14 Ocak 2014 Salı

ALLAH'IN VARLIĞINI İYİ KAVRAYIN

           HİÇBİR ŞEY TESADÜFEN VAR OLAMAZ

            Sabah kalktığınız andan itibaren karşılaştığınız şeyleri şöyle bir düşünün... Başınızın altına koyduğunuz yastık, üzerinize örttüğünüz battaniye, sizi uyandıran çalar saat, kalkar kalmaz aradığınız terlikleriniz, temiz hava girmesi için açtığınız pencere, dolapta asılı duran kıyafetleriniz, her sabah kalktığınızda baktığınız ayna, kahvaltıda kullandığınız çatal-bıçak, dışarı çıkarken yanınıza aldığınız şemsiye, bindiğiniz asansör, arabanızın kapısını açmak üzere kullandığınız anahtar, yoldaki trafik ışıkları, tabelalar, iş yerindeki masanızda duran kağıt, kalem ve diğerleri...
            Kuşkusuz tüm bunlar pek çok kişi tarafından üzerinde düşünülerek, emek ve vakit harcanarak, belli bir amaç ile tasarlanarak karşınıza gelmiştir. Bu konuda hiçbir şüpheniz yoktur. Ve hiç kimse bunların sabah kalktığınızda tam olmaları gereken yerde, tesadüf eseri karşınıza çıktığını da iddia etmeyecektir. Örneğin kimse anahtarınızın tesadüf eseri tam arabanızın kapısını açacak şekilde yontulmuş olduğunu ve cebinize de tesadüfen girdiğini söylemeyecektir. Ya da yoldaki tabelaların tesadüf eseri bulundukları yerlere yerleşip ve yine tesadüf eseri saçılan boyalarla insanlar için bir anlam taşıyan yazıların oluştuğunu iddia etmeyecektir. Aynı şekilde masanızda duran ve şekillendirilmiş bir telden başka bir şey olmayan ataçın bile oraya tesadüf eseri, tam kağıtları birarada tutacak şekilde bükülüp konduğunu iddia eden kimse de çıkmayacaktır. Çünkü bunların her biri, boyutları, şekilleri, işlevleri ve daha pek çok detaylarıyla birer tasarım örneğidir. Sizin rahatınız için, ihtiyacınızı karşılayacak şekilde, bilgi kullanılarak bilinçli yöntemlerle üretilmişlerdir. Ve her birinin çevrenizde bulunmasının özel bir sebebi, belli bir amacı vardır.
            Peki ya yolda yürürken gördüğünüz insanlar, yanından geçtiğiniz ağaçlar, önünüze çıkan köpek, çatınızın saçaklarına yuva kuran güvercin, masanızda duran çiçekler, yukarı baktığınızda gördüğünüz gökyüzü? Sizce onların varlığının sebebi tesadüfler olabilir mi?
            Kuşkusuz böyle bir ihtimal üzerinde düşünmek bile son derece saçmadır... Çünkü çevrenizi saran canlı ve cansız tüm varlıklar, biraz önce saydığımız çevrenizdeki insan yapımı eşyalarla kıyas edilemeyecek, tesadüflere asla ihtimal bırakmayacak mükemmelliktedir. Bunların her biri üstün bilgi ve akıl gerektiren bilinçli bir yaratılışın örnekleridir. Tek bir ataçın, bir telin tesadüfen düzgünce bükülmesiyle masasına gelmesini mantıksız bulan her insan, insanların, kedilerin, kuşların, ağaçların ve tüm evrenin de tesadüfen meydana gelmesinin bunlarla kıyas edilemeyecek kadar imkansız olduğunu elbette ki görebilir.
            Ancak günümüzde, bu kadar açık bir gerçeği göremeyen, daha doğrusu gördüğü halde görmezlikten gelen insanlar bulunmaktadır. Bu kişiler, ağaçların, kuşların, bulutların, evlerin, arabaların, sizin, yakınlarınızın, çevrenizde gördüğünüz diğer insanların ve canlı-cansız herşeyin, kısacası içinde yaşadığınız kainatın kör tesadüflerin eseri olduğunu iddia ederler.
            "Materyalist-Darwinist" olarak bilinen bu kimseler tesadüfleri üstün bir akıl gibi sunan, art arda meydana gelen milyonlarca tesadüfün toplamını "yaratıcı bir güç" olarak gösteren batıl bir fikrin savunucularıdır. Materyalist-Darwinistlere göre tesadüfler, dünyadaki bütün insanların aklından çok daha büyük bir akla sahiptirler. Yüz binlerce yıldır gelip geçmiş ne kadar insan varsa, hepsinin beynini, aklını, düşünme kabiliyetini, muhakeme ve hafıza gücünü, fiziksel özelliklerini ve daha yüzlerce binlerce özelliğini şekillendiren gücün, "tesadüf" isimli bir "deha" olduğunu iddia ederler.
            Materyalist-Darwinistlere göre bu dehanın olağanüstü olayları gerçekleştirmek için ihtiyacı olan tek şey ise "zaman"dır. Bu çarpık mantığa göre eğer tesadüfe zaman verilirse, cansız ve şuursuz atom yığınlarını insanlara, karıncalara, atlara, zürafalara, tavus kuşlarına, kelebeklere, incire, zeytine, portakala, şeftaliye, nara, karpuza, kavuna, domatese, muza, laleye, menekşeye, çileğe, orkideye, güle ve aklınıza gelen-gelmeyen milyonlarca canlıya çevirebilir. Üstelik bunların yanı sıra gezegenleri, yıldızları, Güneş'i, bunların dolaştığı yörüngeleri meydana getirebilir. Ayrıca Darwinizm'e göre bütün öğrenciler, bürokratlar, doktorlar, mimarlar, iş adamları, mühendisler, bilim adamları da tesadüflerin sabırlı çalışmaları sonucunda biraz mineral, biraz su ve güneşin de desteğiyle zaman içinde meydana gelmişlerdir. Ne ilginçtir ki söz konusu batıl inancın temeli olan bu tesadüf putu, aynı zamanda, kitaplarında, konferanslarında, hararetli tartışmalarında kendi "tesadüfi varoluşlarını" anlatan materyalist-Darwinistleri de oluşturmuştur. İşte bazı evrimci-materyalist bilim adamlarının Latince kelimelerle, ağır ve anlaşılması özellikle zorlaştırılmış bir üslupla anlattıkları evrim teorisinin ve materyalist felsefenin özündeki iddia budur.
            İnsan, yerde ve gökte olan her neyi araştırırsa araştırsın, mutlaka Allah'ın üstün ve kusursuz sanatı ile karşılaşacaktır. Varlıkların hiç biri, tesadüfen bir özellik kazanamaz, tesadüfen mevcut düzen ve dengelerini koruyamazlar. Bunların tümü, üstün ve sonsuz bir aklın kontrolünde ve hakimiyetindedir. Her yerde varlığını gösteren bu üstün akıl, alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a aittir.



  TEKNOLOJİ VE SANAT ALANINDAKİ ÇALIŞMALAR BİRER TASARIM ÖRNEĞİDİR

            Günlük hayatımızda birçok tasarım harikası ile karşı karşıya geliriz. Örneğin işe giderken üzerinden geçtiğimiz köprü, iş yerimizin bulunduğu gökdelen, asansörler, çatal ve bıçaklar, işlemeli masa örtümüz, kıyafetlerimiz, arabamız, çantamız, gözlüğümüz, gazeteler, televizyon, duvarımızdaki tablolar... Bunların her biri, bilinç, akıl, bilgi ve yetenek sahibi insanlar tarafından tasarlanmış, planlanmış ve üretilmişlerdir. Akıl sahibi hiçbir insan bunların evimizin bir köşesinde veya bir caddenin üzerinde kendi kendilerine, doğa olaylarının etkisiyle tesadüfen oluştuğunu iddia etmez. Örneğin üzerinden her gün geçtiğiniz köprüyü inşa eden mühendisleri, işçileri ve teknisyenleri tanımazsınız, ama öyle birilerinin var olduğundan çok eminsinizdir. Son model bir araba gördüğünüzde, bu araba hoşunuza gider ve bu tasarımı gerçekleştirenleri görmeseniz bile başarılarını takdir edersiniz.
            Sonuç olarak bir yerde bir tasarım, bir eser, planlı bir yapı varsa, bu tasarımı meydana getiren bir tasarımcının olduğundan da her zaman emin oluruz. Ancak, Darwinistler bu konuda önyargılıdırlar. Kimileri, bilim adamı olmalarına ve doğada bizim günlük hayatımızda karşılaştıklarımızdan çok daha olağanüstü tasarımlar görmelerine rağmen, bunların tesadüfen oluştuklarına inanırlar. Çünkü onlar, tüm evrendeki üstün tasarımın yaratıcısı olan Yüce Allah’a iman etmemek için kendilerini şartlandırmışlardır. Çünkü Allah’ın bir ayetinde bildirdiği gibi “...Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler.” (Araf Suresi, 179)

            Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz... Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız. (Rad Suresi, 2)

            Evrimcilere göre milyonlarca yıl önce yeryüzünde mevcut olan çamurlu sulardan tesadüflerin yardımı ile insan meydana gelmiştir. İnsan beynini, aklını, düşünme kabiliyetini, muhakeme ve hafıza gücünü ve daha binlerce maddi manevi özelliğini şekillendiren, evrimcilere göre bu üç gücün biraraya gelmesidir. Bu durumda evrimciler, söz konusu 3 gücü “ilah” olarak kabul etmekte ve bu sahte ilahın zaman içinde teleskopla gökyüzünü inceleyen, fiber optik kablolar üreten, bilgisayar kullanan, gelişmiş teknoloji ile robotlar yapan, hologram görüntüler elde eden, cep telefonu icat eden insan zekasını oluşturduğuna inanmaktadırlar. Bu üçlüye güç atfederek adeta bir teslis inancı taşımaktadırlar. Darwinistler, bu sapkın inançları ile, tek kudret sahibi olan Allah'ın varlığını kabul etmemek için büyük bir mantık hezimeti sergilemektedirler.
Paul Davies (Avustralya'daki Adelaide Üniversitesinden ünlü matematiksel fizik profesörü):
            Eğer doğanın derinliklerinde gerçekleşen işlerin kompleksliği, dünyanın en zeki beyinleri tarafından bile zor anlaşılıyorsa, bu işlerin sadece birer kaza, birer kör tesadüf eseri olduğunu nasıl düşünebiliriz? (Paul Davies, Superforce, New York: Simon and Schuster, 1984, s. 243)
            Darwinizm'e göre bütün tasarımcılar, mimarlar, mühendisler, bilim adamları, şuuru, aklı ve iradesi olmayan tesadüflerin yardımıyla, çamurlu bir su birikintisinin zaman içinde canlıya dönüşmesiyle ortaya çıkmışlardır. Evrimcilerin bu iddiaları, kum ve çakıl taşlarıyla dolu bir kıyıya vuran dalgaların zaman içinde tesadüfen mimari şaheserler, saraylar oluşturduklarına inanmaya benzer.
            Fizik kanunlarına göre ince hesaplar yaparak tonlarca ağırlığındaki demir kütleleri havada uçuracak, ya da su üstünde yüzdürecek tasarımları yapan akıl, şuur ve irade sahibi insanların çamurlu sudan, zamanla, tesadüflerin eseri olarak oluşamayacakları çok açıktır. Evrimciler ise, evrim teorisinin hipnozu altında bu mantıksızlıkları göremeyecek durumdadırlar.

            Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?" diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah" diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar? (Ankebut Suresi, 61)

            Darwinizm'e inanmak mantığın, düşünme yeteneğinin, aklın ve kavrayışın tamamen felç olması demektir. Normal bir insanın "taşlar tesadüfen dizilip, bir gökdeleni tüm tesisatı ile birlikte inşa etti" demesi mümkün değildir. Ancak Darwinistler bundan daha inanılmaz olan bir iddiada bulunmakta, arazide biriken çamurun canlandığını, tesadüf ve zaman ikilisinin de yardımı ile kentler inşa eden, ampulü bulan, binlerce kilowatlık enerji üreterek kurdukları şehirleri aydınlatan, hassas hesaplamalarla köprüler, gökdelenler inşa eden akıl ve bilinç sahibi insanları oluşturduğunu söylemektedirler.

            Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşa edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz? Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?" (Şuara Suresi, 128-129)

            Evrimciler, günümüzden milyarlarca yıl önce bazı atomların tesadüfen biraraya gelerek kusursuz bir plan yaptıklarına inanırlar. Evrimcilerin bu hayali senaryolarına göre, cansız ve şuursuz atomlar rastgele birarada bulunurken rüzgar, fırtına, şimşekler, ultraviyole ışınları ve depremlerin yardımıyla her biri kusursuz tasarım harikaları olan canlıları oluşturmuşlardır. Mimari eserler yapan insanın tesadüfen oluştuğunu iddia etmek, taş kütlelerinin rüzgarların etkisiyle zaman içinde kusursuz mimari eserlere dönüştüğüne inanmaktan çok daha mantık dışı ve akılsızcadır.

            İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hala çevriliyorsunuz? (Yunus Suresi, 32)


        ALLAH'IN VARLIĞININ DELİLLERİ VİCDANLA GÖRÜLEBİLİR

            Şüphesiz, müminler için göklerde ve yerde ayetler vardır.

            Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 3-4)

            Materyalist ve ateist literatüre baktığınızda, din ve akıl kavramları arasında ısrarla bir ayrım yapılmaya çalışıldığını görürsünüz. Vermek istedikleri imaj, dinin sadece bir takım önkabullere dayandığı, aklını kullanan insanların ise bu önkabulleri aşmış kimseler olduklarıdır. Oysa bu son derece ucuz bir aldatmacadır. Temelinde ise cahillik yatar. Çünkü akıl ve din arasında bir ayrım olamaz. Aksine din, akıl sayesinde anlaşılabilen bir gerçektir. Öyle ki dinin gerçek kaynağı olan Kuran, dinin temelinin akıl olduğunu haber verir. Kuran'a göre, dine inanan insanların özelliği akıl sahibi olmaları, inkar edenlerin özelliği ise akledememeleridir. Çok sayıda ayette de, insanlar akıllarını kullanmaya, düşünmeye davet edilirler.
            Peki bu düşüncenin yöntemi nedir? Kuran, neyin düşünülmesini istemektedir? Kuran, insanlardan, karşılaştıkları olayların nasıl ve neden olduğunu düşünmelerini ister. Gerçek din, ancak bu düşünceden doğar.
            Örneğin bir çiftçi, toprağa tohum eker ve bu tohumun bir süre sonra topraktan fışkırıp güçlü bir ekin haline geldiğini görür. Eğer bunun nasıl ve neden olduğunu düşünürse, şahit olduğu olayın olağanüstülüğünü anlayacaktır. Çünkü kuru bir tohumun toprağa atılır atılmaz canlanması, büyümeye başlaması, etrafındaki topraktan kendisi için gerekli olan maddeleri ayrıştırarak alması, güneşin ne yönde olduğunu bilmesi ve sert toprağı yararak o yöne doğru ilerlemesi, sonra da gür bir biçimde büyüyüp insanlara lezzet ve sağlık verecek bir ürün yapması, sıradan bir şey değildir. Tohum bilinçli bir varlık olmadığı halde, çok büyük bir bilinç ve akıl gerektirecek bir iş yapmaktadır. Dolayısıyla birisinin bu tohumu bu iş için "programlamış" olması gerekir.
            İşte Kuran'ın bize gösterdiği düşünce yöntemi budur: Gözümüzle gördüğümüz evrenin nasıl işlediği üzerinde düşünmek ve tüm bu işleyişin ardında bir Yaratıcı'nın var olduğunu anlamak. Vakıa Suresi'nde ardarda sorulan aşağıdaki sorular, insanı bu düşünceye yöneltmek amacını güder:

            Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız... (Vakıa, 63-65)

            Eğer insan bu gerçekler üzerinde düşünmezse, dünyanın başıboş ve sahipsiz bir biçimde işlediğini sanmaya başlar. İnsanların tesadüfen bu dünyaya geldiklerini, tesadüflerle yaşayıp yine tesadüflerle öldüklerini zanneder. Bu bilinçsizlik içinde kısa süre içinde Allah'ın varlığını dahi inkar edecek hale gelir. "Eğer evren tesadüflerle işliyorsa, ilk ortaya çıkışı da tesadüfen olmuş" diye düşünür. Eğer bir de ateizmi bir inanç haline getirmiş olan bir kaç bilimadamının, özellikle de ateşli bir Darwinist'in sözlerini de bir yerden öğrenirse, içine düştüğü cahilce durumu büyük bir akılılık sanmaya başlar.
            Bunun nasıl bir cahillik ve akılsızlık olduğunu açıklayabilmek için bir örneğe başvurabiliriz. Bir ev akvaryumu düşünün. Diyelim ki bu akvaryumda bir düzine küçük balık yaşar ve akyarvumun sahibi de onları özenle besleyip büyütür. Akvaryumun sahibi her gün düzenli olarak onlara yemlerini verir, suyu belirli bir ısıda tutar, suyun havalanması ve filtrelenmesi için motorlu bir pompa çalıştırır. Hastalıklara karşı suya antiseptik ilaçlar atar. Dahası, akvaryumun balıkların doğal ortamına benzemesi için kumlarla, kayalarla ve deniz bitkileriyle süsler.
            Kuşkusuz böyle bir durumda balıkların yaşamasını sağlayan kişi, akvaryumun sahibidir. Çünkü akvaryumdaki hayat onun müdahale ve düzenlemeleri ile sürmektedir. Eğer bu sistemi bir kez başıboş bırakırsa, balıklar açlıktan, havasızlıktan, soğuktan ya da çeşitli hastalıklardan öleceklerdir. Yani balıkların içinde yaşadıkları dünya "başıboş" değildir.
            Oysa balıklar bunu anlayamazlar, çünkü bunu anlamak için gerekli olan akla sahip değildirler. Her gün, içinde yüzdükleri suyun yüzeyinde düzenli olarak yemlerinin belirdiğini görürler ve bunları yerler. Ama hiçbiri bu yemlerin nasıl olup da suyun üstünde oluştuğunu düşünmez. Bu noktadan yola çıkarak gerçekte kendilerini besleyen bir sahipleri olduğunu farketmez. Çünkü balıklar birer hayvandırlar ve hayvanların bu tür bir muhakeme yetenekleri yoktur. Olayların nasıl ve neden öyle olduklarını düşünüp, sonra da Yaratıcı'yı kavrayacak bir akla sahip değildirler.
            İşte Allah'ı inkar ederek yaşayan insanların durumu da, akvaryumdaki balıklara benzer. Onlar da içinde yaşadıkları dünyanın ve sahip oldukları bedenin nasıl ve neden var olduğunu düşünmezler. Sadece yer, içer ve gezerler ama "bunları kimin sayesinde yapabiliyoruz" diye hiç düşünmezler. Nitekim bu akılsızlıkları nedeniyle Kuran onların hayvanlarla aynı boyutta olduklarını haber vermektedir. Onlar akletmezler, sadece "metalanırlar ve hayvanların yemesi gibi yerler". (Muhammed Suresi, 12)
            Bu boyuttan kurtulmanın yolu ise, Kuran'ın ısrarla vurguladığı gibi, akletmek, Allah'ın delilleri üzerinde düşünmektir. Vicdanına uyan bir insanın ilk olarak yapacağı şey, çevresinde gördüklerini sorgulamak ve araştırmak olacaktır. Ve idrak yeteneği gelişmiş insan görecektir ki, kusursuz bir evrende, herşeyiyle eksiksiz olarak yaratılmış bir dünyada yaşamaktadır.
            Herkes doğduğu andan itibaren içinde bulunduğu ortamı ve koşulları bir düşünsün. Tüm detaylarıyla ince ince düşünülüp tasarlanmış bir dünyada yaşıyoruz. Sadece kendi bedenindeki sistemler bile insanı şaşkınlığa düşürecek kadar kusursuz. Şu anda bu yazıları okuyan herkesin kalbi hiç teklemeden atıyor, derisi kendisini yeniliyor, akciğerleri kanı temizliyor, böbrekleri kanı süzüyor, hücrelerinde saniyede milyonlarca protein yaşamının devam edebilmesi için sentezleniyor. Ve kişi, içinde gerçekleşen bunlar gibi daha binlerce faaliyetten habersiz yaşıyor ve belki de bunların bazılarının nasıl gerçekleştiğini dahi bilmiyor.
            Bu kadarla da kalmıyor; içinde yaşadığımız gezegenin milyonlarca kilometre uzağında gerekli ısı, ışık ve enerjiyi sağlayan Güneş var. Ama Güneş ile Dünya arasındaki mesafe o kadar iyi ayarlanmış ki, bu enerji kaynağı gezegenimizi ne kavurup yok ediyor, ne de soğuktan donduruyor.
            Sonra gökyüzüne bakıyoruz. Dünya'yı çepeçevre saran hava kütlesinin estetik görünmesinin yanı sıra insanları ve tüm canlılığı dış tehlikelerden koruduğunu öğreniyoruz. Eğer gezegenimizi saran bu atmosfer olmasa, dünya üzerinde tek bir canlı dahi var olamayacaktı. Bunların her birini tek tek düşünen insan elbette ki kendisinin ve içinde yaşadığı evrenin nasıl meydana geldiğini ve varlığını nasıl devam ettirdiğini sorgulayacaktır. Bunu araştırdığında ise karşısına iki alternatif çıkacaktır: Yaratılış ve Evrim.
            Bu alternatiflerden ikincisi tüm evrenin, gezegenlerin, yıldızların ve tüm canlılığın tesadüfler sonucunda kendiliğinden meydana geldiğini size söyleyecektir. Maddenin en küçük birimi olan atomların serbest haldeyken, tesadüfler sonucu biraraya geldiklerini, hücreyi, insanı, atları, kelebekleri, doğayı, yıldızları, kısacası sizin her an görüp de hayrete düştüğünüz son derece kusursuz ve karmaşık yapıları ve sistemleri oluşturduklarını iddia edecektir.
            Size sunulan diğer alternatif ise bütün bu gördüklerinizin üstün akıl sahibi, herşeye güç yetiren bir Yaratıcı tarafından var edildiğini, hiçbirinin tesadüflerle meydana gelemeyeceğini, çevrenizde gördüğünüz tüm sistemlerin bir Yaratıcının planı ve tasarımı olduğunu söyleyecektir. Ki O Allah'tır.
            Bu aşamada vicdanınıza başvurarak karar vermelisiniz. Sayısız detay içeren, muhteşem sistemlerin tesadüflerle oluşması ve yine kendi kendine bu kadar kusursuzluk içinde işlemesi mümkün müdür?
            Vicdanını kullanan her insan bu soruya cevap verebilir ve evrendeki herşeyin bir Yaratıcısı olduğunu ve bu Yaratıcının çok üstün bir akla, çok üstün bir güce sahip olduğunu ve herşeye güç yetirdiğini kavrayabilir. Çünkü çevresindeki herşeyde Allah'ın delilleri açıkça görülmektedir. Evrende ve canlılarda var olan bilinçli tasarımlar, aralarındaki büyük uyum ancak yüksek bir bilincin ürünü olarak ortaya çıkabilir. Bu, son derece açık, yalın ve tartışmasız bir gerçektir. Sadece yaratılmışlar arasındaki büyük uyumu görmek bile vicdanın, bunların birbirlerinden bağımsız olarak tesadüflerle oluşamayacaklarını, hepsinin tek Yaratıcı olan Allah'ın eseri olduğunu görmesi için yeterli olacaktır.
            Ancak, vicdanını kullanmayan biri aynı anlayışa sahip olamaz. Çünkü bu kavrayış akılla kazanılır ve akıl ancak vicdana uyulduğunda ortaya çıkan manevi bir özelliktir. Vicdana uygun olarak yapılan her tavır aklın oluşmasını ve gelişmesini sağlar. Fakat burada "aklın tanımı" dikkat edilmesi gereken önemli bir noktadır. Akıl, günlük yaşamda kullanıldığı anlamından, yani zekadan farklı bir kavramdır. Bir insan ne kadar zeki olursa olsun, bilgisi, kültürü ne kadar fazla olursa olsun, vicdanını kullanmıyorsa "akılsız" olacaktır ve birçok gerçeği göremeyecek, gördüklerini de kavrayamayacaktır.
            Zeka ile vicdanın kazandırdığı akıl arasındaki farkı şöyle bir örnekle belirginleştirebiliriz: Bir bilim adamı, hücre ile ilgili yıllarca çok derin ve detaylı araştırmalar yapabilir. Bu konuda dünyanın en bilgili kişisi de olabilir. Ancak eğer akıl ve vicdandan yoksunsa, bu kişi sadece hücre ile ilgili bilgilere sahip olacaktır, yani bu bilgileri sadece "taşıyacaktır". Bu bilgilerin doğrultusunda bir çıkarım yapamayacaktır.
            Oysa vicdan ve akıl sahibi bir insan, hücredeki mucizevi özellikleri, detayındaki mükemmellikleri görerek, bu kadar karmaşık bir yapının ancak ve ancak bir Yaratanı, üstün akıl sahibi bir tasarlayıcısı olması gerektiğini anlar. İnsan vicdanıyla düşünmeye devam ederse şu sonuca varacaktır: Hücreyi bu mükemmellikte yaratan güç, diğer tüm canlı ve cansız varlıkların da Yaratıcısı olmalıdır.
            Kuran'da, vicdanını dinleyerek bu yöntemle Allah'ı bulan Hz. İbrahim örnek verilmektedir:

            Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim Rabbimdir." Fakat (yıldız) kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti. Ardından ay'ı, (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce: "Bu benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "Andolsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum." Sonra güneşi (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: "İşte bu benim Rabbim, bu en büyük" demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım. Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim." (Enam Suresi, 76-79)

            Yukarıdaki ayetlerde Hz. İbrahim'in akıl yoluyla Allah'ı nasıl bulduğu görülmektedir. Vicdanıyla, çevresinde gördüğü herşeyin ancak birer yaratılmış varlık olduklarını, Yaratanın ise onlardan çok daha üstün bir varlık olduğunu anlamıştır. Vicdanına başvuran herkes, kendisine anlatan biri bulunmasa dahi bu gerçeği görebilecektir. Hırslarını, tutkularını karıştırmadan samimi olarak, sadece vicdanını kullanarak düşünen herkes Allah'ın varlığını ve yüceliğini kavrayabilir.


                                                                      

     ALLAH'IN APAÇIK OLAN VARLIĞINI SAKIN ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN

            İnsan dünyaya geldiği andan itibaren son derece düzenli bir ortamda yaşar. Varlığını sürdürmek için oksijene ihtiyacı vardır. Ne ilginçtir ki yaşadığı dünyanın atmosferi tam ihtiyaç duyduğu miktarda oksijeni ona sağlar ve o da bu sayede rahatlıkla nefes alabilir. Yaşadığı gezegende canlılığın oluşabilmesi için bir ısı kaynağının varlığı zorunludur, tam da gereken ısı ve enerjiyi sağlayabilecek mesafede Güneş vardır. Yaşamını sürdürmek için beslenmeye ihtiyacı vardır. Dünya üzerinde nereye gözünü çevirse çeşit çeşit yiyecekle karşılaşır. Aynı şekilde suya ihtiyaç duyar, üzerinde bulunduğu gezegenin dörtte üçü sularla kaplıdır. Barınmaya ihtiyacı vardır. Çevresinde ona barınak oluşturabilecek pek çok mekan ve bu mekanları inşa edebileceği her türlü materyal mevcuttur.
            Burada saydıklarımız insanın varlığından söz etmek için gerekli olan milyonlarca, milyarlarca detaydan yalnızca birkaçıdır. Özet olarak insan, tam olarak yaşamını sürdürebileceği, açıkça "insan için yaratılmış" bir mekanda hayata başlar.
            Ama her nedense insan tüm bunları bir alışkanlık perdesinin ardından değerlendirir; onun için tüm bu anlatılanlar "olağan" şeylerdir. Oysa insan içinde bulunduğu durumu sorgulayarak etrafına bakabilirse, alışılmışlığın dışına çıkacak ve düşünmeye başlayacaktır:
            Nasıl oluyor da gökyüzü dünya için koruyucu bir tavan görevi görüyor?
            Nasıl oluyor da insan vücudundaki trilyonlarca hücrenin her biri kendi yapacağı işleri biliyor?
            Nasıl oluyor da yeryüzü üzerinde olağanüstü bir ekolojik denge mevcut?…
            İşte bunlara benzer soruları araştırarak düşünen kişi doğru yolda demektir. Etrafında her an olup bitenlere karşı duyarsız kalmıyor, olağanüstü bir şeyler olduğunu anlamazlıktan gelmiyor demektir. Sorular sorarak, bunların cevaplarını vererek düşünen kişi bir süre sonra herşeyin bir plan, bir düzen üzere olduğunu fark edecektir:
            Tüm evrendeki kusursuz düzen nasıl meydana gelmiştir?
            Dünyadaki dengeler kim tarafından sağlanmıştır?
            İnanılmaz bir çeşitliliğe sahip olan dünyadaki canlılar nasıl ortaya çıkmıştır?
            Bu gibi soruların cevaplarını araştıran insan çok açık bir gerçekle karşılaşır. Evrendeki herşey; her türlü düzen, her canlı, her mekanizma bir planın parçası, bir tasarımın ürünüdür. Bir böceğin kanadındaki kusursuz yapıdan, bitkilerin topraktan aldıkları suyu metrelerce yukarıya hiç zorlanmadan çıkarmalarını sağlayan taşıma sistemlerine, gezegenlerin yörüngelerindeki düzenden dünyanın atmosferindeki gazların oranına kadar her detayda benzersiz bir kusursuzluk vardır. Tüm bunların tesadüfen meydana gelmesi ise kesin olarak imkansızdır. Çünkü kusursuz düzenlerin, iç içe geçmiş mekanizmaların bulunduğu bir yerde elbette bir akıl, bilinçli bir düzenleme vardır.
            İşte insan dünya üzerinde gözünü çevirdiği her yerde, gördüğü her detayda Yaratıcı’sını bulur. Herşeyi kontrolünde tutan, her türlü yaratmadan haberdar, tüm alemlerin Rabbi olan Allah varlığını bu kusursuzlukla ona tanıtır. Etrafımızdaki herşey; uçan kuşlardan atan kalbimize, insanın kendi doğumundan gökyüzünde güneşin varlığına kadar herşey Allah’ın sonsuz gücünü, yaratmada ortağı olmadığını bize gösterir. Allah’ın büyüklüğü sınırsızdır. O’nun gücü herşeye yeter. İnsana düşense bu gerçeği kavramaktır.
            O halde siz de etrafınızdaki canlı cansız tüm varlıkların Allah’ın varlığını ve gücünü gösterdiğini anlamazlıktan gelmeyin. Çevrenizde gördüğünüz şeylere bakın ve Rabbiniz olan Allah'ın sonsuz kudretini, kadrini takdir etmeye çalışın.
            Allah’ın varlığı APAÇIK bir gerçektir. Bu gerçeği anlamazlıktan gelmek, sadece kişinin kendine vereceği büyük zararların başlangıcı olur. Çünkü Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, yücedir, büyüktür. Allah gökten yere herşeyin sahibidir. Allah Kuran'da Zatı'nı şöyle tanıtır:

            Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'-nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)



          ALLAH’IN GÖKLERDEKİ VE YERDEKİ HAKİMİYETİ

            Milyonlarca küçük tuğlayı bir araya getirerek çok gelişmiş bir şehir maketi inşa ettiğinizi düşünün. Bu şehrin içinde gökdelenler, birbirinin içine geçmiş yollar, tren istasyonları, havaalanları, alışveriş merkezleri, yer altına kurulmuş metrolar, bunların yanında akarsular, göller, ormanlar ve bir sahil olsun. Aynı zamanda sokaklarında dolaşan, evlerinde oturan, işyerlerinde çalışan yüzlerce insan da olsun. En ufak bir detayı bile atlamayın. Yollardaki trafik lambalarını, bilet kesen gişeleri, bir otobüs durağının tabelasını bile...
            Sonra birisi size gelip her bir taşını özenle seçtiğiniz, en ince ayrıntısına kadar planlayarak kurduğunuz bu şehrin tüm parçalarının tesadüfen biraraya geldiğini ve bu şehri oluşturduğunu söylese, karşınızdaki kişinin akıl sağlığı hakkında ne düşünürsünüz?
            Şimdi tekrar inşa ettiğiniz şehre dönün, tek bir parçayı yerleştirmeyi unuttuğunuzda ya da yerini değiştirdiğinizde bütün şehrin birdenbire yıkılabileceğini düşünün. Ne kadar büyük bir denge kurmanız ve düzen oluşturmanız gerektiğini tahmin edebiliyor musunuz?
            İşte içinde bulunduğumuz dünyadaki yaşam da insan aklının alamayacağı kadar çok detayın biraraya gelmesi ile mümkün olmaktadır. Bu detaylardan sadece birinin veya birkaçının olmaması, dünyada yaşamın olmaması anlamına gelebilir.
            Maddenin en küçük parçası olan atomdan içinde milyarlarca yıldızı barındıran galaksilere, dünyanın ayrılmaz bir parçası olan Ay'dan içinde bulunduğu Güneş Sistemi'ne kadar herşey, her detay, müthiş bir uyum içinde çalışmaktadır. Özenle kurulmuş olan bu sistem adeta bir saat gibi hiç aksamadan işlemektedir. Öyle ki insanların tümü, milyarlarca yıldır süregelen bu sistemin hiçbir detay unutulmaksızın işlemeye devam edeceğinden öylesine emindirler ki, 10 yıl sonra gerçekleştirmeyi düşündükleri bir olayın planını bile rahatlıkla yapabilirler. Hiç kimse ertesi gün güneşin doğup doğmayacağının endişesini taşımaz. İnsanların büyük çoğunluğu, "dünya güneşin çekim alanından aniden çıkar da kapkara uzay boşluğunda bilinmeyene doğru yol alır mı?", "böyle bir şeyin olmasını ne engelliyor?" diye düşünmez.
            Yine insanların çoğu, uykuya dalarken beyinlerinin dinlendiği gibi kalplerinin ya da solunum sistemlerinin de dinlenmeyeceğinden son derece emindirler. Oysa bu iki hayati sistemden sadece birinin bile birkaç saniyeliğine durması kolaylıkla hayatımıza mal olacak sonuçlar doğurabilir.
            İşte tüm hayatı kuşatmış olan ve her olayı "normal seyrinde akıyor" şeklinde değerlendirmeye sebep veren "alışkanlık gözlüğü" çıkarıldığında, aslında herşeyin pamuk ipliğine bağlı denilebilecek şekilde ince planlanmış, birbirine bağlı sistemlerden oluştuğu rahatlıkla görülebilir. Gözünüzü çevirdiğiniz her noktada kusursuz bir düzenin hakim olduğunu fark edersiniz. Elbetteki böyle bir düzeni ve uyumu oluşturan büyük bir güç vardır. Bu gücün sahibi, herşeyi yoktan var eden Allah'tır. Bir ayette şöyle denir:

            O biri diğeriyle 'tam bir uyum (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman' (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir "çelişki ve uygunsuzluk (tefavüt)" göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip gezdir; herhangi bir çatlaklık görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip gezdir; o göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana geri dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)

            Gerek gökyüzü, gerek yeryüzü, gerekse bu ikisi arasında yaşayan canlılara baktığımızda her birinin tek tek kendilerini var eden Yaratıcı'nın varlığını ispatladığını görürüz.
                                                                                             



                       ALLAH'IN SONSUZ YARATMA SANATI

            Allah'ın yaratışı sonsuz ve sınırsızdır. Bunu daha iyi anlamak için kendinizi düşünün. Siz de diğer insanlar gibi elleri, kolları, gözleri, kulakları, bacakları olan milyarlarca insandan birisiniz, ama aynı zamanda her birinden farklısınız. İnsanlık tarihinin başından bugüne kadar milyarlarca yaşamıştır. Ve bu insanlar da sizin gibi ellere, kollara, gözlere, kulaklara sahip olmasına rağmen size hiç benzememiştir. Allah dilerse bu insanlardan sonsuz sayıda daha yaratabilir. Ayetin de ifadesiyle; "...O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir." (Fatır Suresi, 1)
            Allah şu an izlediğiniz görüntüleri size kesintisiz olarak izlettirmektedir. Sonsuz bir gücün her an kontrolündeyiz. Allah'ın yaratması her yerde ve her an devam etmektedir.
            Allah'ın üstün yaratmasındaki gerçek, bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm kavramlar için geçerlidir. Nitekim "…ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır?" (Nahl Suresi, 8) ayetiyle de Allah'ın bilmediğimiz nice şeyler yarattığına dikkat çekilmiştir.
            Allah bizim görmediğimiz birçok alemi ve varlığı da yaratmıştır. Diğer alemlerin varlığını daha iyi anlayabilmek için şöyle düşünebiliriz: Nasıl ki bir resme baktığımızda yalnızca en ve boy olmak üzere iki boyut görüyorsak, içinde yaşadığımız dünyaya baktığımızda da en, boy ve derinlik olmak üzere üç (zamanı da katarsak dört) boyut kavrayabiliriz. Bundan fazlasını ise algılayamayız. Oysa Allah katında bildiklerimizden başka boyutlar da yaratılmıştır. Örneğin melekler farklı boyutlardan birinde yaşayan varlıklardır. Kuran'da bildirildiği gibi, melekler bulundukları boyut ve mekandan bizleri görebilmekte ve duyabilmektedirler. Hatta iki yanımızdaki yazıcı melekler her anımıza şahittirler. Her konuştuğumuzu, her yaptığımızı yazmaktadırlar. Ancak biz onları göremeyiz. Allah bu meleklerin görevlerini ayetlerde şöyle bildirmiştir:

            Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız. Onun sağında ve solunda oturan iki yazıcı kaydederlerken. O, söz olarak (herhangi bir şey) söylemeyiversin, mutlaka yanında hazır bir gözetleyici vardır. (Kaf Suresi, 16-18)

            Bunun gibi Kuran'da anlatılan daha pek çok melek vardır; Cennet melekleri, cehennem zebanileri, Allah'ın arşını taşıyan melekler, vahiy melekleri, Allah'ın izniyle insanlara yardım eden melekler... Melekler, insanlardan farklı olarak bir imtihana tabi tutulmazlar. Allah'ın çok üstün bir ahlak verdiği, durmaksızın Allah'ı tesbih edip yüceltmek ve sadece itaat etmek için yaratılmış olan varlıklardır.
            Allah'ın Kuran'da varlıklarını bildirdiği cinler de yine ayrı bir boyuta ait varlıklardır. Onlar da aynı insanlar gibi yaşamları boyunca denenmektedirler ve sorumlu oldukları kitap Kuran'dır. Ancak sahip oldukları özellikler insanlardan çok farklıdır. İnsanların bağlı oldukları sebep sonuç ilişkilerinden çok daha farklı sebeplere bağımlı olarak yaratılmışlardır. Kuran'da cinlerden söz edilirken şöyle denir:

            (Allah) Cann'ı (cinni) da 'yalın-dumansız bir ateşten' yarattı. (Rahman Suresi, 15)

            Ayetin ifadesiyle 'yalın dumansız bir ateş'ten yaratılan bu varlıklar, siz farkında olmasanız da Allah'ın kendileri için yarattığı bir mekanda yaşamlarını sürdürürler. Onlar da doğar, büyür ve ölürler. Bu varlıkların insanlarla aynı olan yaratılış amaçları ise Kuran'da şu şekilde bildirilmiştir:

            Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)

            Bunlar Allah'ın yaratmadaki benzersizliğinin kavranabilmesi için üzerinde düşünülmesi gereken gerçeklerdir. Allah sonsuz sayıda evren, sonsuz sayıda varlık, sonsuz sayıda mekan yaratmaya güç yetirendir. Dahası her birini birbirinden çok daha farklı özelliklerle yaratabilir. Nitekim Allah ahirette cenneti ve cehhennemi yaratacaktır. Cennet ve cehennem bizim dünyada alışık olduğumuzdan çok daha farklı bir yaratılışta olacaktır. Örneğin dünyada daima bozulma, yaşlanma, çürüme, eskime ve tükenme vardır. Oysa cennette sonsuza kadar sürecek zaman içerisinde hiçbir şey bozulmayacaktır; Allah'ın Kuran'da bildirdiği "tadı değişmeyen sütten ırmaklar" cennetin bu özelliğine dikkat çeken örneklerden biridir. Cennette insan bedeni de yıpranmayacak; yaşlanma asla olmayacaktır. Allah Kuran'da cennette herkesin yaşıt olduğunu bildirmektedir ve cennet insanları sonsuza kadar en güzel halleriyle, hiç yaşlanmadan, birbirleriyle yaşıt olarak yaşayacaklardır. Allah yine Kuran'da tükenmeyen kaynaklardan içecekler olduğunu bildirmektedir. Cehennemdeki yaratılış da bambaşkadır. Allah cehennemde, benzeri görülmemiş azap çeşitlerini yaratacaktır. Hiçbir insan yaşamadan, oradaki azabın nasıl olacağını tahmin edemez.
            Bizim sahip olduğumuz bilgi sadece Allah'ın izin verdiği kadarıdır. Allah ilmi ise sonsuzdur. Örneğin Allah dünyada insan için yedi ana renk var etmiştir. Biz sekizinci bir rengi zihnimizde canlandıramayız. (Bu, doğuştan kör olan birine kırmızıyı tarif etmeye benzer. Ne dersek diyelim yine de kırmızı rengi tam olarak ifade edemeyiz.) Oysa Allah sonsuz sayıda renk yaratabilir ama biz Allah'ın bize gösterdikleri dışındakileri kavrayamayız.
            İnsanın beş duyusu vardır, altıncıyı hayal bile edemez. Oysa Allah'ın altıncı duyuyu yaratmak için sadece "Ol" demesi yeterlidir. Bunun gibi Allah hiç bilmediğimiz sonsuz sayıda duyu yaratabilir. Bunların belki ahirette bir kısmını bize gösterecek de olabilir.
            Allah dünyadaki herşeyde bir sınır yaratmıştır. Her işin bir sonu vardır. Bu nedenle "sonsuz" kavramını ve Allah'ın sonsuz kudretini anlayabilmek için üzerinde düşünmek ve bilinen bazı ölçülerle kıyas yapmak gerekir. Böyle bir kıyas için şu örneği verelim: İçinde bulunduğumuz evrenin, aslında bir atomun çekirdeği olduğunu düşünün. Bulunduğunuz evrenin dışını merak ederek araştırma yaptığınızı farzedelim. Bulunduğunuz noktadan araştırma yaparak ulaşabileceğiniz en uç yer atomun dış sınırı olacaktır. Çekirdekle dış sınır arasında keşfettiğiniz her elektronda büyük bir aşama kaydettiğinizi düşünürsünüz. Atomun dış sınırına ulaştığınızda ise bunun devamında da en fazla evrenin aynı şekilde devam ettiğine ihtimal verirsiniz. Fakat içinde bulunduğunuz atomun büyüklüğüne eşdeğer olan tahmin edemeyeceğiniz kadar çok sayıda atom olabileceğini hayal bile edemezsiniz. Bu örneğe benzer şekilde içinde yaşadığımız evreni çok büyük zannederiz. Kendi boyutlarımızla ya da dünyanın boyutları ile kıyasladığında evren, ucu bucağı belli olmayan bir yer olduğu için tabii ki bize büyük gelir. Oysa belki gözümüzde onca büyüttüğümüz evren diğer evrenlerle kıyaslandığında bir atomun içi kadar bir yer kaplıyordur. Bunun en doğrusunu ise Allah bilir.
            Allah'ın evrende yarattığı tüm atomların sayısını ise dile getirmek oldukça zordur. Oysa onları kusursuz olarak yaratan Allah belki de her birinin içinde aynen bizim evrenimize benzeyen kusursuz evrenler yaratmıştır. Nitekim ayetlerde Allah'ın sonsuz yaratma gücüne dikkat çekilir:

            Görmüyorlar mı, gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler. (İsra Suresi, 99)
            Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)

            Unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. Ne kadar çok örnek verirsek verelim, bu, Allah'ın sonsuz gücünü ve benzersiz ilmini anlatmak için asla yeterli olmayacaktır. Tüm bunlar, Allah'ın bize dünyada öğrettiği bilgiler doğrultusunda geliştirilen fikirlerdir. Ancak burada unutulmaması gereken önemli bir nokta vardır; Allah'ın gücü ve büyüklüğü sınırsız olduğu için anlatılanların hepsinin Allah'ın dilemesiyle istediği anda gerçekleşmesi mümkündür. Biz ise Allah'ın bize öğrettiği dışında hiçbir şey hakkında kesin bir şey söyleyemeyiz ve Allah'ın bildirdikleri dışında hiçbir bilgiye sahip olamayız.
            Bunlar Allah'ın emri gereği, O'nun herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz ve bundan sonra çevrenizde göreceğiniz her detayda O'nun büyüklüğünün sergilendiğini düşünmeniz için anlatıldı. Çünkü bu büyük gerçeği düşünmek ve hatırlatmak Allah'a kul olan her insan için bir sorumluluktur.
            Unutulmamalıdır ki, büyük olan Allah'tan yüzçeviren, O'nun ayetlerini görmezlikten gelen ve O'na isyankar olanlar, büyük bir cezayı hak edeceklerdir. Kuran'da, cehennemde bu gibi kişiler hakkında verilecek olan emir şöyle haber verilir:

            Onu tutuklayın, hemen bağlayın. Sonra çılgın alevlerin içine atın. Daha sonra onu, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurup gönderin. Çünkü, o, büyük olan Allah'a iman etmiyordu. (Hakka Suresi, 30-33)

           
             
       ALLAH’IN SONSUZ GÜCÜNÜ VE HER ŞEYİN ALLAH’IN KONTROLÜNDE OLDUĞUNU SAKIN UNUTMAYIN

            İnsanların bazıları, Allah'ın varlığına inansalar bile, Allah'ın "herşeyi yaratıp bıraktığı" sonra bu düzenin kendi kendine devam ettiği şeklinde sapkın bir inanca sahiptirler. Oysa evrenin her noktasında her an meydana gelen tüm olaylar Allah'ın izniyle, O'nun bilgisinde ve kontrolünde gerçekleşir. Kuran'da bildirildiği gibi:

            Allah'ın, gökte ve yerde olanların hepsini bilmekte olduğunu bilmiyor musun? Gerçekten bunlar bir kitaptadır. Hiç şüphesiz bunlar(ı bilmek), Allah için pek kolaydır. (Hac Suresi, 70)

            Evrenin her noktası Allah'ın büyüklüğünü yansıtır. Ama Allah'ın sonsuz gücünü ve ilmini anlatmaya asla yeterli olmaz. Allah bütün üstün sıfatların ve bütün güzel isimlerin tek sahibidir. Allah'ın ilmi, aklı, gücü, kudreti, rahmeti, şefkati, fazlı, ihsanı sonsuzdur. Her insan ise aklı ve vicdanı ölçüsünde Allah'ın büyüklüğünü kavrayabilmek için çaba göstermelidir.
            Biz uyurken, otururken, yürürken, aklımızın ucundan bile geçirmezken Allah evrende var olan tüm sistemleri tek tek çalıştırıp idare eder. Varlığımızın devamı için meydana gelen işlemlerin her biri Allah'ın kontrolündedir. Küçük bir adım atabilmemiz bile, yerin çekim kuvvetinden iskelet sistemimize, sinir ve kas sistemimizden beynimize ve kalbimize, hatta dünyanın dönüş hızına kadar herşeyin Allah tarafından ince ince hesaplanmış olmasına bağlıdır.
            Bunlardan bazılarını sıralayalım; her saniye dünyaya 16 milyon ton su düşer. Ve eşit miktarda su yerden buharlaşarak havaya karışır. Buharlaşma sadece deniz ve okyanuslardan değil, göller ve akarsulardan, bitkilerden, toprak yüzeyindeki sulardan, hatta yerin derinliklerinden bile kolayca sağlanır. Siz bu paragrafı okurken en az 2-3 saniye geçti ve şu anda Allah'ın izniyle 16x3=48 milyon ton su yere düştü ve aynı anda bu kadar su buhar olarak tekrar havaya karıştı.
            Her saniye dünya üzerinde ortalama 100 şimşek oluşur. Son bir saatte dünyanın çeşitli köşelerinde 36.000 tane şimşek Allah'ın kontrolünde oluştu. Her şimşek çakışında da trilyonlarca ton azotdioksit molekülü açığa çıkarak atmosferde var olan %78 azot oranını korudu.
            Toprak, ucu bucağı olmayan bir fabrika gibi bünyesinde barınan trilyonlarca bakteriyle durmaksızın yaptığı azot çevirimine şu anda da devam ediyor.
            Siz şu anda bu cümleyi okurken güneş 564 milyon ton hidrojeni 560 milyon ton helyuma dönüştürdü, arta kalan 4 milyon ton hidrojeni de enerjiye çevirdi. Bu olay sonucu milyonlarca atom bombasının patlamasıyla ortaya çıkabilecek enerjiye eş, korkunç bir ışık ve radyasyon yumağı oluştu. Bize sadece güzel bir sıcaklıkla aydınlık ileten güneş, aslında şu anda kıpkırmızı gaz bulutlarından oluşan derin bir kuyu. Kaynayan yüzeyinden milyonlarca kilometre öteye fışkıran dev alev girdapları, dipten yüzeye doğru yükselen dev hortumlardan oluşuyor ve bir saniyede insanlığın medeniyetin başlangıcından beri kullandığından bile daha fazla enerji üretiyor. Biz ise bu enerjinin 2 milyarda birini kullanıyoruz. Saniyeler, saatler geçiyor, güneş hiç durmadan enerji üretiyor. Güneşin bütün zararlı, öldürücü ışınları bize ulaşmadan önce atmosfer ve dünyanın manyetik alanı tarafından süzülüyor. Güneş, bizim yaşamımız için özel olarak yaratılmış bir ışık kaynağı. Allah Kuran'da bunun hikmetini şöyle açıklamıştır:

            Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır... Güneşi ve ayı hareketlerinde sürekli emrinize amade kılan, geceyi ve gündüzü de emrinize amade kılandır. Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 32-34)

            Yukarıda anlattıklarımız sadece Allah'ın en yakınımızda olan güneşte meydana getirdiği olaylardan birkaç tanesidir. Daha uzaklarda var olan, sadece geceleri göğü süsleyen yıldızların birçoğu güneşten kat kat büyüktür. Bizler geceleri gökyüzünde sadece estetik bir görüntü ve sakinlik görürüz. Oysa birçoğunda meydana gelen olaylar sonucu çıkan enerji güneşinkiyle kıyas bile edilemeyecek kadar yüksektir.
            Siz bu yazıları okurken dünyanın çeşitli bölgelerinde rüzgarlar esiyor ve tonlarca ağırlıktaki bulutları yerinden kaldırıyor. Belki odanızdan içeri güneş ışığı sızıyor ama dünyanın sizin bilmediğiniz bir köşesinde her yeri buzlar kaplamış, başka bir köşesinde yağmurlar yağıyor bu durumu Allah bize Kuran'da yağan her yağmurun kendi katından belirlenmiş bir miktar ile indiğini bildirmektedir. Kar da onun katında belli, karalarda tutan buzun kalınlığı da... Üstelik dünyanın her köşesinde filizlenen sayısız tohumun bilgisi de... Gerçek budur, çünkü

            ...O'nun ilmi olmaksızın, hiçbir meyve tomurcuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da... (Fussilet Suresi, 47)

            Yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi şu anda dünyanın her yerinde bir çok insan Allah'ın bilgisi dahilinde dünyaya geliyor. Aynı zamanda birçok da ölüm vakası oluyor. İnsanlar nerede doğacaklarını, nasıl bir hayat süreceklerini ve yine nerede, ne zaman öleceklerini kendileri bilmiyorlar ama bu bilgilerin hepsi Allah'ın katında kesin olarak belli. Bu gerçeğe Kuran'da şöyle dikkat çekiliyor:

            ...Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır. (Lokman Suresi, 34)

            Siz şu anda hiçbir sarsılma hissetmiyorsunuz; evinizde, odanızda, yatağınızda, hiçbir yerde sarsılma yok; ama dünyamız uzayda dev kütlesiyle saniyede 30 km. hızla yol alıyor. Şu anda 30 km. yol aldık, derken 60, derken 90 km... Allah'ın düzenleyip kurduğu sistem öylesine mükemmel ki, siz hala bu müthiş hızı hissetmeden yaşamanızı sürdürebiliyorsunuz.
            Dünya'nın Güneş etrafındaki hızı, silahtan çıkan bir merminin hızının yaklaşık 60 katı; yani saatte 108.000 km... Böyle büyük bir hızla hareket edebilen bir araç kullansaydık, dünyanın çevresini 22 dakikada dolaşırdık. Dünyamız güneş etrafında böyle hızla dönerken aynı zamanda güneşle birlikte saniyede 20 km. hızla da Vega yıldızına doğru hareket ediyor. Galaksimiz ise tüm güneşleri, gezegenleri, kuyruklu yıldızları ve dünyaları ile tam bir devir hareketini tamamlamaya çalışıyor. Bu hareketi ise 200 milyon yılda tamamlayabiliyor. Var olan herşey gibi gök cisimleri de Allah'a boyun eğmiş durumdalar ve her adımları Allah'ın kontrolünde, Kuran'da haber verildiği gibi:

            ...Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir. (Bakara Suresi, 116)

            Dünyamızın gerçekleştirdiği bu kapsamlı yolculuktan bizim haberimiz bile olmaz. Bu yolculuk bizim hayatımızı olumsuz yönde etkilemez; böyle bir hızda dünyanın yüzeyinde hiçbir canlı kalmaması gerekirken Allah'ın yarattığı yerçekimi kanunu ve kurduğu birçok düzen neticesinde dünyada bulunanlar bu seyahati hiç hissetmezler. Var olan herşey gibi bu seyahatin her saniyesi Allah'ın izni ve kontrolüyle gerçekleşir.
            Dünyanın ve tüm evrenin varlığını sürdürebilmesini tesadüflere bağlamak ise çok büyük bir yanılgı olur. Dünyadaki ve evrendeki her düzen, tesadüfe kesinlikle yer olmadığının ve Allah'ın varlığının açık bir delilidir. Örneğin dünya güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki, her 29 km. de bir doğru çizgiden yalnızca 2.8 milimetrelik bir sapma gösterir. Eğer bu sapma 0.3 milimetre az veya 0.3 milimetre daha fazla olsa, yeryüzündeki canlılar donarak veya kavrularak ölürlerdi. Küçük bir bilyenin bile milim şaşmadan aynı yörüngede dönebilmesi neredeyse imkansızken, dev kütlesiyle dünya böyle bir dönüşü gerçekleştirir. İşte "...Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır" (Talak Suresi, 3) ayetinde bildirildiği gibi, çevremizde gördüğümüz muhteşem düzen, Allah'ın milyarlarla ifade edilen büyüklükteki sistemleri milimlere bağlı dengelerle koruması sayesinde ortaya çıkar.
            Şu anda milyarlarca insanın kalbi, beyni, midesi, pankreası, karaciğeri, akciğeri, sinir, solunum ve savunma sistemleri Allah'ın bilgisi dahilinde, O'nun izniyle işliyor. Allah bunları şu ana kadar yaşamış olan insanlarda da gerçekleştirmişti. Bundan sonraki bütün insanların vücutlarında gerçekleşecek olan her işlemde Allah’ın izniyle olmaya devam edecektir.
            Nefes almak insanın hayati fonksiyonlarından biridir ama bunu başarabilmesi için en ufak bir çaba göstermesine dahi gerek yoktur. Hem dış çevresinde, hem de bedeninde gereken tüm şartlar, Allah tarafından düzenlenip yaratılmıştır. İnsan doğduğu andan ölene kadar hiç durmadan nefes alır ama bu fonksiyonun gerçekleşebilmesi için hangi unsurların bir arada bulunması gerektiğini biliyor musunuz?
            Herşeyden önce insanın nefes alabilmesi için atmosferdeki azot, oksijen ve karbondioksit oranının çok iyi dengelenmiş olması gerekir. Bu dengede ufak değişikliklerin olması insanın ölümüne kadar varan tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Allah bu oranın korunması için sayısız faktörü vesile etmiştir. Güneşten, güneşin ışığını kullanarak fotosentez yapan bitkilere, toprağın içini kaplayan mikroorganizmalara kadar birçok varlık bu oranın korunmasından sorumludur. Yağan yağmurlar, çakan şimşekler, basınç seviyesi, yerin çekirdeğindeki elementlerin oranı ve daha saymakla bitmeyecek kadar çok unsur dolaylı veya dolaysız olarak bu gaz oranının korunması için faaliyet gösterirler. Bunlardan biri olmasa, örneğin gözümüzle bile göremediğimiz mikroorganizmalar faaliyetlerini durdursa; azot çevrimi, karbondioksit çevrimi gibi birçok hayati fonksiyon bir anda durur. Dolayısıyla birbirini hızla etkileyen sistemin programı bir anda bozulur. Ancak etrafınıza baktığınızda göreceğiniz düzen ve dengeden rahatlıkla anlayacağınız gibi böyle bir bozulma milyarlarca yıldır meydana gelmemiştir. Ve bundan sonra da Allah'ın dilediği vakte kadar bu tür bir olay söz konusu olmayacaktır. Çünkü Allah ince ayarlarla dengelenmiş bu sistemleri tek tek her an faaliyet halinde tutmakta ve evrendeki tüm düzen Allah'ın emri ile bu müthiş uyumu korumaktadır.
            Bulunduğunuz odada yalnız olmadığınızı, Allah'ın sizden başka bir çok canlı daha yarattığını, içinde bulunduğunuz o küçük mekanda yüzbinlerce faaliyetin sürdüğünü biliyor musunuz? Örneğin cildinizin üstünde oldukça yoğun bir hareket var. Derinizde bulunan "akar"lar bir yandan yaşamlarını sürdürürken bir yandan da deri üstünde biriken ölü hücreleri temizleyerek siz farkında bile olmadan sizi koruyorlar. Cildinizin üstünde milyonlarca yararlı ve zararlı bakteri durmaksızın mücadele ediyor ve hepsinin beslenmesinden mikroskobik bedenlerinde var olan sindirim sistemlerine kadar bildiğiniz veya bilmediğiniz tüm faaliyetler Allah'ın kontrolü ile gerçekleşiyor.
            Gözle görülmeyen alemin üyeleri şu an muhtemelen sebzeliğinizde de bulunuyorlar. Belki yarın sebzeliğinizi açtığınızda bir portakalın hafifçe küflendiğini göreceksiniz. İşte bu olay şu an sizin haberiniz bile olmadan orada bulunan bakterilerin besin ihtiyaçlarını karşılama çabalarından kaynaklanmış olacaktır. Evinizin bir köşesinde fotosentez gibi oldukça karmaşık bir işlemi gerçekleştiren çiçeğiniz ise evinizdeki bir diğer canlı.
            Dünyada bulunan bütün canlı türlerinin her birinin tüm fonksiyonları Allah'ın izni ile çalışıyor. Toprağın altında ve üstünde yaşayan bütün canlılar şu anda Allah'ın izni ile rızkını arıyor ve hepsinin rızkını Allah veriyor. Avlanmaları, beslenmeleri, barınmaları, tehlikelerden korunmaları tek tek Allah'ın kontrolünde yaratılıyor. Kuran'da bu sır bize şöyle haber verilir:
           
            Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)

            Gördüğünüz ya da görmediğiniz düzenler her an Allah'ın izniyle işler. Sizi de, yapmakta olduklarınızı da, canlı cansız tüm varlıkları da Allah yaratır ve kontrolünde tutar. Dünyada atmosferden litosfere, hidrosferden biyosfere kadar var olan hassas ölçülü ve dengeli yaşam, güneş sisteminde bulunan gezegenlerin her an aldığı yol, o gezegenlerde meydana gelen tüm olaylar da Allah'ın kontrolündedir. Allah sonsuz ilmiyle bunları yaratır ve düzenler. Sonsuz gücü ve kudreti ile herşeyi korur ve faaliyetlerini sürdürmelerine izin verir. Allah'ın ilmi, aklı, gücü, rahmeti, şefkati, merhameti, ihsanı sonsuzdur. İnsan Allah'ın ilminin büyüklüğünü gücünün yettiğinin en fazlasıyla kavrayabilmek için ciddi olarak çaba harcamalı ve düşünmelidir.


   ALLAH’IN HERŞEYİ SARIP KUŞATMASI, BİZE ŞAH DAMARIMIZDAN YAKIN OLMASI NASIL OLUYOR?

            Madde bir algıdan ibarettir. Gerçek mutlak varlık ise Allah’tır. Yani var olan sadece Allah’tır. Ondan başka herşey gölge varlıklardır. Allah her yerdedir ve her yeri kaplamaktadır. Var olan herşey, Allah’ın bize gösterdiği birer görüntüdür.
            Maddesel varlıklar birer algı olduklarına göre Allah’ı göremezler, ama Allah, kendi yarattığı maddeyi her şekliyle görür. Yani biz Allah’ın varlığını gözlerimizle algılayamayız. Ama Allah bizim içimizi, dışımızı, bakışlarımızı, düşüncelerimizi tam olarak kuşatmıştır. O’nun bilgisi dışında, tek bir söz söyleyemeyiz, hatta tek bir nefes dahi alamayız.
            Dış dünya sandığımız algıları seyrederken, yani hayatımızı sürerken de bize en yakın olan varlık, herhangi bir algı değil, Allah’ın Kendisi’dir. Kuran’da yer alan “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf Suresi, 16) ayetinin sırrı da bu gerçekte gizlidir. Bir insan kendi bedeninin “madde”den oluştuğunu zannettiğinde bu önemli gerçeği kavrayamaz. Çünkü “kendi” zannettiği yer beyniyse, dışarısı olarak kabul ettiği yer kendisine 20-30 cm gibi belirli bir uzaklıkta olur. Ama madde diye birşeyin var olmadığını, herşeyin hayal olduğunu kavradığında, artık dışarısı, içerisi, uzak, yakın gibi kavramlar anlamsızlaşır. Allah kendisini çepeçevre kuşatmıştır ve ona “sonsuz yakın”dır.



              ALLAH'IN HER ŞEYİ BİLDİĞİNİ SAKIN UNUTMAYIN

            Allah her şeyi kuşattığı için insanların yaşadığı her şeyi de en iyi bilendir. Ağrıyı, acıyı, sevgiyi, hazzı, üzüntüyü, sevinci, gülmeyi, ağlamayı tüm bu duyguları yaratan Allah'tır ve dolayısıyla Allah tüm bunları çok iyi bilir. Bildiği için yaratır ve kullarına dilediği miktarda tattırır. Fakat burada şu nokta çok iyi anlaşılmalıdır: Allah bu acı ve eksikliklerden tamamen uzaktır. Allah'ın Kuran'da belirtilen bir sıfatı da Kuddüs'tür ve Kuddüs "hatadan, gafletten, acizlikten ve her türlü eksiklikten çok uzak, pek temiz" anlamındadır. Allah'ın neden acılardan, ağrılardan etkilenmediği böylece daha iyi anlaşılır.
            Allah'ın yaşadığımız ağrıları, acıları ve yaşadığımız her türlü duyguyu biliyor olması aynı zamanda Allah'ın bize şahdamarımızdan da yakın olduğu gerçeğini bir kez daha anlamamızı sağlar. Allah insanı her yerde görür. Kuytu, gizli, kapalı, kimsenin görmediği bir yerde tek başına olsa da, çok gizli bir iş üzerinde olduğunu düşünse de Allah onu görür. Allah'ın her şeyden haberdar olduğu Kuran'da şöyle ifade edilmiştir :

            Onlar bilmiyorlar mı ki, elbette Allah, onların gizli tuttuklarını da, fısıldaştıklarını da biliyor. Gerçekten Allah, gaybın bilgisine sahip olandır. (Tevbe Suresi, 78)

            Tüm insanları Allah yaratmıştır ve onları kendilerini bilip tanıdıklarından kat kat daha iyi bilip tanır. Allah, insan nefsinin tüm özelliklerini; zaaflarını, isteklerini, hoşuna giden ya da ihtiyaç duyduğu şeyleri, endişelerini, korkularını; kısacası herşeyini kendisinden daha iyi bilir. Allah, bizlere ne kadar yakın olduğunu bir ayette şöyle haber vermektedir:

            Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf Suresi, 16)

            Allah, insanın her konuşmasından, her düşüncesinden, hayatının her anından haberdardır. İnsan uyurken bile, Allah onun her halini, rüyasında gördüklerine kadar bilir. Bunların tümünü yürüten Allah'tır. Allah bütün sözleri duyar, öyle ki insan gizlice sağlam kapıların, duvarların ardında fısıldaşdığını düşündüğü anda da Allah onu duyar. Allah kalbinden geçeni, gizleyip de kimseye söylemediklerini bildiği gibi bilinçaltında olup, insanın kendisinin dahi farkına varmadığı yönlerini de bilmektedir. Kuran'da bu gerçeklere dikkat çekilmiştir:

            …Ve bilin ki, elbette Allah kalbinizden geçeni bilmektedir. Artık ondan kaçının. Ve bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak davranandır. (Bakara Suresi, 235)
            Sözü açığa vursan da, (gizlesen de birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir. (Taha Suresi, 7)

            Siz içinizden geçirdiklerinizi açıklasanız da gizleseniz de bu, Allah için birdir. Çünkü Allah herşeyden haberdardır. Allah için sır yoktur, O gizlinin de gizlisini bilir. Allah, herşeyin içyüzünden, gizli yönlerinden, insanın aklından geçen ve kimsenin bilmesinin mümkün olamayacağı bir düşünceden, kişinin içinde gizleyip de kimseye söylemediği sırların tamamından da haberdardır. Allah'ın size çok yakın olduğunu ve herşeyi sarıp kuşattığını sakın unutmayın. Şu anda da Allah, sizin bu yazıları okuduğunuzu görüyor ve neler düşündüğünüzü biliyor. Her nereye giderseniz gidin, her ne yaparsanız yapın bu gerçek değişmeyecektir. İnsanları çepeçevre kuşatmış olan Allah, yaptığımız iş ve bulunduğumuz ortam nerede ve ne olursa olsun bize şahittir. Bu gerçek bir ayette şöyle haber verilmiştir:

            Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kuran'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir Kitap'ta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

            Siz her nereye giderseniz gidin, dünyanın en ücra köşesine de gitseniz Allah orayı da sarıp kuşatmıştır. İnsan her nerede olursa olsun Allah mutlaka onunla birliktedir. Şu anda da sizi çepeçevre sarıp kuşatıyor; size şah damarınızdan daha yakın. Bedeninize, odanıza, bulunduğunuz şehre, evrenin her köşesine, sizin gözünüzle göremediğiniz tüm alemlere her an hakim; hepsinin geçmişleri ve gelecekleri ile beraber. Bu mutlak gerçekleri göz ardı eden bazı insanlar, akıllarından geçirdikleri şeyleri, Allah'a karşı samimiyetsizce işledikleri çoğu suçu insanlardan gizlerler ama bunları Allah'tan gizleyemediklerini düşünmezler. Oysa Allah, onlar eylemlerini kurup tasarlama aşamasındayken de onlarla beraberdir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

            O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ise, bilgi bakımından O'nu kavrayıp kuşatamazlar. (Taha Suresi, 110)

            Bir sonraki an neler yaşayacağınızı siz bilmiyorsunuz ama Allah biliyor. Bu nedenle Allah'a farkında olsanız da olmasanız da boyun eğmiş, teslim olmuş durumdasınız.
            Evrenin herhangi bir köşesinde meydana gelen her olayın kontrolü elinde olan Allah'tır. O, tüm işlerin gizli veya açık her yönünden haberdardır. Sadece bizlerden değil göklerde, yerde, bu ikisi arasında her ne varsa, hepsinden haberdardır. Çünkü Allah, bütün alemlerin sahibidir. O halde, en küçük bir şeyin bile O'ndan asla saklı kalamayacağını, siz de dahil olmak üzere tüm insanların aklından geçenlerin veya yaptığı işlerin tamamının Allah'ın kontrolünde olduğunu asla unutmayın. Çünkü Allah; herkesin hayatı boyunca yaşadıklarını tüm ayrıntılarıyla bilmektedir. Allah, asla şaşırmayan ve kesinlikle hiçbir şeyi unutmayandır. O halde yapılması gereken şey Allah'a samimiyetle yönelip O'nu dost edinmektir.



           ALLAH ZAMANDAN VE MEKANDAN MÜNEZZEHTİR

            İnsanların bazıları, Allah’ın henüz yaşanmamış olayları önceden nasıl bildiğini sorarlar ve kaderin gerçekliğini anlayamazlar. Oysa “yaşanmamış olaylar” bizim için yaşanmamış olaylardır. Allah ise zamana ve mekana bağımlı değildir, zaten bunları yaratan Kendisi’dir. Allah katında zaman diye bir kavram yoktur. Bu nedenle Allah için geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi olup bitmiştir.
            Allah, maddeyi yaratmış, maddenin hareketi olarak da zamanı yaratmıştır. Zaman ancak insan için geçerli bir boyuttur. Zaman, insan için geçer, insan ancak zaman geçtikçe ne yaşadığını görür. Ancak Allah elbette ki Kendi yarattığı bir kavram olan zamana tabi değildir. Bir başka deyişle, Allah'ın zamanın akışını beklemesi, insanların zaman içinde ne yapacaklarını bekleyerek görmesi kesinlikle söz konusu değildir. Allah tüm bu eksikliklerden münezzehtir. Allah zamana tabi olmadığı, Ezeli ve Ebedi olarak mutlak ve sonsuz olduğu için, bizim için gelecekte yaşanacak olan bir olayı, daha yaşanmadan bilmektedir. Bizim için binlerce yıl sonra olacak bir olayı, Allah zamansızlık boyutunda bilir. Zaten o olayın olmasını dileyen, takdir eden ve yaratan da Kendisidir. Bu büyük sır, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir:

            Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. (Hadid Suresi, 22)

            Allah, zamandan ve mekandan münezzehtir. Zamana ve mekana tabi olan ise insandır. Bu nedenle bizim için geçmiş, şu an ve gelecek olan Allah'ın katında bir andır. Örneğin bir sonraki yaş günümüz bizim için gelecek olan bir andır. Gerçekte ise o an, Allah katında olup bitmiştir, Allah o anı bilir. Yani bizim bir sonraki yaşgünümüzde ne giyeceğimizi, kimlerle birlikte olacağımızı, o gün ne yapacağımızı Allah şu anda bilmektedir. Aynı şekilde iki sene sonra, üç sene sonra, on sene, kırk sene sonra ne yapacağımızı da Allah şu anda en ince detayına kadar sarıp kuşatmıştır. Allah tek bir insanın yaşamının tüm günlerini, hatta tüm dakikalarını, saniyelerini tek bir an olarak bildiği gibi, kainat var olduğundan beri yaşamış olan milyarlarca insanın ve bundan sonra yaşayacak olan tüm insanların yaşamlarının her saniyesine de tek bir an olarak hakimdir. Allah sonsuz zamanı sonsuz kısa zaman içinde yani tek bir anda yaratmıştır.
            Allah için zamanın tek olduğunu Kuran'da kullanılan üsluptan da anlarız; bizim için gelecek zamanda olacak bazı olaylar, Kuran'da çoktan olup bitmiş bir olay gibi anlatılır. Örneğin, ahirette insanların Allah'a verecekleri hesabın belirtildiği ayetler, bunu çoktan olup bitmiş bir olay gibi anlatmaktadır:

            Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. Yer, Rabbi'nin nuruyla parıldadı; kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi... İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler... Korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. (Zümer Suresi, 68-73)

            (Artık) Her bir nefis yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. (Kaf Suresi, 21)

            Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır.' (Hakka Suresi, 16)

            Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. Orada tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler. (İnsan Suresi, 12-13)

            Görebilenler için cehennem de sergilenmiştir. (Naziat Suresi, 36)

            Artık bugün, iman edenler, kafir olanlara gülmektedirler. (Mutaffifin Suresi, 34)

            Suçlu-günahkarlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir kaçış yolu bulamamışlardır. (Kehf Suresi, 53)

            Görüldüğü gibi, bizim için ölümümüzden sonra yaşanacak olan bu olaylar, Kuran'da yaşanmış ve bitmiş olaylar olarak anlatılmaktadır. Çünkü Allah, bizim bağlı olduğumuz izafi zaman boyutuna bağlı değildir. Allah tüm olayları zamansızlıkta dilemiş, insanlar bunları yapmış ve tüm bu olaylar yaşanmış ve sonuçlanmıştır.