14 Ocak 2014 Salı

ALLAH'I HERŞEYDEN ÇOK SEVİN


            Bu yazıyı okurken durup bir an için kendinize şöyle sorun. Gerçekten gün içinde ne kadar Allah’ı düşünüyorsun? Yataktan kalkar kalkmaz sana bir gün daha bağışladığını fark edebiliyor musun? Gün içinde sana her an şah damarından daha yakın olduğunu biliyor musun? Her duanı, her şükrünü işittiğini biliyor musun? Sana sürekli, hiç durmaksızın nimet verdiğini görebiliyor musun?
            Bütün bunları gerçekten görebilen ve kalbinde hissedebilen bir mümin gün içinde sürekli Allah’ı anar. Yolda yürürken, arabada giderken, yemek yerken daima Allah’la birliktedir. Allah’la olan derin bağını hiç koparmaz. Çünkü Allah insanların tüm kalbiyle Kendisini sevmesini ister. Allah’ın tabi ki kullarının sevgisine ihtiyacı yok, O tüm kainat tarafından sürekli övülür, sürekli yüceltilir. Ama Rabbimizin sevgisine çok ihtiyacımız vardır. Bu yüzden samimi müminin aklında, düşüncelerinde, dilinde sürekli Allah vardır, Allah sevgisi adeta vücudunun tüm hücrelerine işlemiştir. Kalbi Allah sevgisiyle çarpar, Allah anıldığı zaman tüm ruhu beslenir ve sevinçten coşar. Müminin samimiyeti Allah anıldığında gösterdiği heyecanla ve şevkle ortaya çıkar.
            Dünya hayatının süsüne kapılanlar ise Allah'ın kendilerine imtihan için verdiği nimetlere tutkulu bir sevgi ile bağlanırlar; örneğin insanları "Allah'ı sever gibi severler". Bazı insanların yaşamlarına baktığımızda Allah’a olan sevgisinin annesine, babasına, sevgilisine duyduğu seygiye kıyasla düşük olduğu görülmektedir. Halbuki anne ve babasını, sevgilisini yaratan Allah’tır, sevgilisine gösterdiği sevgiyi kalbine koyan da Allah’tır. Burada olağanüstü bir durum oluşmakta, vicdan gereği gibi kullanılmamaktadır. Allah’ı hakkıyla sevmeyen insanlar için Kuran’da Allah “zalim ve cahildir insanlar, nankördürler” diye bildirmiştir. İnkar edenlerin tüm sevgilerini, aşklarını insanlara yönelttiklerini, şirk içinde boğulduklarını görürüz. Kimi eşini, kimi çocuğunu, kimi fabrikasını, kimi bankaya yığdığı paraları, kimi mallarını mülklerini put edinir ve bütün sevgisini bunlara yöneltir. Allah’ı tamamen unutur, gün içinde bir kere bile “Allah” demez, Allah’ı bir kere bile aklına getirmez. Allah inkar edenlerin bu durumunu ayetlerde şöyle bildirir:

            İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
            Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): "Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. (Zümer Suresi, 65)
            O şirk koşanlar, şirk koştuklarını gördükleri zaman: "Rabbimiz, Seni bırakıp bizim taptığımız ortaklarımız bunlardır" diyecekler. (Onlar da bunlara:) "Siz gerçekten yalan söyleyenlersiniz" diye sözü (geri çevirip) fırlatacaklar. (Nahl Suresi, 86)

            Şimdi bu iki insan arasındaki farkı düşünün. Biri yataktan kalkar kalmaz, gözlerini açar açmaz Allah’ı düşünüyor, gün içinde sürekli dikkatini Allah’a veriyor. Allah’ın tecellileriyle muhatap olduğunu biliyor. İnsanları, tüm canlıları, çiçekleri, hayvanları Allah’ın tecellisi olarak seviyor. Tüm sevgisini önce Allah’a oradan yaratılanlara veriyor. Kalbinde Allah, dilinde Allah, amellerinde hep Allah var. Tek isteği var, o da bir gün o büyük aşkla sevdiği Rabbine kavuşmak...
            Diğeri ise güne yapacağı işleri düşünerek başlıyor. Oradan oraya dünya işleriyle meşgul oluyor. Kafasında sürekli işleri, parası, yönettiği insanlar var. Sadece dünya için yaşıyor. Allah hiç aklına bile gelmiyor. O ahiret için değil yalnızca bu dünya için yaşıyor. Bütün bunları yaparken kendisini saran, ona tüm hücrelerine kadar hayat veren Rabbi’nden habersiz. Adeta rüzgarda sürüklenen bir yaprak gibi şuursuzca yaşıyor, akletmeden, düşünmeden ve sevgisini gerçek sahibine vermeden. Bu yüzden de put edindiği ve sevgisini verdiği her şey Allah’tan bir hatırlatma olarak vefayla ve güzellikle sonuçlanmıyor. Allah’ı sevmeyen kalpler arasında Allah gerçek sevgiyi ve gerçek aşkı oluşturmuyor. Dünyadaki insanların sevgisizlikten, bencillikten, vefasızlıktan yakınmalarının temelinde işte bu gerçek yatıyor. Onlar “neden böyle” diye sürekli karşı tarafı suçlarken gerçek sevgiyi ve aşkı kalplere Allah yerleştirmiyor. Bu dünyada kendisini unutanı Allah da unutuyor, kendisini anmayanı Allah da anmıyor.
            Bazı insanların yaşamayı istedikleri ancak bir türlü bulamadıkları gerçek sevgi, ancak Allah çok sevildiğinde yaşanabilir. Eğer insan Allah sevgisini yaşamadan sevgiyi bulma arayışına girerse, ne yaparsa yapsın amacına ulaşamaz. Çünkü gerçek olan tek bir sevgi vardır, o da Allah sevgisidir. İnsanı mutlu eden, ona neşe ve huzur veren gerçek sevgi, Allah sevgisidir. Bunun dışında kalan ve Allah'tan başka varlıklara yöneltilen sevgiler, Kuran'daki ifadeyle Allah'a şirk koşanların sevgisidir ki, insanlara her zaman için acı, hüzün ve huzursuzluk verir. Bir insana, bir çiçeğe veya canlı ya da cansız güzel bir başka varlığa yöneltilen sevgi, ancak temelinde Allah sevgisi varsa anlam kazanır.
            Sevginin oluşmasındaki sebeplerden biri sevilen kimsedeki üstün ve güzel özelliklere karşı duyulan ilgi ve hayranlıktır. Bu ilgi ve hayranlık karşı taraftan da karşılık gördüğünde aradaki ilişki kuvvetli bir sevgi bağına dönüşür. Ancak burada önemli olan nokta, üstünlük ve güzelliğin gerçek sahibini bulmak ve ilgi, sevgi ve hayranlık hislerini ona yöneltmektir. O da yine, bütün güzelliklerin, üstün ve yüce sıfatların kaynağı, sahibi olan Allah'tır. O'nun yarattıklarının sahipmiş gibi göründükleri üstün sıfatlar ise yalnızca Allah'ın sonsuz sıfatlarının çok küçük birer yansımasıdırlar ve gerçekte Allah'a aittirler. Allah'ın kulları üzerinde tecelli etmekte, yani görünmektedirler.
            Bütün bunlardan dolayı sevgi ancak Allah'ın zatına duyulur. İnsanın sevgisini asıl yöneltmesi gereken, kendisini her an koruyup kollayan, sınırsız nimet veren Rabbimiz'dir. İnsanın bir kimseyi veya bir eşyayı, Allah'tan bağımsız, müstakil bir varlık olarak görüp de Allah'ı sever gibi sevmesi ise, onun şirk koştuğunun en belirgin alametlerinden birisidir. İnsanların bir kısmı Allah'a ortak koşmakta ve diğer varlıkları Allah'ı severcesine sevmektedirler. Müminler ise, hiçbir insanın, maddenin ya da canlının gerçekte kendine ait bir gücü ya da güzelliği olmadığını bilirler. Bunların hepsini, sahip oldukları tüm özelliklerle birlikte yoktan yaratan ancak Allah'tır. Hiçbir canlı kendi güzelliğini tasarlayıp meydana getiremez. Bir insanın yüzündeki güzelliği ya da bir hayvanın sahip olduğu sevimliliği belli bir ömürle yaratan ve ecelleri geldiğinde hepsini yok edecek olan Allah'tır; her güzellik yalnızca Allah'ın hakimiyetindedir. İşte bu nedenle mümin, karşılaştığı tüm güzellikleri, insanları, hayvanları, doğayı Allah'ın yarattığını bilerek sever. Dolayısıyla asıl sevgisi, tüm bu güzellikleri ona veren ve herşeyin sahibi olan Allah'a yöneliktir. Allah’ın yarattıklarını sadece Allah için sevmeliyiz.
            İman eden bir kişi, bütün kalbiyle sevmesi, yakınlaşması, bağlanması gereken varlığın Allah olduğunu bilir. Çünkü Allah kendisini yoktan var etmiş, bedenini, aklını, şuurunu, imanını ve sahip olduğu bütün herşeyi kendisine vermiştir. Bütün ihtiyaçlarını karşılamıştır ve halen de karşılamaktadır. Kendisi için bu dünyada sayısız nimetler yaratmıştır. Dahası, kendisine iman ettiği ve itaat ettiği takdirde, onu, hem dünyada hem de ahirette çok büyük ve sonsuz bir nimetle, kendinden bir sevgi ve hoşnutlukla müjdelemektedir. Bütün bunları da yalnızca kendisinden bir rahmet ve lütuf olarak karşılıksız bir şekilde vermektedir. O halde gerçek anlamda, herkesten çok sevilmeye, bağlanılmaya layık olan yalnızca Allah'tır.
            Allah'a karşı duyulan sevgi, birçok duygunun birleşmesinden oluşan çok köklü bir sevgidir. Bu sevginin içinde sonsuz bir güç sahibi olan Yaratıcı'nın karşısında hissedilen teslimiyet duygusu, Allah'ın sonsuz merhametine duyulan güçlü bir güven duygusu, O'nun sonsuz aklına karşı hissedilen saygı ve yarattığı güzelliklere karşı duyulan hayranlık vardır. Allah'ın herşeyin sahibi olduğunu bilmenin getirdiği bir sadakat ve bağlılık vardır. Bütün bunların bilincinde olan insan, Rabbimize karşı çok coşkulu bir aşkla bağlanır. Bu sevgi gerçek ve saf sevgidir.     
            Allah insana şah damarından daha yakındır, zaman ve mekandan bağımsızdır. Zaten zamanı da mekanı da Allah yaratmıştır. Bu yüzden bizi her an görmekte ve duymaktadır. İnsanın mutlu olacağı bütün güzellikleri yaratmış ve bunlarla bize Kendisini hatırlatmaktadır. Bu hatırlatmaya cevap verenler gördükleri her güzellikten diğer insanlardan çok daha fazla etkilenirler. Allah’ı coşkuyla, aşkla sever, yaratılış delillerini gördükçe Allah’a aşık olurlar.
            Bu dünyada da ahirette de tek gerçek dostumuzun Allah olduğunu, herşeyden çok sevilmeye, övülmeye, yüceltilmeye layık olanın yüce Rabbimiz olduğu unutulmamalıdır. Gün içinde Allah’ı unutmayı, Allah’tan gafil olmayı, gereksiz düşüncelere dalmayı kendinize yakıştırmayın. Ayette şöyle buyrulur:

            Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. gaflete kapılanlardan olma. (Araf Suresi, 205)

            Allah, pek çok duygu gibi insanların kalplerine sevgi hissini de yerleştirmiştir. İnsanın yapması gereken, bu özelliğini Allah'ın Kuran'da verdiği öğütler doğrultusunda en doğru şekilde yönlendirmesidir. Müminler Kuran'ı rehber edindikleri için sevgilerini; kendilerini ve sahip oldukları tüm nimetleri yaratan Allah’a yöneltirler. Bütün sevgisini, bütün dikkatini Allah’a verenlere Allah dünyada ve ahirette en güzel sevgiyi yaşatır. Mevlana Hazretleri’nin "Hakka aşkı olmayanın aşka hakkı olur mu?" sözü bu durumu çok güzel ifade etmektedir.
            Böyle olunca insanın Allah’a ve Allah’ın yarattıklarına karşı duydukları sevgiden kaynaklanan insan sevgisinin sonu olmaz. Sevgilerinde azalma olmadığı gibi, günden güne artar ve derinleşir. Karşılarındaki insanın kendilerine olan sevgisinden de şüphe duymazlar, çünkü onların da kendileri gibi Allah’ı çok sevdiklerini, kendilerine duydukları sevginin Allah sevgilerinden kaynaklandığını ve doğal olarak azalmadığını, aksine sürekli arttığını bilirler.
            Bazı insanlar ruhlarındaki sevgiyi öldürmüş durumdadır. İnsanların ruhlarındaki ölü olan sevgiyi diriltmeleri gerekir. Allah aşkı insana müthiş bir enerji ve canlılık verir. Bu durumdan hiç ayrılmamak gerekir. Allah aşkının ve Allah korkusunun insanı kaplaması gerekir. Allah aşkına kavuşan insan dünyanın ve ahiretin bütün güzelliklerine kavuşur. Allah'ı coşkuyla sevenlerin ruhu şifa bulur. Allah sevgisinde insanda bir aşık elektriği oluşur. İnsanın bütün hücreleri Allah aşkına, tutkusuna göre yaratılmıştır. Bu nedenledir ki Allah’ı çok sevenlerin yüzlerinde bir nur ve bir heybet vardır. Üzerlerinde güzel ve etkileyici bir güç, elektrik olur. İnsanın hücreleri Allah’ı tanır ve Allah’ı sever. Allah’ı sevdiğinde de o hücre çok canlı ve çok sıhhatli olur. Allah aşkıyla vücudun bütün hücreleri bayram eder ve çok açılır. Yani kul Allah’ı sevdikçe vücudun bütün hücreleri huzur ve rahatlık içinde olur. O yüzden de Allah’ın izniyle sağlıklı ve sıhhatli olurlar.



      ZORLUKLARA VE ÇİLELERE SABRETMEK ALLAH AŞKININ İSPATIDIR

            En güzel duygu olan Allah aşkına ulaşmak için Allah’a duyduğumuz sevgi çok şiddetli olmalıdır. Bir kudsi hadiste şöyle buyrulmuştur: "Ben mekanlara evrenlere sığmam, ancak mümin kulumun kalbine sığarım." Bu hadis insanın kalbinde alevlenen bir ateş halini alan Allah sevgisinin gücünü ifade etmektedir.
            Sevgi çok büyük güzelliktir ve sevgiyi insanın kalbine ilham eden Allah’tır. Allah bizlere sevgiyi sevdirmiştir. İnsanların çoğu Allah’ı sevdiklerini düşünürler, sorulduğunda da tabi ki seviyorum diye cevap verdiklerini görürsünüz. Oysa bu sevgi Allah’ın istediği şiddette midir? Allah bizden suni ve zorlama sevgi değil aşık sevgisi istemektedir. Allah’ın bizden istediği kopuk, arada hatırlanan bir sevgi değildir. Deliler gibi aşık, çok büyük bir tutkuyla, derin bir sevgiyle Allah kendisini sevmemizi istiyor. Bu yüzden samimi inanıyorum diyen her mümin dönüp bir kere daha kendi hayatına bakmalıdır. Kalbindeki Allah sevgisini her geçen gün arttırmalıdır.
            Peygamberlerin Allah sevgisi her zaman tüm insanlara örnek olmuştur. Hazreti Davut'un (a.s.) bir duası şu şekildedir: "Allah'ım, senden senin sevgini ve seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine beni ulaştıracak amelleri dilerim. ALLAH'IM, SENİN SEVGİNİ, NEFSİMDEN, ÇOLUK ÇOCUĞUMDAN ve soğuk sudan daha sevgili kıl." (Tirmizi, Davut)
            İnsanın nefsi Allah sevgisi ile arasında bir perde oluşturur. Nefis yaratılışı gereği dünya hayatının süslü çekiciliği ile imtihan olmaktadır. İNSAN ANCAK BİRÇOK ZORLUK VE ÇİLEYE GÖĞÜS GEREREK NEFSİNİN KÖTÜLÜKLERİNDEN ARINARAK ALLAH AŞKINA ULAŞABİLİR.
            Allah herşeyin sahibi olan ve herşeyi yaratandır. Kullarını çok seven ve koruyan olan Allah, kulları için zaman zaman farklı ortamlar yaratabilir. Kimi zaman bolluk, zenginlik, ferahlık içinde yaşatırken, kimi zaman da onları darlık, sıkıntı, hastalık ve çeşitli çilelerle imtihan edebilir. Kuran'da haber verilen peygamber kıssalarında, Allah'ın en sevgili kulları olan peygamberlerin çok çeşitli imtihanlardan geçtikleri görülmektedir. Hz. Eyüp (as), Hz. Yusuf (as), Hz. Musa (as), Hz. İbrahim (as), Hz. Muhammed (sav) ve diğer tüm peygamberler hayatları boyunca hem küfrün kurduğu tuzaklarla hem kendi kavimleri içinden çıkan münafıklar ve fasıklarla mücadele etmişler, hem de hastalık, yokluk, yurtlarından çıkarılma gibi çeşitli zorluklarla denenmişlerdir. Başlarına gelen her olayda, "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" diyen peygamberler, zorluk ve çile anında gösterilmesi gereken tavrın en güzel örneği olmuşlardır. Yaşadıkları her çile, her zorluk onların Allah'a olan sevgi ve bağlılıklarını kat kat artırmış, imanlarını daha derinleştirmiştir. Allah'ın kendilerini denemek için özel olarak yarattığı bir ortamla karşılaşmanın neşesini ve sevincini yaşamışlardır. Mesela Hz. Yusuf (a.s.)’ın  tüm yaşamı zorluklarla ve çileyle geçmiştir, senelerce zindanda kalmış, nefsiyle mücadelesi de çok şiddetli olmuştur ama her zaman Allah demiştir. Allah taraflı düşünmüş, Allah’a olan aşkı her zaman daha da artmıştır.
            Peygamberlerin yolunu izleyen, onların ahlakını ve hayatını kendisine örnek alan salih müminler de benzeri çile ve imtihanlarla karşılaşırlar. Böyle bir olayı yaşayan bir müminin herşeyden önce bu durumu içten bir neşe, şevk ve heyecanla karşılaması gerekir. Allah'ın bu özel durumu, kişinin Allah'a olan sevgisini ve yakınlığını, imani derinliğini ve teslimiyetini kendisinin görmesi, kendi imanına kendisinin şahit olması için yarattığını bilerek coşku duymalıdır. Allah'a bağlılığını göstermesi için oluşan bu imkan onda sevinç meydana getirmeli ve bu sevinçle, en güzel ve asil şekilde tavır göstermelidir.
            Melekler Allah için gösterebilecekleri bir fedakarlık imkanına sahip değildirler. Meleklerin çile çekmeleri, sabretmeleri, cesaret ve metanet göstermelerine gerek yoktur. Yani her şey onlara mecburi olarak verilmiştir. Fakat insan böyle değildir. İnsan Allah’a aşkını ve sevgisini şiddetli gösterme gücüne sahiptir. Allah insana ne yaparsa yapsın, ne zorluk meydana getirirse getirsin eğer insan Allah aşkında devamlıysa, o aşkı çok güzel ifade eden bir durum olmuş olur. Bu durum insanlarda da vardır. Mesela insan sevdiğinin kendisine her halükarda sadık olmasını, vefa göstermesini, zor bir durumda cesaret gösterip öne atılmasını, hatta hayatı pahasına da olsa onu korumasını ister. Bu bir güzelliktir. İşte Allah da bizim o güzelliği yaşamamızı istiyor. Allah için canımızı vermemiz, Allah için gazi olmamız gerekirse, Allah için aç, susuz kalmamız, hapis yatmamız gerekirse bunlar hep aşık alametleri olmuş olur. Yani Allah’a aşık olan bununla tatmin olur, bununla doyar. Yani ruhu bununla ferahlamış, açılmış olur. Çünkü Allah’a aşık olan sevgisini göstermek ister. İnsanın yapacağı tek şey en zor anda bile sevgilisinden yana olmasıdır. Zaten sevgilinin kanunu budur. En zor anda bile sevdiğini bırakmamak, her halükarda ona sadık olmak ve ona sevgisinde en ufak bir azalma olmaması bilakis daha da artma olması. İşte Allah dünyada bize bu imkanı vermiş oluyor. Biz Allah’a aşkımızı ortaya koymada bunu bir fırsat ve imkan olarak kullanmış oluyoruz.
            Zorluklara ve çilelere sabretmek Allah sevgisinin en güzel tezahürlerinden biridir. Zorluklara ve çilelere Allah için sabretmenin anlamını düşünelim. “Ya Rabbi” “ben seni çok seviyorum”. “Her ne olursa olsun sana olan aşkımı, sevgimi, muhabbetimi asla bırakmam. Daha şiddetli olsa yine bırakmam. Daha da şiddetli olsa yine bırakmam", "Canımı alsalar, malımı alsalar, vücudumu parçalasalar yine bırakmam" söylemektir. İşte bu Allah’ı derin bir sevgiyle sevmektir. İşte Allah bunu istiyor. Allah aşkı olmadıktan sonra ne dünyanın ne de cennetin anlamı olur. Hiçbir yerin anlamı kalmaz. Allah aşkı olan insanın gittiği her yer ona zevkli ve güzeldir. Cennet hayatı Allah aşkı ve Allah’a karşı tutkuyla çok güzeldir. Yoksa evle, etle, kemikle, yemekle insan mutlu olmaz. Allah aşkı ile insan mutlu olur. O yüzden bazı insanlar Allah aşkı olmadığı için bir türlü mutlu olamazlar.



 ALLAH’I SEVİYORUM DEMEK YETERLİ DEĞİLDİR

            İnsanların Allah'tan sakınmamalarının ve gereği gibi korkmamalarının altında yatan bir başka sebep de, Allah'ı sevdiklerini söylemeleri fakat bu konuda samimi davranmamalarıdır. Çünkü gerçek sevgi beraberinde saygıyı ve Allah'ın beğenmediği şeylerden sakınmayı da getirir. Fakat ilginç olan, bu insanların yaşamlarına ve hareket tarzlarına bakıldığında buna dair hiçbir alamet görülmemesidir. Çünkü samimi olarak Allah'ı seven bir insan herşeyden önce O'nun sınırlarına son derece titizlik gösterecek, O'nun sevip beğendiği şeyleri sevecek, beğenmediği, kınadığı, sakındırdığı şeylerden şiddetle sakınacaktır. Bu sevgisini, ölene dek yaşamının tüm detaylarında O'nun rızasını arayarak, O'na olan derin saygısı, güveni, boyun eğiciliği ve sadakatiyle gösterecektir. Yoksa bunun dışında sadece sözlü olarak sevgi iddiasında bulunmak fakat buna rağmen Allah'ın sınırlarını aşarak pervasızca bir yaşam sürmek, kuşkusuz samimiyetten son derece uzak bir tavır olacaktır. Ve elbette ki bu samimiyetsizlik karşılıksız kalmayacak, kişi olabilecek en büyük hüsrana uğrayacaktır.
            Şu nokta çok önemlidir: Allah'ın hükümleri son derece açıkken ve cehennemin varlığı kesin bir gerçekken, bir insanın sadece sözlü bir sevgi ifadesini yeterli görmesi, kendini temize çıkarıp vicdanını rahatlatmaktan başka bir amaç taşımaz. Bu ise Kuran mantığı ve ruhuyla taban tabana zıt bir tutumdur.

  De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Al-i İmran Suresi, 31)

            Her şeyden önce Allah Kendisi’nden korkmalarını insanlara emretmiştir. Bu yüzden, Allah'ın bu emrini göz ardı edip, yalnızca Allah'ı sevmenin yeterli olduğunu söylemenin hiçbir mantığı olamaz. Allah'tan korkmadığı halde O'nu sevdiğini söyleyen bir kimse gerçekte kendini kandırmaktan, vicdanını rahatlatmaya çalışmaktan başka bir şey yapmaz. Allah sevgisi dediği şey, kendi ilkel ve yüzeysel bakış açısıyla kafasında kurduğu bir sevgi türüdür. Gerçek Allah sevgisiyle hiçbir ilgisi yoktur. Allah kendisinden korkmasını emrederken, bunun gerekli olmadığını savunan bir insan, ancak kendisini aldatabilir. Bu akılsızca iddianın "oruca, namaza, ibadete gerek yoktur" demekten hiçbir farkı bulunmamaktadır. Böyleleri, sadece Allah korkusu konusunda değil, Allah'ın birçok emrini uygulamamak için de çeşitli bahanelere başvururlar. ALLAH SEVGİSİ VE ALLAH KORKUSU HER ZAMAN BİRLİKTE OLMALIDIR.


            Peygamber Efen­di­miz (S.A.V) Allah sevgisi ile ilgili şunları buyurmuştur:

            "Üç  özellik vardır, ki bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını alır: Allah ve Resulünü her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini yalnızca Allah için sevmek. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek." (Buhari)
            "Size vermekte olduğu nimetlerinden ötürü Allah'ı sevin, beni de Allah beni sevdiği için seviniz." (Tirmizi)


            Peygamber Efen­di­miz (S.A.V)‘in yaptığı bir dua şöyledir:

            "Ya Rabbi! Bana Kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve beni Senin sevgine yaklaştıracakların sevgisini ihsan eyle ve Kendi sevgini bana hararetten, susuzluktan yananların, soğuk suya kavuşmasını istemelerinden sevgili kıl." (İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, s.594)



             YÜCE RABBİMİZ KUDSİ HADİSLERİNDE ŞUNLARI BUYURMUŞTUR:

            Ey Ademoğlu! Eğer sevgimi istiyorsan, kalbinden dünya sevgisini çıkar. Ben, Benim sevgimi ve dünya sevgisini asla bir kalpte birlikte bulundurmadım.
            Ey Ademoğlu! Dünya sevgisiyle birlikte Benim sevgimi nasıl istiyorsun? Sevgimi ve rızamı dünyayı terketmekte ara.
            Ey Ademoğlu! İbadetim için feragat et ki, kalbin muhabbetimle dolsun ve Bana yönel ki, sana kafi geleyim.
            Ey Ademoğlu! Bana hizmet et; zira, Ben, Bana hizmet edeni severim. Kulum Beni görmeyi arzuladığı zaman, Ben de onu görmeyi sever, isterim. Kulumun nafile ibadetlerle Bana yaklaşmaya çalışması asla boşa gitmez ki, Ben onu severim. Onu istediğim zaman da, onun sözlerini işitirim.
            Ey Ademoğlu! Sevgimi isteyenlere sevgimi vacib kıldım.
            Ey Davud! Cennet'im itaat ve ibadet edenler içindir. Zikrim, zikredenler içindir. Kıfayetim, tevekkül edenlere mahsustur. Fazla ihsanım şükredenlere aittir. Rahmetim, iyiler için, dostluğum da arifler içindir. Bense, özellikle sevenler içinim.
            Ey Davud! Yeryüzünün bütün halkına duyur ki; Ben, sevenin sevgilisiyim. Benimle olmak isteyenle birlikteyim. Beni zikretmekle meşgul olanın dostuyum. Beni arkadaş edinenin arkadaşıyım. Beni seçeni seçmişimdir. Bana itaat edenin dediğini yaparım. Beni kalpten seven hiç bir kul yoktur ki, onu kendime kabul etmiş olmayayım!
            Ey Davud! Beni tanıyıp bilmeyen nasıl sever! Gece bastırdığında benden uzak, uykuya dalanın, Beni sevdiği iddiası yalandır. Her seven, sevgilisiyle yalnız kalmayı sevmez, gözlemez mi?
            Ey Davud! Benden iste de, şevkimi sana hibe edeyim. Zira Ben, Beni arzulayanların kalplerini kabul ettim ve onları yüzümün nuruyla aydınlattım.
            Ey kulum, senin hakkın sevgili bulmak, Benim hakkım da Bana sevgili olmandır.
            Ey kullarım, Benden başkasıyla niçin meşgul oluyorsunuz? Oysa Ben, sizi arzuluyorum. Uzun bir cefa değil midir ki bu? Takva sahibleri olan iyilerin Bana kavuşma arzularından, Ben daha arzuluyum onlara kavuşmaya. Kulumun Beni zikri çok olursa Ben, ona aşık olurum ve o da Bana aşık olur. Böylece de Beni bulmuş olur. (Marifetname - S. 429)