Kuran'da mal biriktirmek, mallarla
övünüp toplumda itibar elde edebilmek gibi konuların insanların çoğunda bir
tutku halinde olduğuna şöyle dikkat çekilmiştir:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar
yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan
tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının
metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Al-i İmran Suresi,
14)
(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek,
sizi 'tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi.' "Öyle ki (bu,) mezarı
ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü." (Tekasür Suresi,
1-2)
İnsanlardan bazıları bütün ömürleri boyunca mal ve para yığıp biriktirirler ve bunları hayırlı işlerde kullanmazlar. Büyük bir hırsla, sürekli daha fazla mala-mülke sahip olmak için çalışırlar. Elde ettiklerini ise Allah yolunda harcamak, ihtiyaç içinde olanları doyurmak varken sırf kendi zevkleri uğrunda kullanırlar. İhtiyaçlarından kat kat fazlasını biriktirirler ve göstermelik bazı küçük harcamalar dışında, bunlarla faydalı işler yapmaya yanaşmazlar. İşte bu kişilerin ahirette görecekleri karşılık çok şiddetli olacaktır. Kazandıklarını harcamaktan kaçınan, yalnızca dünyevi arzularını tatmin etmeyi düşünerek malını yığıp-biriktiren bu insanları bekleyen son ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
…Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın" (denilecek). (Tevbe Suresi, 34-35)
Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, 'hutame'ye atılacaktır. "Hutame"nin ne olduğunu sana bildiren nedir? Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir. (Hümeze Suresi, 2-6)
Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir: Başın derisini kavurup-soyar. Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur. (Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üstüste) yığmakta olanı. (Mearic Suresi, 15-18)
Mal ve mülk hırsı nedeniyle kendini bekleyen bu sondan gafil olan insanın zihnini, para kazanma ve harcama tutkusu sürekli meşgul eder. Para kazanıyorsa, parasıyla elde edebileceklerini düşünür, eğer kazanamıyorsa da gıpta edip imrendiği şeylere sahip olmanın yollarını arar. Bu düşüncelerinin sebep olduğu gaflet onu, Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoyar.
Şeytan ahirete karşılık insana dünya hayatını sunar. Bu yüzden şeytanın etkisi altındaki insanlar sanki sonsuza dek ölmeyeceklermiş gibi dünya için çalışır, ahiret için hiçbir çaba harcamazlar. Şeytan binlerce yıldır insanlara bu tuzağı kurar. Bugüne kadar milyarlarca insan yaşamları boyunca çalışmış, çabalamış, para, mal mülk kazanmış, sonra bunların hepsini arkalarında bırakarak ölmüşlerdir. Şu an yaşayanlar ise, kendilerinden önce ölen bu insanların durumlarından hiçbir ders almaz, sanki kendileri hiç ölmeyeceklermiş gibi mal mülk biriktirirler.
Müminin elbette cimrilik yapması ya da mal yığıp biriktirmesi söz konusu olamaz. Ancak dikkat etmesi gereken, çok az bir miktarda da olsa ayetlerde kınanan tutuma meyletmektir. Bir kişi malının çok büyük bir kısmını infak etmiş olabilir. Fakat ihtiyacından fazla olan çok az bir kısmını kendine ayırmakta ya da ilerisi için saklamakta bir sakınca görmüyorsa, ayetlerde tarif edilen zihniyete meyletmiş olur. Çünkü cimrilik ve malı yığıp biriktirmenin ardında yatan temel sebepler, gelecek endişesi, fakirlik korkusu, dünyayı ahiretten ön planda tutma gibi endişelerdir. Bu endişelerin sebebi de Allah'a karşı duyulan güvendeki eksiklik, tevekkülsüzlüktür. Tevekkülsüzlük de imani zayıflıktan kaynaklanan önemli bir sorundur. Görüldüğü gibi çok küçük, önemsiz görünen bir zaafın altında çok önemli eksiklikler yatabilmektedir. Allah'ın diğer sınırlarını korumadaki zaaflar gibi, infak konusundaki bu zaaf da kişinin gerçek imani durumunu, ihlas ve samimiyet derecesini gözler önüne sermektedir. Halis bir müminin küçük çıkarlara tamah ederek dünyada ve ahirette büyük bir kayba uğramaktan çekinip korkarak, Allah'ın bu hükmünü titizlikle yerine getirmesi gerekmektedir.
Mallarını cimrilikle tutan veya Allah'ın sınırlarını çiğneyerek mallarını artırmaya çalışanların ise Allah bereketlerini kısar. Bununla ilgili ayetlerden biri faiz alanların durumunu bildirir:
Allah, faizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez. (Bakara Suresi, 276)
Müminlerin "malı-mülkü" değerlendiriş şekli iman etmeyenlerin bozuk anlayışından tamamen farklıdır. Kuran'da emredildiği gibi davranan bir mümin için, mülk sahibi olmak hayatında önemli bir yer tutmaz. Mal tutkusu, yığma hırsı gibi iman etmeyenlere özgü davranışların hiçbiri müminlerin üstün ahlakında görülmez. Çünkü mümin tüm yaşamını Allah'ın rızasını kazanmaya adamıştır. Kalbi yalnızca Allah'ın rızasını kazanma arzusuyla dolu bir mümin kazandığı parayı, elde ettiği mal ve mülkü yalnızca Allah'ın verdiğini ve bütün bunları O'nun rızasını kazanmak için harcaması gerektiğini hiç unutmaz. Bu sebepten dolayı mallarını da Allah yolunda kullanır ve nefsinin bencil tutkularına asla kapılmaz; dünyevi çıkarlara değil, her zaman ahirette kazanacağı güzelliklere yönelir. İşte böyle hereket eden müminler Allah Katında üstün kılınmıştır. Ve Allah onları Kuran'da şöyle müjdeler:
Hiç şüphesiz Allah, müminlerden karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere, canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kuran'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 111)
Bu gerçeğin farkında olan peygamberler, elçiler, salih müminler tarih boyunca kendilerine nimet olarak verilen malın Allah'a ait olduğunu bilerek hareket etmişler; tüm servetlerini ve zenginliklerini Allah'ı razı edecek şekilde kullanmışlardır. Örneğin, ayette belirtildiği üzere müminler, "...mala olan sevgilerine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere" (Bakara Suresi, 177) verecek bir ahlaka ve merhamete sahiptirler. Ayrıca müminler bazı insanların yaptığı gibi gösteriş olarak değil, tam tersine "...yalnızca Allah'ın rızasını kazanmak ve imanlarını kökleştirip-güçlendirmek için" (Bakara Suresi, 265) infak ederler. Dolayısıyla mallarından bir eksilme olduğu zaman da cahiliyenin tepkilerinin tam tersi olarak, bunun Allah'ın bir imtihanı olduğunun bilincinde hareket ederler, sabrederler ve hayır gözüyle bakarlar. İnananların böyle bir durumda nasıl bir tavır gösterdikleri Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin." (Al-i İmran Suresi, 26)
Sahip olduğunuz ne kadar malınız mülkünüz varsa bunları size verenin ve hepsinin gerçek sahibinin Allah olduğunu sakın unutmayın. Çünkü göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan herşeyin mülkü Allah'ındır. Ancak Allah dilediğine dilediği kadar tahsis eder. Zamanı gelip insanların hayatına son verdiğinde tek varis yine O'dur. Tüm evlerin, arabaların, malların, eşyaların, arazilerin, yiyeceklerin kısacası herşeyin gerçek sahibi Allah'tır.
Göklerin, yerin ve içlerinde olanların tümünün mülkü Allah'ındır. O, herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 120)
Siz Allah'ın tayin ettiği vakit geldiğinde tüm varlığınızı, mevkinizi, özel eşyalarınıza kadar herşeyi geride bırakacaksınız; çıplak bedeniniz yalnızca birkaç metre beze sarılarak bir çukura atılacak. Ruhunuz ise yalın ve yapayalnız olarak Allah'a dönecek. Dünyada sahip olduğunuz ne makamınızın, ne adınızın, ne de zenginliğinizin orada bir geçerliliği olmayacak. Siz bu dünyada onlarla sadece deneniyorsunuz. Gerçek sahibi değilsiniz, sahip olduğunuzu zannettiğiniz herşey sadece Allah size lütfettiği için var. Eğer Allah bunları bir sebeple alacak olsa, siz bunları geri almaya hiçbir şekilde güç yetiremezsiniz.
Dünya hayatlarında nefislerini egoistlikten, bencillikten arındırmayanlar, fedakarlıkta çekingen davrananlar, bu ahlaklarının ahirette kendilerini zarara uğratabileceğini düşünmelidirler. Mallarını, canlarını, vakitlerini, emeklerini Allah'ın rızasına uygun şekilde kullanmayıp, önce kendi rahatlarını ve kendi çıkarlarını gözetenler, ahirette büyük bir pişmanlığa kapılacaklardır. Bu kimseler dünyada iken hırs yaptıkları, kendilerinin olmasını istedikleri, fedakarlık yapıp başkalarıyla paylaşmak istemedikleri her ne varsa, bunların tümünü azaptan kurtulabilmek için fidye olarak vermek isteyeceklerdir.
Bu nedenle nefislerinde az da olsa egoistliğe yatkınlık hisseden, kendi nefislerinin ihtiyaç ve isteklerini diğer müminlerinkinden üstün tutan kimseler, bu ahlakı bile bile sürdüren insanların ahirette alacakları karşılığı düşünmelidirler.
MAL, MÜLK VE
ZENGİNLİĞİN AHİRETTE HİÇBİR FAYDASI OLMAYACAKTIR
Allah
ayette dünyada malı ve sahip olduğu imkanlar ile kendini kandırarak yaratılış
amacını unutan, bu nedenle ahirette büyük bir hüsrana uğrayan insanların
durumundan şöyle bahseder:
"Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi. "Malım bana hiçbir
yarar sağlayamadı." "Güç ve kudretim yok olup gitti." (Allah
buyruk verir:) "Onu tutuklayın, hemen bağlayın." "Sonra çılgın
alevlerin içine atın." (Hakka Suresi, 27-31)
Ahirette
cehennem ehline şöyle söylenecektir:
Burcun üstündeki adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen birtakım)
adamlara seslenerek derler ki: "Ne (güç ve servet) toplamış olmanız, ne
büyüklük taslamanız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı." (Araf
Suresi, 48)
Malın,
mülkün ve zenginliğin kendisini ebedi kılacağını sanan insan büyük bir hata yapmaktadır.
Bunların Allah Katında hiçbir değerinin olmadığı ayetlerde şöyle anlatılır:
Bizim Katımızda sizi (bize)
yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih
amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak
üzere kat kat mükafat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler.
(Sebe Suresi, 37)
Gerçekten inkar edenlerin ise, ne
malları, ne çocukları, onlara Allah'tan yana bir şey sağlayamaz. İşte onlar,
ateşin halkıdırlar, onda temelli olarak kalacaklardır. (Al-i İmran Suresi, 116)
Ne malları, ne çocukları onlara
Allah'a karşı hiçbir şeyle yarar sağlamaz. Onlar, ateşin halkıdır, içinde
süresiz kalacaklardır. (Mücadele Suresi, 17)
Mal ve çocuklar, dünya hayatının
çekici-süsüdür; sürekli olan ‘salih davranışlar’ ise, Rabbinin katında sevap
bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf
Suresi, 46)
Gerçekten dünya hayatı, ancak bir
oyun ve tutkulu bir oyalanmadır. Eğer iman ederseniz ve sakınırsanız, O, size
ecirlerinizi verir ve mallarınızı da istemez. (Muhammed Suresi, 36)
Allah
katındaki üstünlük, bir insanın malına, mevkisine, güzelliğine veya sahip
olduğu herhangi bir şeye göre değil, yalnızca Allah’a olan yakınlığına yani takvasına göredir. Bir ayette şöyle
haber verilir:
…Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca
değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
(Hucurat Suresi, 13)
Bu
dünyadaki hayat, ahirete tercih edilmeyecek kadar geçicidir. Deniz kenarına
dizilmiş yalılar, süslü bahçelerin içindeki köşkler, denizi yara yara giden
sürat motorları, yatlar, birbirinden renkli son model arabalar, gece kulüpleri,
eğlence merkezleri, beş yıldızlı oteller, sağlıklı çocuklar, güzel ve itibarlı
eşler… Bu sayılan nimetler insanlara son derece çekici gelebilir. İnsan bütün
ömrünü bunlara sahip olmaya çalışarak geçirebilir. Ancak insan değil bunların
birkaç tanesine, hepsine de sahip olsa Allah katında belirli olan süresi
dolduğunda sahip olduklarını bırakarak ahirete gidecektir. Belki siz de söz
konusu insanlar gibi hayatınızı bu nimetlere sahip olmanın yollarını arayarak
geçiriyor olabilirsiniz. AMA AHİRETTE,
SAHİP OLDUĞUNUZ BU NİMETLERİN HİÇBİRİNİN SİZE FAYDA SAĞLAMAYACAĞINI ANLAMAZLIKTAN
GELMEYİN.
Ölüm
melekleri canınızı almaya geldiklerinde, o ana kadar sahip olmak için bütün
gücünüzle uğraştığınız malınızı, mülkünüzü bir daha görmemek üzere bırakarak bu
dünyadan ayrılacaksınız. Tekrar dirildiğinizde ise artık bambaşka bir mekanda,
ahirette Allah’ın karşısında hesap vereceksiniz. O anda size ne malınızın
miktarının, ne kaç çocuk sahibi olduğunuzun, ne makamınızın, ne tahsilinizin
sorulmayacağını unutmayın. O gün dünyanın en büyük devlet adamlarından, tarih
boyunca yaşamış olan krallara, kraliçelere kadar kimsenin kimseden dünyada
maddi anlamda sahip olduklarından dolayı bir üstünlüğü olmayacak, hiçbir yakın
dost, bir yakın dostu sormayacak, hatta o günün korkusundan dolayı inkar
edenler dünya da sahip olduklarını fidye olarak verip kurtulmak
isteyeceklerdir. Allah inkar edenlerin dünyanın tümüne sahip olsalar bile bunu
verip, cehennem azabından kurtulmak isteyeceklerini ayetlerde şöyle bildirmiştir:
(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine
gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere,
oğullarını fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve kardeşini, Ve onu
barındıran aşiretini de; Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir
kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır
yanmakta olan ateştir: Başın derisini kavurup-soyar. Yüz çevirip arkasını
döneni çağırır-durur. (Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üstüste)
yığmakta olanı. (Mearic Suresi, 10-18)
Zulmeden her nefis, yeryüzündekilerin tümüne sahip olsa bunu (azaba
karşılık) mutlaka fidye olarak verirdi. Onlar azabı görünce pişmanlıklarını
gizlerler, oysa onlar haksızlığa uğratılmadan aralarında adaletle
hükmedilmiştir. (Yunus Suresi, 54)
Eğer yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha zalimlerin
olmuş olsaydı, kıyamet günü o kötü azabtan (kurtulmak amacıyla) gerçekten
bunları fidye olarak verirlerdi. Oysa, onların hiç hesaba katmadıkları şeyler,
Allah'tan kendileri için açığa çıkmıştır. (Zümer Suresi, 47)
...O'na icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte
bir katı daha onların olsa mutlaka (kurtulmak için) bunu fidye olarak
verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar içindir. Onların barınma yerleri
cehennemdir, ne kötü bir yaratıktır o! (Rad Suresi, 18)
Ancak
Allah, değer verdikleri herşeyi verseler de yine de bu kimselerden fidye olarak
hiçbir şeyin kabul edilmeyeceğini bildirmektedir:
Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı
kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur'an'la) hatırlat ki, bir nefis,
kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah'tan başka ne bir
velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz.
İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından
dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azab vardır. (Enam
Suresi, 70)
Şüphesiz küfredip kafir olarak ölenler, bunların hiç birisinden, yeryüzü
dolusu altını olsa -bunu fidye olarak verse de- kesin olarak kabul edilmez.
Onlar için acı bir azab vardır ve onların yardımcıları yoktur. (Al-i İmran
Suresi, 91)
Artık bugün sizden herhangi bir fidye alınmaz ve inkar edenlerden de.
Barınma yeriniz ateştir, sizin veliniz (size yaraşan dost) odur; o ne kötü bir
gidiş yeridir. (Hadid Suresi, 15)
Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin
şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım
görülmeyeceği bir günden sakının. (Bakara Suresi, 48)
SİZ DE AYETLERDE HABER
VERİLEN BU GERÇEKLERİ DÜŞÜNÜN VE O GÜNÜN AZABININ, BİR İNSANIN DÜNYADA SAHİP
OLDUĞU HERŞEYİ FİDYE OLARAK VERİP KURTULMAK İSTEYECEĞİ KADAR BÜYÜK OLACAĞINI
ANLAMAZLIKTAN GELMEYİN.
Aslında
insan vicdanıyla bunu bir an düşünse rahatlıkla doğruyu bulabilir. Örneğin
bugün dünya üzerinde yaşayan insanlara sahip oldukları herşeyi vermeleri
karşılığında hemen cennete gidecekleri söylense bunu kabul etmeyecek insan
çıkmaz. Herkes tereddütsüz olarak malını, mülkünü, oğlunu, makamını bırakır ve
sonsuza kadar kalacağı cennete ulaşmaya çalışır. Aslında insanın sorumluluğu
budur. Malını ve canını Allah’a satmak, dünyada gereksiz hırslara kapılmamak,
Allah için yaşamak ve sonucunda bir mükafat olarak cennete kavuşmak… Fakat,
insanları kandıran bunun hemen olmamasıdır. Geçecek kısacık zaman insanlara
uzun gelir. Ve bu nedenle söz konusu kişiler büyük bir akılsızlık yaparak
kısacık bir hayatı sonsuza kadar kalacakları cennete tercih ederler.
Bir
tarafta 60-70 senelik göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir zaman, diğer
tarafta bitmeyen bir ömür…
Bir
tarafta bitmeyen, eşi benzeri olmayan, güzelliklerle dolu, insanın her
istediğinin o anda yaratıldığı bir hayat, diğer tarafta kısa, geçici, eksik
neye elinizi atsanız elinizde kalan, gençliğin, güzelliğin, hızla akıp gittiği,
ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın elde edilen metaların bir türlü insanı tatmin
etmediği bir hayat…
SİZ BU GERÇEĞİ GÖRMEZDEN GELMEYİN.
CENNETİN EŞŞİZ NİMETLERİNE KAVUŞABİLMEK ELİNİZDEYKEN, EKSİK VE GEÇİCİ METALARI
ELDE ETMEK İÇİN VİCDANINIZIN SESİNİ SUSTURMAYIN. İNSANLARIN DÜŞÜNMEYEREK,
ÜSTÜNÜ ÖRTEREK, KISACIK BİR HAYAT İÇİN NELERİ TERK ETTİĞİNİ ANLAMAZLIKTAN
GELMEYİN.
Peygamber
Efendimiz (S.A.V) şunları buyurmuştur:
"Allah
sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama O sizin kalplerinize ve işlerinize
bakar." (Müslim, İbn-i Mace, Ahmed b. Hanbel)
"Ümmetimin
cennete girmesine sebep olacak en önemli şey ilahi takva ve güzel
ahlaktır." (Usulu Kafi, C.2, S.100)
"Üç
şey ölüyü takip eder: Ailesi, malı, ameli. İkisi geri döner, biri onunla kalır.
Ailesi ve malı döner, yaptığı iyi ve kötü amelleri onunla kalır."
(Buhari-Müslim)
Resulullah
her farz namazın arkasından şu duayı okurdu: "Yegane olan Allah'tan başka
İlah yoktur. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur.
O'nun herşeye gücü yeter. Allah'ım senin verdiğine hiç engel yoktur. Senin
vermediğini verebilecek yoktur. Hiç kimseye sahip olduğu makam ve serveti, sana
karşı koyup fayda vermez." (Buhari-Müslim-Nesai)
MALLARINIZI VE CANINIZI ALLAH’A TESLİM EDİN
Müminlerin
"Sabredenler, doğru olanlar,
gönülden boyun eğenler, infak edenler ve 'seher vakitlerinde' bağışlanma
dileyenlerdir" (Al-i İmran Suresi, 17) ayetiyle de ifade edilen bu
özellikleri, en yoğun olarak Allah'ın kullarına uyarıcı olarak gönderdiği
elçilerinde görülür.
Allah,
"Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek
derece sahibi) melekler, Allah'a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar.
Kim O'na ibadet etmeye 'karşı çekimser' davranırsa ve büyüklenme gösterirse
(bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda toplayacaktır." (Nisa Suresi, 172)
ayetiyle bu tavrın ahiretteki karşılığına dikkat çekmiş ve meleklerin bu konuda
gösterdikleri ahlakı insanlara örnek olarak vermiştir.
Ayetlerde
de bildirildiği gibi ihlas ve samimiyetin göstergelerinden biri de Allah'a
kulluk yapmakta ve ibadet etmekte asla çekimser kalmamaktır. Nitekim iman
edenler her şart ve durumda ibadet şevklerini korurlar. Bu, mallarından ya da
canlarından fedakarlıkta bulunmalarını, hatta tamamiyle feragat etmelerini,
zorluk ve sıkıntılara göğüs germelerini gerektirse de, şevklerini asla
kaybetmezler.
Müminlerin
mallarını ve canlarını nasıl büyük bir şevkle Allah'a teslim ettiklerine dair
Kuran'da Peygamberimiz döneminde yaşanan bir örnek aktarılmıştır. Örneğin
savaşa katılabilmek için Peygamberden defalarca savaşabilecekleri bir binek
talep eden, ancak binek bulamadıkları için savaşa katılamayanların ve infak
edecek birşey bulamadıkları için geri dönen insanların durumundan
bahsedilmiştir. Bu kimseler savaşa katıldıklarında ölüm, yaralanma, sakat kalma
gibi ciddi kayıplarla karşılaşabileceklerini çok iyi bildikleri halde, sadece
Allah'a olan samimi imanlarından ve güçlü ihlaslarından dolayı bu duruma seve
seve talip olmaktadırlar. Kuran'da bu kimselerden şu şekilde bahsedilir:
"Bir de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her
gelişlerinde "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak
edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana
geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur." (Tevbe Suresi, 92)
Bu
örnek, salih bir müslümanın Allah yolunda malını ve canını nasıl seve seve
ortaya koyabildiğinin ve bu uğurda nasıl bir şevk ve istek duyduğunun açık bir
göstergesidir.
Kuran'da
aynı şartlar altındayken, Allah'a kul olmakta ve O'na ibadet etmekte çekimser
kalan insanların örnekleri de verilerek, müminlerle bu kişiler arasındaki
farkın görülmesi de sağlanmıştır. Konuyla ilgili ayetler şöyledir:
Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa
çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı
seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar,
bilmezler. Onlara geri döndüğünüzde size özür belirttiler. De ki: "Özür
belirtmeyiniz, size kesin olarak inanmıyoruz. Allah bize, durumunuzu haber
vermiştir. Yaptıklarınızı Allah görecektir, O'nun elçisi de. Sonra gaybı da,
müşahade edilebileni de bilene döndürüleceksiniz ve O, yaptıklarınızı size
haber verecektir." (Tevbe Suresi, 93-94)
Dilleriyle
iman ettiklerini ve Peygambere de itaat ettiklerini söyleyen bu kimseler, mal
ve imkan bakımından son derece güçlü oldukları halde ihlas sahiplerinin tam
aksine savaşa katılmamak için Peygamberden izin isterler. Müslümanların çok
büyük zorluklar içinde oldukları bir dönemde savaştan kaçan bu kişiler, aslında
Allah'a karşı çok çirkin bir cesaret göstermektedirler. Aynı durum günümüzde
daha farklı bir zorluk ya da sıkıntı anı için geçerli olabilir. Unutulmamalıdır
ki Rabbimiz ayetlerde Müslümanların yardıma ve desteğe ihtiyacı olduğu bir
dönemde Allah'ın rızasını kazanabilecekleri bir işe katılmaktansa, dünya
hayatına ait menfaatlerini korumayı yeğleyen bu insanların kalplerini
mühürlediğini bildirmiştir. Başka bir ayette şöyle bildirilir:
Kendilerine; "Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekatı
verin" denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan
bir grup, insanlardan Allah'tan korkar gibi- hatta daha da şiddetli bir
korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: "Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize
yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?" dediler. De ki:
"Dünyanın metaı azdır, ahiret, ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz
'bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar' bile haksızlığa
uğratılmayacaksınız." (Nisa Suresi, 77)
Kuran'ın "Andolsun, mallarınızla ve
canlarınızla imtihan edileceksiniz..." (Al-i İmran Suresi, 186) ayetiyle
tüm bunların insanlar için bir deneme konusu kılındığı bildirilmiştir. Ancak bu
gerçeği gözardı eden cahiliye toplumu insanları, içlerindeki bu şehvet nedeniyle
mallarına ve canlarına karşı tutku derecesinde bir bağlılık gösterirler. En
korktukları konu sahip oldukları ya da övündükleri şeylere bir zarar
gelmesidir. Çünkü bu durumda hayattaki asıl amaçlarını yitirmiş olacaklardır.
Bu nedenle tüm yaşantılarını, mallarını ve canlarını korumaya ve bu uğurda
menfaat elde etmeye adarlar. Bu konudaki kararlı tavırları ise, onların dünya
hayatını ve onun çekici süsleri olan mal ve can gibi değerleri Allah'ı razı
etmekten daha önemli görmelerinden kaynaklanmaktadır.
Müminler
ise cahiliye insanlarının uğruna hayatlarını adadıkları bu değerleri Allah'ın
rızasını ve cennetini kazanabilmek için hiç düşünmeden bir kenara koymuşlardır.
Çünkü onların asıl amaçları malca ya da makamca güçlenip dünya hayatında itibar
elde edebilmek değil, Allah'ın rızasını kazanabilmektir. Allah'ın insanı
Kendisine kulluk etmesi için yarattığını ve malıyla canını bu amaç için
kullanıp kullanmadığını denemekte olduğunu bilmektedirler.
Bunun
yanında inanan bir insan, sahip olduğu her nimetin asıl sahibinin aslında Allah
olduğunun da şuurundadır. Allah tüm nimetleri zaten dünya hayatında kullanması
için kendisine bir emanet olarak vermiştir ve dilediği anda hepsini geri almaya
kadirdir. Çünkü Allah evrendeki herşeyin hakimidir. İnsanın canı yani bedeni
zaten altmış ya da yetmiş sene sonunda çürüyüp toprağa karışacak, malı ise
ahirette ona hiçbir şekilde fayda sağlamayacaktır. Eğer insan elindeki
imkanları Allah'ın rızasını kazanmak için kullanacak olursa, dünyada da
ahirette de güzellikle karşılık bulacaktır. İşte bu gerçeğin farkında olan
müminler mallarını ve canlarını Allah yolunda kullanmak üzere, daha en başından
Allah'a teslim etmişlerdir ki bu teslimiyeti sağlayan da ancak kalplerinde
yaşadıkları imanın şevkidir. Kuran'da müminlerin bu konudaki teslimiyetleri
şöyle anlatılmaktadır:
Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti
vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda
savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da
O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa
gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı
sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi,
111)
İşte
bu nedenle müminler de kalplerinde bu müjdenin sevincini ve şevkini taşıyarak
hareket ederler. Gerektiğinde mallarını Allah'ın rızasını kazanabilecekleri
hayırlı bir yolda hiç düşünmeden seve seve harcarlar. Canlarıyla da sonuna
kadar dine hizmet etmeye ve Allah'ın rızasını kazanacak salih amellerde
bulunmaya çalışırlar. Elbette ki Allah yolunda gerektiğinde mallarına ya da
canlarına zarar gelebileceğini de bilirler. Ancak onlar bunu zaten daha en
başından büyük bir şevkle göze almışlardır. Çünkü onlar bunu bir zarar olarak
değil aksine bir kazanç ve bir güzellik olarak görmektedirler. Allah'a
"malını ve canını satmış" olan bir insan, Allah rızası için
karşılaşacağı hiçbir zorluktan etkilenmeyecektir. Allah rızası dışında hiçbir
şeye yönelmeyecektir. Bedeni ve sahip olduğu mallar "onun" değildir
ki, bunlar konusunda kendi nefsinin bencil tutkularına uysun. Bedeninin ve
sahip olduğu herşeyin sahibi Allah'tır, tüm bunları O'nun istediği şekilde
kullanacaktır. Kuran'da inananların Allah'ın rızasını kazanmak için
karşılaşabilecekleri her zorluğu sevinçle karşıladıklarından ve bunları birer
güzellik olarak nitelendirdiklerinden bahsedilmiştir:
De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir
şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül
etmelidirler." De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya
zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya
kendi katından veya bizim elimizle size bir azab dokunduracağını bekliyoruz.
Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.
(Tevbe Suresi, 51-52)
İşte
müminlerin bu sözleri onların kalplerinde yaşadıkları şevkin ne denli güçlü
olduğunu göstermektedir. Kuran'da dünyada sahip oldukları herşeyi Allah için
şevkle ortaya koyanların ahirette alacakları karşılık şöyle bildirilmiştir:
"Allah'a güzel bir borç verecek olan kimdir? Artık Allah, bunu onun
için kat kat arttırır. Onun için 'kerim (üstün ve onurlu) bir ecir vardır.
(Hadid Suresi, 11)
Bu
arada mutlaka unutulmaması gereken bir nokta vardır: İslam'da insanlar
zenginlik kıstasına göre değerlendirilmezler. Bir insanın fakir ya da zengin
olması onun Allah katındaki konumunu etkilemez. Önemli olan, sahip olduğu
mülkü, ister çok az ister çok fazla olsun, Allah'ın rızasına uygun olarak
harcayıp-harcamadığıdır. Müminin zengin olma talebinin ardında da, elde edeceği
malları Allah rızasına uygun olarak kullanabilmek isteği vardır. Bunun aksi bir
tavır, yani "mal biriktirmek" müminler için sözkonusu olamaz. Çünkü
"mal biriktiren" kişiler, "altını
ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı
müjdele" (Tevbe Suresi, 34) hükmüne dahildirler.
İnananlar
bu dünyada Allah'ın nimetlerinden yararlanıp zevk aldıkları gibi, kendilerine
verilenleri Allah yolunda harcamaktan da çok büyük zevk alırlar. Bu gözle
bakıldığında mal, mülk, servet ve bunlara sahip olmak için dua etmek samimi
müminler için bir ibadet ve ecir kaynağıdır. Allah şükrü yapılan ve Allah
yolunda sarfedilen malı arttıracağını vaat etmektedir.
Dünyanın
nimetlerinden müminler gibi Allah'a imanı tam olmayan insanlar da
faydalanırlar. İnançsız bir insanla inançlı insan arasındaki fark işte burada
ortaya çıkar. İnançsız insanlar Allah'ın kendilerini denemek için verdiği para,
mal, mülk gibi nimetlere bağlanır, Allah'ı unutur ve O'nun nimetlerine karşı
nankörlük ederler. Fakat, müminler bu nimetlerin Allah'tan geldiğini düşünerek,
bunları Allah yolunda en güzel bir şekilde kullanarak Allah'a daha da
yakınlaşırlar. Kuran'da bu konunun ölçüsü şöyle bildirilir:
Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını
(nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve
yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez. (Kasas
Suresi, 77)
İki
insan düşünün. Bunların ikisine de çok yüklü bir sermaye verilsin ve ne şekilde
harcayacaklarının kararı da kendilerine bırakılsın. Bu kişilerden biri elindeki
bütün imkanları hoyratça saçıp savursun ve elinde bir süre sonra hiçbir şey
kalmasın. Kuşkusuz bu kişi böyle bir durumda geriye dönüşün olmadığını
farkettiğinde- çok büyük bir pişmanlık yaşayacaktır. Diğer kişi ise elindeki
sermayeyi kalıcı ve insanlara faydalı yatırımlar için harcasın ve elde ettiği
tüm güzellikler hem kendisi hem de insanlık için bir kazanç olsun.
İşte
dünyada insana verilen tüm mal, mülk ve daha pek çok nimet de kişinin ahirete
hazırlanması için tanınmış birer fırsattır. İman eden kişi bu fırsatı en akılcı
şekilde değerlendirir.