Bu yazıyı
okurken durup bir an için kendinize şöyle sorun. Gerçekten gün içinde ne kadar
Allah’ı düşünüyorsun? Yataktan kalkar kalkmaz sana bir gün daha bağışladığını
fark edebiliyor musun? Gün içinde sana her an şah damarından daha yakın
olduğunu biliyor musun? Her duanı, her şükrünü işittiğini biliyor musun? Sana
sürekli, hiç durmaksızın nimet verdiğini görebiliyor musun?
Bütün
bunları gerçekten görebilen ve kalbinde hissedebilen bir mümin gün içinde
sürekli Allah’ı anar. Yolda yürürken, arabada giderken, yemek yerken daima
Allah’la birliktedir. Allah’la olan derin bağını hiç koparmaz. Çünkü Allah
insanların tüm kalbiyle Kendisini sevmesini ister. Allah’ın tabi ki kullarının
sevgisine ihtiyacı yok, O tüm kainat tarafından sürekli övülür, sürekli
yüceltilir. Ama Rabbimizin sevgisine çok ihtiyacımız vardır. Bu yüzden samimi
müminin aklında, düşüncelerinde, dilinde sürekli Allah vardır, Allah sevgisi
adeta vücudunun tüm hücrelerine işlemiştir. Kalbi Allah sevgisiyle çarpar,
Allah anıldığı zaman tüm ruhu beslenir ve sevinçten coşar. Müminin samimiyeti
Allah anıldığında gösterdiği heyecanla ve şevkle ortaya çıkar.
Dünya
hayatının süsüne kapılanlar ise Allah'ın kendilerine imtihan için verdiği
nimetlere tutkulu bir sevgi ile bağlanırlar; örneğin insanları "Allah'ı
sever gibi severler". Bazı insanların yaşamlarına baktığımızda Allah’a
olan sevgisinin annesine, babasına, sevgilisine duyduğu seygiye kıyasla düşük
olduğu görülmektedir. Halbuki anne ve babasını, sevgilisini yaratan Allah’tır,
sevgilisine gösterdiği sevgiyi kalbine koyan da Allah’tır. Burada olağanüstü
bir durum oluşmakta, vicdan gereği gibi kullanılmamaktadır. Allah’ı hakkıyla
sevmeyen insanlar için Kuran’da Allah “zalim
ve cahildir insanlar, nankördürler” diye bildirmiştir. İnkar edenlerin tüm
sevgilerini, aşklarını insanlara yönelttiklerini, şirk içinde boğulduklarını
görürüz. Kimi eşini, kimi çocuğunu, kimi fabrikasını, kimi bankaya yığdığı
paraları, kimi mallarını mülklerini put edinir ve bütün sevgisini bunlara
yöneltir. Allah’ı tamamen unutur, gün içinde bir kere bile “Allah” demez,
Allah’ı bir kere bile aklına getirmez. Allah inkar edenlerin bu durumunu
ayetlerde şöyle bildirir:
İnsanlar
içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları),
Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise
Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman,
muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın
gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
Andolsun,
sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): "Eğer şirk koşacak olursan,
şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan
olacaksın. (Zümer Suresi, 65)
O
şirk koşanlar, şirk koştuklarını gördükleri zaman: "Rabbimiz, Seni bırakıp
bizim taptığımız ortaklarımız bunlardır" diyecekler. (Onlar da bunlara:)
"Siz gerçekten yalan söyleyenlersiniz" diye sözü (geri çevirip)
fırlatacaklar. (Nahl Suresi, 86)
Şimdi bu
iki insan arasındaki farkı düşünün. Biri yataktan kalkar kalmaz, gözlerini açar
açmaz Allah’ı düşünüyor, gün içinde sürekli dikkatini Allah’a veriyor. Allah’ın
tecellileriyle muhatap olduğunu biliyor. İnsanları, tüm canlıları, çiçekleri,
hayvanları Allah’ın tecellisi olarak seviyor. Tüm sevgisini önce Allah’a oradan
yaratılanlara veriyor. Kalbinde Allah, dilinde Allah, amellerinde hep Allah
var. Tek isteği var, o da bir gün o büyük aşkla sevdiği Rabbine kavuşmak...
Diğeri ise
güne yapacağı işleri düşünerek başlıyor. Oradan oraya dünya işleriyle meşgul
oluyor. Kafasında sürekli işleri, parası, yönettiği insanlar var. Sadece dünya
için yaşıyor. Allah hiç aklına bile gelmiyor. O ahiret için değil yalnızca bu
dünya için yaşıyor. Bütün bunları yaparken kendisini saran, ona tüm hücrelerine
kadar hayat veren Rabbi’nden habersiz. Adeta rüzgarda sürüklenen bir
yaprak gibi şuursuzca yaşıyor, akletmeden, düşünmeden ve sevgisini gerçek
sahibine vermeden. Bu yüzden de put edindiği ve sevgisini verdiği her şey
Allah’tan bir hatırlatma olarak vefayla ve güzellikle sonuçlanmıyor. Allah’ı
sevmeyen kalpler arasında Allah gerçek sevgiyi ve gerçek aşkı oluşturmuyor.
Dünyadaki insanların sevgisizlikten, bencillikten, vefasızlıktan yakınmalarının
temelinde işte bu gerçek yatıyor. Onlar “neden böyle” diye sürekli karşı tarafı
suçlarken gerçek sevgiyi ve aşkı kalplere Allah yerleştirmiyor. Bu dünyada kendisini
unutanı Allah da unutuyor, kendisini anmayanı Allah da anmıyor.
Bazı
insanların yaşamayı istedikleri ancak bir türlü bulamadıkları gerçek sevgi,
ancak Allah çok sevildiğinde yaşanabilir. Eğer insan Allah sevgisini yaşamadan
sevgiyi bulma arayışına girerse, ne yaparsa yapsın amacına ulaşamaz. Çünkü
gerçek olan tek bir sevgi vardır, o da Allah sevgisidir. İnsanı mutlu eden, ona
neşe ve huzur veren gerçek sevgi, Allah sevgisidir. Bunun dışında kalan ve
Allah'tan başka varlıklara yöneltilen sevgiler, Kuran'daki ifadeyle Allah'a
şirk koşanların sevgisidir ki, insanlara her zaman için acı, hüzün ve
huzursuzluk verir. Bir insana, bir çiçeğe veya canlı ya da cansız güzel bir
başka varlığa yöneltilen sevgi, ancak temelinde Allah sevgisi varsa anlam
kazanır.
Sevginin
oluşmasındaki sebeplerden biri sevilen kimsedeki üstün ve güzel özelliklere
karşı duyulan ilgi ve hayranlıktır. Bu ilgi ve hayranlık karşı taraftan da
karşılık gördüğünde aradaki ilişki kuvvetli bir sevgi bağına dönüşür. Ancak
burada önemli olan nokta, üstünlük ve güzelliğin gerçek sahibini bulmak ve
ilgi, sevgi ve hayranlık hislerini ona yöneltmektir. O da yine, bütün
güzelliklerin, üstün ve yüce sıfatların kaynağı, sahibi olan Allah'tır. O'nun
yarattıklarının sahipmiş gibi göründükleri üstün sıfatlar ise yalnızca Allah'ın
sonsuz sıfatlarının çok küçük birer yansımasıdırlar ve gerçekte Allah'a
aittirler. Allah'ın kulları üzerinde tecelli etmekte, yani görünmektedirler.
Bütün
bunlardan dolayı sevgi ancak Allah'ın zatına duyulur. İnsanın sevgisini asıl
yöneltmesi gereken, kendisini her an koruyup kollayan, sınırsız nimet veren
Rabbimiz'dir. İnsanın bir kimseyi veya bir eşyayı, Allah'tan bağımsız, müstakil
bir varlık olarak görüp de Allah'ı sever gibi sevmesi ise, onun şirk koştuğunun
en belirgin alametlerinden birisidir. İnsanların bir kısmı Allah'a ortak
koşmakta ve diğer varlıkları Allah'ı severcesine sevmektedirler. Müminler ise,
hiçbir insanın, maddenin ya da canlının gerçekte kendine ait bir gücü ya da
güzelliği olmadığını bilirler. Bunların hepsini, sahip oldukları tüm
özelliklerle birlikte yoktan yaratan ancak Allah'tır. Hiçbir canlı kendi
güzelliğini tasarlayıp meydana getiremez. Bir insanın yüzündeki güzelliği ya da
bir hayvanın sahip olduğu sevimliliği belli bir ömürle yaratan ve ecelleri
geldiğinde hepsini yok edecek olan Allah'tır; her güzellik yalnızca Allah'ın
hakimiyetindedir. İşte bu nedenle mümin, karşılaştığı tüm güzellikleri,
insanları, hayvanları, doğayı Allah'ın yarattığını bilerek sever. Dolayısıyla
asıl sevgisi, tüm bu güzellikleri ona veren ve herşeyin sahibi olan Allah'a
yöneliktir. Allah’ın yarattıklarını sadece Allah için sevmeliyiz.
İman eden
bir kişi, bütün kalbiyle sevmesi, yakınlaşması, bağlanması gereken varlığın
Allah olduğunu bilir. Çünkü Allah kendisini yoktan var etmiş, bedenini, aklını,
şuurunu, imanını ve sahip olduğu bütün herşeyi kendisine vermiştir. Bütün
ihtiyaçlarını karşılamıştır ve halen de karşılamaktadır. Kendisi için bu
dünyada sayısız nimetler yaratmıştır. Dahası, kendisine iman ettiği ve itaat
ettiği takdirde, onu, hem dünyada hem de ahirette çok büyük ve sonsuz bir
nimetle, kendinden bir sevgi ve hoşnutlukla müjdelemektedir. Bütün bunları da
yalnızca kendisinden bir rahmet ve lütuf olarak karşılıksız bir şekilde vermektedir.
O halde gerçek anlamda, herkesten çok sevilmeye, bağlanılmaya layık olan
yalnızca Allah'tır.
Allah'a
karşı duyulan sevgi, birçok duygunun birleşmesinden oluşan çok köklü bir
sevgidir. Bu sevginin içinde sonsuz bir güç sahibi olan Yaratıcı'nın karşısında
hissedilen teslimiyet duygusu, Allah'ın sonsuz merhametine duyulan güçlü bir
güven duygusu, O'nun sonsuz aklına karşı hissedilen saygı ve yarattığı
güzelliklere karşı duyulan hayranlık vardır. Allah'ın herşeyin sahibi olduğunu
bilmenin getirdiği bir sadakat ve bağlılık vardır. Bütün bunların bilincinde
olan insan, Rabbimize karşı çok coşkulu bir aşkla bağlanır. Bu sevgi gerçek ve
saf sevgidir.
Allah
insana şah damarından daha yakındır, zaman ve mekandan bağımsızdır. Zaten
zamanı da mekanı da Allah yaratmıştır. Bu yüzden bizi her an görmekte ve
duymaktadır. İnsanın mutlu olacağı bütün güzellikleri yaratmış ve bunlarla bize
Kendisini hatırlatmaktadır. Bu hatırlatmaya cevap verenler gördükleri her
güzellikten diğer insanlardan çok daha fazla etkilenirler. Allah’ı coşkuyla,
aşkla sever, yaratılış delillerini gördükçe Allah’a aşık olurlar.
Bu dünyada da ahirette de tek gerçek
dostumuzun Allah olduğunu, herşeyden çok sevilmeye, övülmeye, yüceltilmeye layık
olanın yüce Rabbimiz olduğu unutulmamalıdır. Gün içinde Allah’ı unutmayı,
Allah’tan gafil olmayı, gereksiz düşüncelere dalmayı kendinize yakıştırmayın. Ayette
şöyle buyrulur:
Rabbini,
sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara
yalvara ve için için zikret. gaflete kapılanlardan olma. (Araf Suresi, 205)
Allah, pek
çok duygu gibi insanların kalplerine sevgi hissini de yerleştirmiştir. İnsanın
yapması gereken, bu özelliğini Allah'ın Kuran'da verdiği öğütler doğrultusunda
en doğru şekilde yönlendirmesidir. Müminler Kuran'ı rehber edindikleri için
sevgilerini; kendilerini ve sahip oldukları tüm nimetleri yaratan Allah’a yöneltirler.
Bütün sevgisini, bütün dikkatini Allah’a verenlere Allah dünyada ve ahirette en
güzel sevgiyi yaşatır. Mevlana Hazretleri’nin "Hakka aşkı olmayanın aşka
hakkı olur mu?" sözü bu durumu çok güzel ifade etmektedir.
Böyle
olunca insanın Allah’a ve Allah’ın yarattıklarına karşı duydukları sevgiden
kaynaklanan insan sevgisinin sonu olmaz. Sevgilerinde azalma olmadığı gibi,
günden güne artar ve derinleşir. Karşılarındaki insanın kendilerine olan
sevgisinden de şüphe duymazlar, çünkü onların da kendileri gibi Allah’ı çok
sevdiklerini, kendilerine duydukları sevginin Allah sevgilerinden
kaynaklandığını ve doğal olarak azalmadığını, aksine sürekli arttığını
bilirler.
Bazı insanlar ruhlarındaki sevgiyi
öldürmüş durumdadır. İnsanların ruhlarındaki ölü olan sevgiyi diriltmeleri
gerekir. Allah aşkı insana müthiş bir enerji ve canlılık verir. Bu durumdan hiç
ayrılmamak gerekir. Allah aşkının ve Allah korkusunun insanı kaplaması gerekir.
Allah aşkına kavuşan insan dünyanın ve ahiretin bütün güzelliklerine kavuşur.
Allah'ı coşkuyla sevenlerin ruhu şifa bulur. Allah sevgisinde insanda bir aşık
elektriği oluşur. İnsanın bütün hücreleri Allah aşkına, tutkusuna göre
yaratılmıştır. Bu nedenledir ki Allah’ı çok sevenlerin yüzlerinde bir nur ve
bir heybet vardır. Üzerlerinde güzel ve etkileyici bir güç, elektrik olur. İnsanın
hücreleri Allah’ı tanır ve Allah’ı sever. Allah’ı sevdiğinde de o hücre çok
canlı ve çok sıhhatli olur. Allah aşkıyla vücudun bütün hücreleri bayram eder
ve çok açılır. Yani kul Allah’ı sevdikçe vücudun bütün hücreleri huzur ve
rahatlık içinde olur. O yüzden de Allah’ın izniyle sağlıklı ve sıhhatli
olurlar.
ZORLUKLARA
VE ÇİLELERE SABRETMEK ALLAH AŞKININ İSPATIDIR
En güzel
duygu olan Allah aşkına ulaşmak için Allah’a duyduğumuz sevgi çok şiddetli
olmalıdır. Bir kudsi hadiste şöyle buyrulmuştur: "Ben mekanlara evrenlere
sığmam, ancak mümin kulumun kalbine sığarım." Bu hadis insanın kalbinde
alevlenen bir ateş halini alan Allah sevgisinin gücünü ifade etmektedir.
Sevgi çok
büyük güzelliktir ve sevgiyi insanın kalbine ilham eden Allah’tır. Allah
bizlere sevgiyi sevdirmiştir. İnsanların çoğu Allah’ı sevdiklerini düşünürler,
sorulduğunda da tabi ki seviyorum diye cevap verdiklerini görürsünüz. Oysa bu
sevgi Allah’ın istediği şiddette midir? Allah bizden suni ve zorlama sevgi
değil aşık sevgisi istemektedir. Allah’ın bizden istediği kopuk, arada
hatırlanan bir sevgi değildir. Deliler gibi aşık, çok büyük bir tutkuyla, derin
bir sevgiyle Allah kendisini sevmemizi istiyor. Bu yüzden samimi inanıyorum
diyen her mümin dönüp bir kere daha kendi hayatına bakmalıdır. Kalbindeki Allah
sevgisini her geçen gün arttırmalıdır.
Peygamberlerin
Allah sevgisi her zaman tüm insanlara örnek olmuştur. Hazreti Davut'un (a.s.)
bir duası şu şekildedir: "Allah'ım, senden senin sevgini ve seni sevenleri
sevmeyi ve senin sevgine beni ulaştıracak amelleri dilerim. ALLAH'IM, SENİN
SEVGİNİ, NEFSİMDEN, ÇOLUK ÇOCUĞUMDAN ve soğuk sudan daha sevgili kıl."
(Tirmizi, Davut)
İnsanın
nefsi Allah sevgisi ile arasında bir perde oluşturur. Nefis yaratılışı gereği
dünya hayatının süslü çekiciliği ile imtihan olmaktadır. İNSAN ANCAK BİRÇOK
ZORLUK VE ÇİLEYE GÖĞÜS GEREREK NEFSİNİN KÖTÜLÜKLERİNDEN ARINARAK ALLAH AŞKINA
ULAŞABİLİR.
Allah
herşeyin sahibi olan ve herşeyi yaratandır. Kullarını çok seven ve koruyan olan
Allah, kulları için zaman zaman farklı ortamlar yaratabilir. Kimi zaman bolluk,
zenginlik, ferahlık içinde yaşatırken, kimi zaman da onları darlık, sıkıntı,
hastalık ve çeşitli çilelerle imtihan edebilir. Kuran'da haber verilen
peygamber kıssalarında, Allah'ın en sevgili kulları olan peygamberlerin çok
çeşitli imtihanlardan geçtikleri görülmektedir. Hz. Eyüp (as), Hz. Yusuf (as),
Hz. Musa (as), Hz. İbrahim (as), Hz. Muhammed (sav) ve diğer tüm peygamberler
hayatları boyunca hem küfrün kurduğu tuzaklarla hem kendi kavimleri içinden
çıkan münafıklar ve fasıklarla mücadele etmişler, hem de hastalık, yokluk,
yurtlarından çıkarılma gibi çeşitli zorluklarla denenmişlerdir. Başlarına gelen
her olayda, "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" diyen
peygamberler, zorluk ve çile anında gösterilmesi gereken tavrın en güzel örneği
olmuşlardır. Yaşadıkları her çile, her zorluk onların Allah'a olan sevgi ve
bağlılıklarını kat kat artırmış, imanlarını daha derinleştirmiştir. Allah'ın
kendilerini denemek için özel olarak yarattığı bir ortamla karşılaşmanın
neşesini ve sevincini yaşamışlardır. Mesela Hz. Yusuf (a.s.)’ın tüm
yaşamı zorluklarla ve çileyle geçmiştir, senelerce zindanda kalmış, nefsiyle
mücadelesi de çok şiddetli olmuştur ama her zaman Allah demiştir. Allah taraflı
düşünmüş, Allah’a olan aşkı her zaman daha da artmıştır.
Peygamberlerin yolunu izleyen, onların ahlakını ve hayatını kendisine örnek alan salih müminler de benzeri çile ve imtihanlarla karşılaşırlar. Böyle bir olayı yaşayan bir müminin herşeyden önce bu durumu içten bir neşe, şevk ve heyecanla karşılaması gerekir. Allah'ın bu özel durumu, kişinin Allah'a olan sevgisini ve yakınlığını, imani derinliğini ve teslimiyetini kendisinin görmesi, kendi imanına kendisinin şahit olması için yarattığını bilerek coşku duymalıdır. Allah'a bağlılığını göstermesi için oluşan bu imkan onda sevinç meydana getirmeli ve bu sevinçle, en güzel ve asil şekilde tavır göstermelidir.
Peygamberlerin yolunu izleyen, onların ahlakını ve hayatını kendisine örnek alan salih müminler de benzeri çile ve imtihanlarla karşılaşırlar. Böyle bir olayı yaşayan bir müminin herşeyden önce bu durumu içten bir neşe, şevk ve heyecanla karşılaması gerekir. Allah'ın bu özel durumu, kişinin Allah'a olan sevgisini ve yakınlığını, imani derinliğini ve teslimiyetini kendisinin görmesi, kendi imanına kendisinin şahit olması için yarattığını bilerek coşku duymalıdır. Allah'a bağlılığını göstermesi için oluşan bu imkan onda sevinç meydana getirmeli ve bu sevinçle, en güzel ve asil şekilde tavır göstermelidir.
Melekler
Allah için gösterebilecekleri bir fedakarlık imkanına sahip değildirler.
Meleklerin çile çekmeleri, sabretmeleri, cesaret ve metanet göstermelerine
gerek yoktur. Yani her şey onlara mecburi olarak verilmiştir. Fakat insan böyle
değildir. İnsan Allah’a aşkını ve sevgisini şiddetli gösterme gücüne sahiptir.
Allah insana ne yaparsa yapsın, ne zorluk meydana getirirse getirsin eğer insan
Allah aşkında devamlıysa, o aşkı çok güzel ifade eden bir durum olmuş olur. Bu
durum insanlarda da vardır. Mesela insan sevdiğinin kendisine her halükarda
sadık olmasını, vefa göstermesini, zor bir durumda cesaret gösterip öne
atılmasını, hatta hayatı pahasına da olsa onu korumasını ister. Bu bir güzelliktir.
İşte Allah da bizim o güzelliği yaşamamızı istiyor. Allah için canımızı
vermemiz, Allah için gazi olmamız gerekirse, Allah için aç, susuz kalmamız,
hapis yatmamız gerekirse bunlar hep aşık alametleri olmuş olur. Yani Allah’a aşık
olan bununla tatmin olur, bununla doyar. Yani ruhu bununla ferahlamış, açılmış
olur. Çünkü Allah’a aşık olan sevgisini göstermek ister. İnsanın yapacağı tek
şey en zor anda bile sevgilisinden yana olmasıdır. Zaten sevgilinin kanunu
budur. En zor anda bile sevdiğini bırakmamak, her halükarda ona sadık olmak ve
ona sevgisinde en ufak bir azalma olmaması bilakis daha da artma olması. İşte
Allah dünyada bize bu imkanı vermiş oluyor. Biz Allah’a aşkımızı ortaya koymada
bunu bir fırsat ve imkan olarak kullanmış oluyoruz.
Zorluklara
ve çilelere sabretmek Allah sevgisinin en güzel tezahürlerinden biridir. Zorluklara
ve çilelere Allah için sabretmenin anlamını düşünelim. “Ya Rabbi” “ben seni çok
seviyorum”. “Her ne olursa olsun sana olan aşkımı, sevgimi, muhabbetimi asla
bırakmam. Daha şiddetli olsa yine bırakmam. Daha da şiddetli olsa yine
bırakmam", "Canımı alsalar, malımı alsalar, vücudumu parçalasalar
yine bırakmam" söylemektir. İşte bu Allah’ı derin bir sevgiyle sevmektir.
İşte Allah bunu istiyor. Allah aşkı olmadıktan sonra ne dünyanın ne de cennetin
anlamı olur. Hiçbir yerin anlamı kalmaz. Allah aşkı olan insanın gittiği her
yer ona zevkli ve güzeldir. Cennet hayatı Allah aşkı ve Allah’a karşı tutkuyla
çok güzeldir. Yoksa evle, etle, kemikle, yemekle insan mutlu olmaz. Allah aşkı
ile insan mutlu olur. O yüzden bazı insanlar Allah aşkı olmadığı için bir türlü
mutlu olamazlar.
ALLAH’I
SEVİYORUM DEMEK YETERLİ DEĞİLDİR
İnsanların Allah'tan sakınmamalarının ve gereği gibi
korkmamalarının altında yatan bir başka sebep de, Allah'ı sevdiklerini
söylemeleri fakat bu konuda samimi davranmamalarıdır. Çünkü gerçek sevgi
beraberinde saygıyı ve Allah'ın beğenmediği şeylerden sakınmayı da getirir.
Fakat ilginç olan, bu insanların yaşamlarına ve hareket tarzlarına bakıldığında
buna dair hiçbir alamet görülmemesidir. Çünkü samimi olarak Allah'ı seven bir
insan herşeyden önce O'nun sınırlarına son derece titizlik gösterecek, O'nun sevip
beğendiği şeyleri sevecek, beğenmediği, kınadığı, sakındırdığı şeylerden
şiddetle sakınacaktır. Bu sevgisini, ölene dek yaşamının tüm detaylarında O'nun
rızasını arayarak, O'na olan derin saygısı, güveni, boyun eğiciliği ve
sadakatiyle gösterecektir. Yoksa bunun dışında sadece sözlü olarak sevgi
iddiasında bulunmak fakat buna rağmen Allah'ın sınırlarını aşarak pervasızca
bir yaşam sürmek, kuşkusuz samimiyetten son derece uzak bir tavır olacaktır. Ve
elbette ki bu samimiyetsizlik karşılıksız kalmayacak, kişi olabilecek en büyük
hüsrana uğrayacaktır.
Şu nokta
çok önemlidir: Allah'ın hükümleri son derece açıkken ve cehennemin varlığı
kesin bir gerçekken, bir insanın sadece sözlü bir sevgi ifadesini yeterli
görmesi, kendini temize çıkarıp vicdanını rahatlatmaktan başka bir amaç
taşımaz. Bu ise Kuran mantığı ve ruhuyla taban tabana zıt bir tutumdur.
De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin
ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Al-i
İmran Suresi, 31)
Her şeyden önce Allah Kendisi’nden korkmalarını insanlara
emretmiştir. Bu yüzden, Allah'ın bu emrini göz ardı edip, yalnızca Allah'ı
sevmenin yeterli olduğunu söylemenin hiçbir mantığı olamaz. Allah'tan
korkmadığı halde O'nu sevdiğini söyleyen bir kimse gerçekte kendini
kandırmaktan, vicdanını rahatlatmaya çalışmaktan başka bir şey yapmaz. Allah
sevgisi dediği şey, kendi ilkel ve yüzeysel bakış açısıyla kafasında kurduğu
bir sevgi türüdür. Gerçek Allah sevgisiyle hiçbir ilgisi yoktur. Allah
kendisinden korkmasını emrederken, bunun gerekli olmadığını savunan bir insan,
ancak kendisini aldatabilir. Bu akılsızca iddianın "oruca, namaza, ibadete
gerek yoktur" demekten hiçbir farkı bulunmamaktadır. Böyleleri, sadece
Allah korkusu konusunda değil, Allah'ın birçok emrini uygulamamak için de
çeşitli bahanelere başvururlar. ALLAH
SEVGİSİ VE ALLAH KORKUSU HER ZAMAN BİRLİKTE OLMALIDIR.
Peygamber
Efendimiz (S.A.V) Allah sevgisi ile ilgili şunları buyurmuştur:
"Üç
özellik vardır, ki bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını alır: Allah ve Resulünü
her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini yalnızca Allah için sevmek. Allah kendisini
küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi
çirkin ve tehlikeli görmek." (Buhari)
"Size
vermekte olduğu nimetlerinden ötürü Allah'ı sevin, beni de Allah beni sevdiği
için seviniz." (Tirmizi)
Peygamber
Efendimiz (S.A.V)‘in yaptığı bir dua şöyledir:
"Ya
Rabbi! Bana Kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve beni Senin sevgine yaklaştıracakların
sevgisini ihsan eyle ve Kendi sevgini bana hararetten, susuzluktan yananların,
soğuk suya kavuşmasını istemelerinden sevgili kıl." (İmam Gazali, Kimya-yı
Saadet, s.594)
YÜCE
RABBİMİZ KUDSİ HADİSLERİNDE ŞUNLARI BUYURMUŞTUR:
Ey Ademoğlu! Eğer sevgimi istiyorsan, kalbinden dünya sevgisini çıkar. Ben, Benim sevgimi ve dünya sevgisini asla bir kalpte birlikte bulundurmadım.
Ey Ademoğlu! Dünya sevgisiyle birlikte Benim sevgimi nasıl istiyorsun? Sevgimi ve rızamı dünyayı terketmekte ara.
Ey Ademoğlu! İbadetim için feragat et ki, kalbin muhabbetimle dolsun ve Bana yönel ki, sana kafi geleyim.
Ey Ademoğlu! Bana hizmet et; zira, Ben, Bana hizmet edeni severim. Kulum Beni görmeyi arzuladığı zaman, Ben de onu görmeyi sever, isterim. Kulumun nafile ibadetlerle Bana yaklaşmaya çalışması asla boşa gitmez ki, Ben onu severim. Onu istediğim zaman da, onun sözlerini işitirim.
Ey Ademoğlu! Sevgimi isteyenlere sevgimi vacib kıldım.
Ey Davud! Cennet'im itaat ve ibadet edenler içindir. Zikrim, zikredenler içindir. Kıfayetim, tevekkül edenlere mahsustur. Fazla ihsanım şükredenlere aittir. Rahmetim, iyiler için, dostluğum da arifler içindir. Bense, özellikle sevenler içinim.
Ey Davud! Yeryüzünün bütün halkına duyur ki; Ben, sevenin sevgilisiyim. Benimle olmak isteyenle birlikteyim. Beni zikretmekle meşgul olanın dostuyum. Beni arkadaş edinenin arkadaşıyım. Beni seçeni seçmişimdir. Bana itaat edenin dediğini yaparım. Beni kalpten seven hiç bir kul yoktur ki, onu kendime kabul etmiş olmayayım!
Ey Davud! Beni tanıyıp bilmeyen nasıl sever! Gece bastırdığında benden uzak, uykuya dalanın, Beni sevdiği iddiası yalandır. Her seven, sevgilisiyle yalnız kalmayı sevmez, gözlemez mi?
Ey Davud! Benden iste de, şevkimi sana hibe edeyim. Zira Ben, Beni arzulayanların kalplerini kabul ettim ve onları yüzümün nuruyla aydınlattım.
Ey kulum, senin hakkın sevgili bulmak, Benim hakkım da Bana sevgili olmandır.
Ey kullarım, Benden başkasıyla niçin meşgul oluyorsunuz? Oysa Ben, sizi arzuluyorum. Uzun bir cefa değil midir ki bu? Takva sahibleri olan iyilerin Bana kavuşma arzularından, Ben daha arzuluyum onlara kavuşmaya. Kulumun Beni zikri çok olursa Ben, ona aşık olurum ve o da Bana aşık olur. Böylece de Beni bulmuş olur. (Marifetname - S. 429)
Ey Ademoğlu! Eğer sevgimi istiyorsan, kalbinden dünya sevgisini çıkar. Ben, Benim sevgimi ve dünya sevgisini asla bir kalpte birlikte bulundurmadım.
Ey Ademoğlu! Dünya sevgisiyle birlikte Benim sevgimi nasıl istiyorsun? Sevgimi ve rızamı dünyayı terketmekte ara.
Ey Ademoğlu! İbadetim için feragat et ki, kalbin muhabbetimle dolsun ve Bana yönel ki, sana kafi geleyim.
Ey Ademoğlu! Bana hizmet et; zira, Ben, Bana hizmet edeni severim. Kulum Beni görmeyi arzuladığı zaman, Ben de onu görmeyi sever, isterim. Kulumun nafile ibadetlerle Bana yaklaşmaya çalışması asla boşa gitmez ki, Ben onu severim. Onu istediğim zaman da, onun sözlerini işitirim.
Ey Ademoğlu! Sevgimi isteyenlere sevgimi vacib kıldım.
Ey Davud! Cennet'im itaat ve ibadet edenler içindir. Zikrim, zikredenler içindir. Kıfayetim, tevekkül edenlere mahsustur. Fazla ihsanım şükredenlere aittir. Rahmetim, iyiler için, dostluğum da arifler içindir. Bense, özellikle sevenler içinim.
Ey Davud! Yeryüzünün bütün halkına duyur ki; Ben, sevenin sevgilisiyim. Benimle olmak isteyenle birlikteyim. Beni zikretmekle meşgul olanın dostuyum. Beni arkadaş edinenin arkadaşıyım. Beni seçeni seçmişimdir. Bana itaat edenin dediğini yaparım. Beni kalpten seven hiç bir kul yoktur ki, onu kendime kabul etmiş olmayayım!
Ey Davud! Beni tanıyıp bilmeyen nasıl sever! Gece bastırdığında benden uzak, uykuya dalanın, Beni sevdiği iddiası yalandır. Her seven, sevgilisiyle yalnız kalmayı sevmez, gözlemez mi?
Ey Davud! Benden iste de, şevkimi sana hibe edeyim. Zira Ben, Beni arzulayanların kalplerini kabul ettim ve onları yüzümün nuruyla aydınlattım.
Ey kulum, senin hakkın sevgili bulmak, Benim hakkım da Bana sevgili olmandır.
Ey kullarım, Benden başkasıyla niçin meşgul oluyorsunuz? Oysa Ben, sizi arzuluyorum. Uzun bir cefa değil midir ki bu? Takva sahibleri olan iyilerin Bana kavuşma arzularından, Ben daha arzuluyum onlara kavuşmaya. Kulumun Beni zikri çok olursa Ben, ona aşık olurum ve o da Bana aşık olur. Böylece de Beni bulmuş olur. (Marifetname - S. 429)