gibi paylaşırlar. Bu yanlış tutum insanları sıkıntılara, belalara, boş kuruntulara, hastalıklara, stres ve yorgunluğa, dikkat kapanıklığına iten bir sistemi beraberinde getirir. Bu şekilde davranan kişi üzülerek, hatta intikam aldığını düşünerek aslında kendisine zarar verir. Şeytan, bu kuruntularla böyle insanları cehennemin karanlık ve bela dolu ruh haline yöneltir.

                                                                                                                     
                                              
   ÜZÜNTÜ, ŞEYTANIN İNSANA EN ÇOK YAKLAŞTIĞI KONULARDAN BİRİSİDİR

            Kimi insanlardaki üzülmeye, içe kapanmaya, küsmeye olan eğilim şeytandandır. İmanlı bir mümin irade ve akıl ile gün içinde hiçbir olayda şeytanın tuzağına düşmez. Olayın şekli, kişileri, günü, yeri ne olursa olsun aynı hayır hükmünde olduğunu asla unutmaz. Kendisi o an bu hayrı göremiyor olabilir; ama önemli olan herşeyin hayırla yaratıldığına kesin olarak inanmaktır. İnsan kimi zaman aceleci yapısı nedeniyle karşılaştığı olaydaki hayrı hemen görmek isteyebilir. Eğer bunu o an için göremezse, kendisinin zararına olacak şeylerde ısrarcı ve inatçı bir tavır sergileyebilir. Kuran'da insanın bu aceleci yönü şöyle bildirilmiştir:

            İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan pek acelecidir. (İsra Suresi, 11)

            Oysa insanın kendi doğru ve iyi gördüğü şeylerde ısrar etmesi, bunlara ulaşmak için acele etmesi, hırsa kapılması değil, Allah'ın, karşısına çıkardığı olaylardaki hikmetleri ve hayırları görebilmek için çalışması gerekir. Müslüman, şeytanın nerelerden yaklaşacağı, hangi konularda üzüntü vereceği, üzüntüye nasıl zemin hazırlayacağı gibi durumlara karşı hazırlıklıdır. Allah korkusu Müslümanın böyle durumlara karşı sürekli uyanık olmasını, dikkatinin ve şuurunun şeytanın oyunlarına karşı açık olmasını sağlar. Bunun sonucunda da mümin bir kimse, nefsi hangi yönde kışkırtırsa kışkırtsın mutlaka Allah'ın razı olacağı şekilde davranacağı üstün bir ahlak sergiler. Karşısına ne olay çıkarsa çıksın, bu ahlakından taviz vermez. En zor şartlarda bile üzüntüye, hüzne, karamsarlığa sürüklenmez. Allah'ın karşısına çıkardığı her durumda, beklenmedik olarak oluşan her ani olayda Allah'a karşı derin bir tevekkül içerisinde olur.
            Müminlerin hiçbir olay karşısında hüzne kapılmamalarını sağlayan en önemli konulardan birisi de ahiretin varlığına kesin olarak iman etmeleri ve asıl olarak ahirete hazırlık yaparak yaşamalarıdır. Dünyanın çok kısa ve geçici olduğunu bilen, sonsuz ve mükemmel olan ahiret hayatını ümit eden bir insan için, nefsin üzüntüye teşvik ettiği dünya hayatına ilişkin konuların hepsi önemini yitirir. Hiçbiri, Allah'ın rızasının, sevgisinin, yakınlığının ve cennetinin üstünde değildir. Bu nedenle, bir müminin Allah'ın sevgisini, rızasını ve cennetini ummasının vereceği neşe, mutluluk ve heyecan, dünya hayatına ait herhangi bir konu için duyulacak üzüntüye üstün gelir.
            Ayrıca üzüntü Yüce Rabbimiz'in beğenmediğini ve sakınılmasını bildirdiği bir ahlaktır. Mümin herşeyden önce Allah'ın bu hükmü gereği nefsinin bu kışkırtmasına karşı kesin bir kararlılık gösterir. Allah korkusu ve imanın neşesi, müminin tam tersine daimi bir huzur ve mutluluk içerisinde olmasını sağlar. Allah Kuran'da, bu ahlak yaşandığı takdirde Müslümanların mutlaka üstün geleceklerini şöyle vadetmiştir:

            "Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz." (Al-i imran Suresi, 139)

            Müminin üzüntüden uzak bir ahlak içerisinde olmasının bir sebebi de, sürekli olarak Allah'ın verdiği nimetleri düşünmesi ve şükretmesidir. Çünkü Allah'ın üzerimizdeki yakın ilgisi ve Rabbimiz'in sonsuz lütfunun ve sevgisinin tecellileri olan nimetlerin her biri birer şükür ve sevinç vesilesidir.




             ÜZÜNTÜ, MÜMİNLERDEN UZAK OLAN BİR RUH HALİDİR

            "Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır." (Yunus Suresi, 62)

            Kuran'da bildirildiği gibi, Allah, samimi olan müminleri, ahiretteki sonsuz hayatlarında da üzülmeyecekleri, mahzun olmayacakları bir hayatla yaşatacağını bildirmiştir. Burada, ebedi olarak, Allah'ı razı etmiş olmanın ve nimetlerin sevincini yaşayacaklardır. Elbette müminler dünyada imtihan oldukları için hastalıkla, zorlukla, sıkıntıyla, inanmayanların saldırılarıyla, mallarının eksiltilmesiyle ve daha birçok zorlukla karşılaşırlar. Ancak bunların hiçbiri onlarda üzüntü oluşturmaz. Mümin Allah'ın kendisine yaşattığı kaderin güzelliğinin, imtihan olduğunun, herşeyde hayır ve hikmetler olduğunun farkındadır. Her zaman tevekküllü davranır ve sabreder.
            Müminlerin hüzne kapılmamalarının en önemli nedenlerinden biri de Allah'ın yarattığı her olayın kendileri için hayra dönüşeceğini bilmeleridir. Allah inanan insanlara dünyada güzel bir yaşam vaat etmiştir. Bu güzel yaşam içinde ömürlerini sürdüren müminler, Allah'ın kendilerini ahirette de, sonsuza kadar, nimetlerin asla eksilmediği dünyadakinden çok daha güzel, olağanüstü mükemmellikte bir mekana yerleştireceğini umarlar. Kuşkusuz bu, bir insan için olabilecek en büyük müjdelerden biridir, ayrıca en büyük neşe kaynağıdır. Bundan dolayı da müminler asla hüzne kapılmazlar. Allah müminleri şöyle müjdelemiştir:

            Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin." "Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir." (Fussilet Suresi, 30-31)



              KESİN KARAR VER VE ÜZÜLMEKTEN VAZGEÇ

            Gün içinde müminin hiçbir şeye üzülüp meyus olmaması, imanı doğru anladığının bir göstergesidir. Karşılaşılan olayları hayır gözüyle değerlendirememek, sürekli tedirginlik, korku, ümitsizlik, aksilik beklentisi, hüzün, duygusallaşmak ise, tertemiz, açık bir imanı puslu anlamanın alametleridir. Bu pus hemen kaldırılmalı, kesintisiz iman neşesi sabit hayat özelliği haline getirilmelidir. Allah'a iman eden bir insan terslik veya hata gibi görünen bir olayla karşılaştığında, aslında bunun kendisi için mutlaka en hayırlısı olduğunu bilmelidir.      
            Neşesizliğe ve karamsarlığa teslim olmadan, herşeye hayır gözüyle bakarak, insanın kendisini Allah’a bırakarak neşeyi elde etmesi gerekir. Üzülmek akıllı bir insanın yapacağı birşey değildir. İnsanın kendini üzerek ezmesi, acı çektirmesi akıllı bir hareket değildir. Böyle birşey yapıldığında insan kendini doğramış, kendini zehirlemiş gibi olur. Elinde olmayarak üzülenlerin kendilerini düzeltmeleri gerekir. Hüzün kadere, Allah’ın yarattığına isyandır. Bunun başka bir anlamı yoktur. “Kahroldum, perişan oldum üzüntüden” demek şiddetli Allah’a ve kadere isyan ediyorum anlamına gelir. Müslüman üzülüyorsa müslümanlığı bilmiyor demektir. İnsan üzüldüğü anda üzüldüğü olaydaki hayır ve hikmetlerin farkında değildir. Üzülmemekle beraber başkalarına da üzülmemeyi yakıştırmamak gerekir. Müslümanın aklı berraktır. Allah'a güvendiği ve kendisini O'na teslim ettiği için aklını kurcalayan gereksiz korkular, endişeler, üzüntüler yoktur. Bir insanın rüyada üzülmesi ne kadar mantıksızsa, dünyada da üzülmesi o kadar mantıksızdır.
            Gün içinde insanları üzen, rahatlarını kaçıran, onları kızdıran, sıkan, aksilik, terslik olarak adlandırılan olayların hikmet ve hayırlarını Allah bir anda toplu olarak gösterse, kişi üzülmesinin ne kadar yanlış olduğunu hemen anlayacak ve tam tersine sevinç ve neşe içinde olacaktır. Kader kişiye bütün olarak gösterilecek olsa ya da aksilik gibi görünen olayları kader içerisinde görecek olsa olanlar için hiç üzülmeyecektir.
            Bu bakımdan yapılacak en akılcı tavır Allah’a teslim olarak yaşamaktır. Kaldı ki farkında olsa da olmasa da, kabul etse de etmese de herkes zaten Allah’a teslimdir. Ancak bunun bilincinde yaşamak önemlidir. Bu şuura sahip müminler huzur ve güven içinde, tatmin olmuş bir ruh haliyle Allah’ın kendileri için belirlediği kaderi, bir film seyretmenin rahatlığı içinde yaşarlar. İmanlı bir kimse Allah’ı dostu, velisi olarak bildiğinden Allah’ın kendisi için takdir ettiği sonucu teslimiyetle, neşeyle, şevkle karşılayacaktır.
                Geçmiş ve geleceğin gerçekte Allah Katında yaratılmış ve yaşanmış olarak saklı ve hazır olaylar olmaları bize çok önemli bir gerçeği gösterir. Her insan kayıtsız ve şartsız kaderine teslim olmuştur. İnsan nasıl geçmişini değiştiremezse, geleceğini de değiştiremez. Çünkü geçmişi gibi geleceği de yaşanmıştır. Dolayısıyla başlarına gelen olaylara üzülen, sinirlenen, bağırıp çağıranlar, geleceği için kaygılananlar, hırslananlar aslında kendilerini boş yere üzmektedirler. Çünkü, nasıl olacağından kaygı ve korku duydukları gelecekleri, zaten yaşanmıştır. Ve ne yaparlarsa yapsınlar bunları değiştirme imkanları bulunmamaktadır.
            İşte bu yüzden, kadere iman eden bir insan, başına gelen hiçbir olaydan dolayı üzülmez, ümitsizliğe kapılmaz. Aksine son derce tevekküllü, teslimiyetli ve daima huzurlu olur. Çünkü Allah insanların başlarına gelen herşeyin önceden belli olduğunu, bu nedenle başlarına gelen zorluklara üzülmemelerini ve kendilerine verilen nimetlerle şımarmamalarını emretmiştir. İnsanın karşılaştığı zorluklar da, elde ettiği başarı ve zenginlikler de Allah’ın takdiri iledir. Allah tüm olayları zamansızlıkta dilemiş, insanlar bunları yapmış ve tüm bu olaylar yaşanmış ve sonuçlanmıştır.
                O halde, her anı Allah’ın katında yaşanmış, görülmüş ve halen Allah’ın hafızasında hazır bulunan bir hayat için endişelenmek, korku duymak, üzülmek büyük bir gaflettir. Ne kadar çabalarsa çabalasın, ne kadar kaygılanırsa kaygılansın bir insanın kendisi de, çocuğu da, eşi ve yakınları da kendileri için Allah katında hazır bulunan hayatlarını yaşayacaklardır.
            Mümin, Allah’ın yarattığı kadere teslim olacak, bununla birlikte karşılaştığı olaylar karşısında elinden geldiğince sebeplere sarılacak, tedbir alacak, olayları hayır yönünde yönlendirmek için çalışacak, ama tüm bunların kader içinde gerçekleştiği ve Allah’ın en hayırlısını önceden takdir ettiğinin bilinci ve rahatlığı içinde olacaktır.
            Sonuçta Allah’ın rızasını arayan ve gözeten bir mümin için hiçbir sıkıntı, zorluk ve üzüntü yoktur. Yalnızca, Allah’ın dünyada bir imtihan olarak yarattığı ve müminin tevekkül, sabır ve teslimiyetini denediği olaylar vardır. Bunlar dışarıdan bakıldığında sıkıntı ve zorluk gibi görünen, içine girildiğinde ise Allah’ın kesin bir rahmetiyle karşılaşılan olaylardır.
            Unutmayın ki her ne olursa olsun insanın üzüntüden uzak durması, üzüntü kaynağı olabilecek gibi görünen konulardaki hayırları görüp güzelliğe çevirmesi çok kolaydır. Bu konuda verilecek kesin bir karar olumsuzluklarda da bir güzellik ve hayır olduğunu görmeye vesiledir.
            Bir insanın üzüntüden uzak durması için, bu konuda kesin bir karar vermesi gerekir. Üzüntü duyduğu olayları da, herşeyi yaratan Allah'ın büyük bir hikmetle yarattığını; hayatındaki herşeyin en küçük detayına kadar Allah'ın sonsuz aklıyla gerçekleştirdiğini bilmesi ve hayatının sürekli olarak bu gerçeğin şuuruyla yaşaması gerekir. Bir insan yalnızca bu gerçeği kavradığı takdirde hayatının sonuna kadar hep Allah'ın istediği şekilde bir ahlak gösterebilir.


            Peygamber Efen­di­miz (sav) üzülmek ile ilgili şunları buyurmuştur:

            "Dünya işi için üzülen Allah’a karşı öfkelenmiş olur." (Taberani)
           "Dünya malından ayrılınca üzülmek, buna kavuşunca sevinmek ve azgınlık yapmak, insanı cehenneme götürür." (Tirmizi)
            Dört şey sende olursa, dünyada elde edemediğin şeylerden dolayı üzülme: Doğru sözlü olmak, vaadinde durmak, güzel ahlak sahibi olmak, yemek içmekte israftan kaçıp, helal lokma yemek. (Ramuz :S/68)
            Akıllı insanın üç alameti vardır: Dünyaya değer vermez, üzüntü ve eziyetleri şikayet etmez, musibet karşısında sabırlı olur. (Menakıb)


                                                                                                                             ALLAH KURAN’DA ÜZÜLMEYİ YASAKLAMIŞTIR

            Kuran'ın pek çok ayetinde "üzülmeyin", "hüzne kapılmayın" denilmektedir. Söz konusu ayetler şöyledir:

            Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i İmran Suresi, 139)
            Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)
            Onların sözleri seni üzmesin. Şüphesiz 'izzet ve gücün' tümü Allah'ındır. O, işitendir, bilendir. (Yunus Suresi, 65)
            …(Allah) Elinizden kaçırdıklarınıza ve size isabet edene üzülmemeniz için sizi kederden kedere uğrattı. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Al-i İmran Suresi, 153)
            Kim de inkar ederse, artık onun inkarı seni hüzne kaptırmasın. Onların dönüşü Bizedir, artık Biz de onlara yaptıklarını haber vereceğiz. Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı olanı bilendir. (Lokman Suresi, 23)
            Öyleyse onların sözleri seni hüzne kaptırmasın. Gerçekten Biz, sakladıklarını da, açığa vurduklarını da biliyoruz. (Yasin Suresi, 76)
            Nuh'a vahyedildi: 'Gerçekten iman edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme.' (Hud Suresi, 36)
            Musa'nın annesine: "Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, onu suya bırak, korkma ve üzülme; çünkü onu Biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu gönderilen (elçilerden) kılacağız" diye vahyettik (bildirdik). (Kasas Suresi, 7)
            Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger. (Hicr Suresi, 88)
            Sabret; senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme. (Nahl Suresi, 127)
            Sen, onlara karşı hüzne kapılma ve kurdukları tuzaklardan dolayı sıkıntı içinde olma. (Neml Suresi, 70)
            …Sen de o fasıklar topluluğuna üzülme." (Maide Suresi, 26)
            …Sen de kafirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma. (Maide Suresi, 68)
            (Şuayb) O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: "Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, inkara sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?" (Araf Suresi, 93)
            Yusuf'un yanına girdikleri zaman, o, kardeşini bağrına bastı; "Ben" dedi. "Senin gerçekten kardeşinim. Artık onların yaptıklarına üzülme." (Yusuf Suresi, 69)
            Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır." (Meryem Suresi, 24)
            "Hani kız kardeşin gezinip; "Onu(n bakımını) üstlenecek birini size haber vereyim mi?" demekteydi. Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve hüzne kapılmasın… (Taha Suresi, 40)
            Elçilerimiz Lut'a geldikleri zaman o, bunlar dolayısıyla kötüleşti ve içi daraldı. Dediler ki: "Korkuya düşme ve hüzne kapılma. Karın dışında, seni ve aileni muhakak kurtaracağız. O ise, arkada kalacaktır." (Ankebut Suresi, 33)